12. yüzyılın meşhur sûfî âlimi İmam Gazâlî rahmetullahi aleyh “Kimyâ-yı Saâdet” adlı meşhur eserinde şöyle der:
Kişinin Cenâb-ı Hakk’a ulaşamamasının sebebi, doğru bir yolda ilerlememesindendir. Yolda ilerleyememesi talep etmediğinden, talep etmemesi bilmediğinden ve imanın kemâl noktada olmamasındandır.
Dünyanın birkaç günlük hüzün yurdu olduğunu bilen, ahiretin ise temiz ve ebedî olduğunun farkında olan kimsenin kalbinde kendiliğinden ahiret talebi meydana gelir. Düşük bir şeyi kıymetli olana değişmenin zor olmadığını kavrar. Nitekim yarın altın bir testi elde etmek için bugün toprak testiden vazgeçmek zor değildir.
O halde bütün sıkıntıların sebebi iman zayıflığıdır. İman zayıflığının sebebi de din yolunun delili ve rehberi olan takva sahibi âlimlerin azalmasındandır. Böyle kimseler oldukça az bulunur. Rehber ve delil olmayınca yol boş kalır, insanlar kendi saadetlerinden mahrum olurlar.
Kişide kendi iradesi ile Cenâb-ı Hakk’a kavuşma isteği meydana gelince, haklarında, “Kim de ahireti diler ve bir mümin olarak ona yaraşır bir çaba ile çalışırsa, işte bunların çalışmaları makbuldür” (İsrâ 19) buyurulanlardan olur. Burada, “ona yaraşır bir çaba ile çalışırsa”dan maksadın ne olduğunu bilmek gerekir. O çaba sırât-ı müstakîmde ilerlemektir.
İnsan kendisi ile Cenâb-ı Hak arasındaki perdeleri kaldırmalıdır. Bu sayede Allah Teâlâ’nın haklarında, “Önlerinden bir set ve arkalarından bir set çektik de onları kapattık. Artık göremezler” (Yâsîn 9) buyurduğu kimselerden olmaz. Perde ise dört türlüdür: Mal, makam, taklit ve günah.
Malın perde olması, kişinin kalbini meşgul etmesindendir. Oysa kalbi mâsivâdan temizlemeden ilerleme olamaz. O halde kalbi meşgul etmemesi için malın ihtiyaçtan fazlasını aradan kaldırmalıdır.
Makam perdesinden sıyrılmak, makam mevkiden kaçmakla olur. Kişi belki insanların kendisini tanımadığı bir yere gitmelidir. Eğer meşhur olursa, daima insanlarla ve itibar görmenin hazzı ile meşgul olur. İnsanlardan haz devşiren kimse ise Cenâb-ı Hakk’a kavuşamaz.
Taklidin perde olması, kişinin bir kimsenin yoluna taassup ile bağlanıp, onun tartışmalarını dinlemesidir. Böyle olunca kalbinde bundan başka hiçbir şey kalmaz. Bunları unutup, “lâ ilâhe illallah” sözünün manasına iman etmeli, bunun tahkikine tâlip olmalıdır. Onun tahkiki Allah Teâlâ’nın dışında ilâh edinilen her şeyi kalpten söküp atmaktır. Kendisine hevânın galip geldiği kimse, hevâsını ilâh edinmiş demektir. Bunun böyle olduğu anlaşılınca, işlerin keşfini mücadelede değil, mücahedede aramalıdır.
Günah perdesine gelince… Bu oldukça kalın bir perdedir. Günah işlemekte ısrar eden kimsenin kalbi kararır. Böyle olunca ilâhî tecelliler kendisine nasıl görünsün? Özellikle haram yememeye dikkat etmelidir. Helâl yemeğin kalp nuruna yaptığı etki kadar başka bir şeyin tesiri olmaz. İşin aslı haram lokmadan sakınmak ve helâlden başkasını yememektir.
Bu şartları yerine getiren kimsenin hali, abdest alıp namaz kılmaya hazır olan kimseye benzer. Artık ona tâbi olacağı bir rehber gerekir. Bu da mürşiddir. Mürşid olmadan yolda yürümek doğru olmaz. Zira şeytanın yolları hak yolu ile karışmıştır. Hak yol birdir, bâtıl yollar ise binlercedir. Hal böyle iken yola delilsiz çıkmak nasıl mümkün olsun?