Etrafımızdaki bir takım kişilerin ara ara “bir Allah dostu bulup ona intisap etmek lazım, tövbe edip tasavvuf terbiyesi görmek gerekir” şeklinde nasihatler bulunduklarında, bunlara cevaben genellikle Allah ile kul arasına kimse giremez diye bir şey söylenir.
Bir çok kişi şu cevapla, tasavvuf terbiyesi görenlerin Allah ve kul arasındaki bağ hakkında bilgi sahibi olmadıkları için Allah ile kul arasına Allah’ın hoşnut olmadığı şeyleri bulundurduğunu, bununla beraber Allah dostları bulup onlara bağlanmanın şirke iteceğini, bundan dolayı da bu tip sakıncalı davranışlardan ırak kaldıklarını beyan ederler.
Acaba harbiden durum bu şekilde midir? Şu cevap olarak kullanılan klişenin asıl anlamı idrak edilmez ise işte o zaman felaket her yeri sarar ve yıkıp savurarak kötü sonuçlar doğurur. İşte bu kötü sonuçlar kişinin imanını etkiler, İslam birliğini zedeler, kardeşlik inancını sarsar.
Allah ile kul arasına kimse giremez klişesi, söyleyenin ne amaçla söylediğine göre değişik hükümler uygulanır. Şayet bu klişe: “Kendim Allah Teala’ya kulluk etmekte karşımda hiç bir kişiyi kabul etmem, peygamber, kitap, alim, mürşit tanımam, dilediğim tarzda kulluğumu eda ederim, keyfime göre ibadetlerimi yerine getiririm.”
Kişi alıntıdaki şekilde söylemde bulunuyorsa dinden çıkar. Çünkü bu şekilde düşüncede olan kişi şeytan ve nefse yenik düşerek küfrün, isyanın ve gafletin denizinde boğulmuş demektir.
Şayet bu klişe: “Kendim Allah Teala’ya doğru yol alırken Allah’ın peygamberi ve kitabı benim için kafidir, bunlar ne söylüyorsa ben uyarım, diğer başka hiç bir şeyi dinlemem, alimleri görmem, Allah dostlarına intisap etmem, mezhep gibi şeyler ile ilgilenmem ben, İslam’ı Kuran ve sünnetten nasıl anlıyorsam öyle yaşarım” şekilde söylemde bulunur ise sorumlu tutulur. Böyle düşünen kimse imanın şartları hususlarını zorlayarak kendisini felaket olan bir akıbet bekliyor demektir.
Şayet kula yardımca bulanacak Allah dostları ve alimler terk edildiğinde kişi tek ve yalnız bir şekilde İslam’ı bilmesi ve tatbik etmesinin nasıl bir ihtimali olabilir ki? Alimler bilir, arifler tanır, Allah dostları bildikleri ve tanıdıklarını tatbik ederek yaşarlar.
Kişi bu şekilde Alimlerden dininin öğrenmeli, ariflerden iyi hakikati tanımalı ve Allah dostları terbiyesi altında İslami yaşamayı Allah’a en iyi şekilde kul nasıl olabilir onu öğrenmelidir.
Kur’an’da Allah İle Kul Arasındaki Bağ
Aslında Kuran ve Sünnet, bizlere İslam’ın kardeşlik dini olduğunu, cemaat olunması gerektiğini, bu birlikteliğin başına imam atanması gerektiği, bu atanan imama tabi olunmasını, hep birlikte Allah’ın ipine tutunmayı, hep birlikte tövbe etmeyi, bilmediğimiz şeyleri alimlere sorarak öğrenmeyi ve tüm bunlar için Allah’ın sadık kulları ile birlikte olmayı net bir şekilde beyan etmektedir.
Dinimizin kaideleri böyleyken, kişi ne gibi delil ve mantıkla, ‘Benim için bunlar lazım değil’ söyleminde bulunur? Böyle söylemde bulunsa bile Allah Teala’nın yanın ne değeri vardır?
Allah ile kul arasındaki bağ tek başına oluşabilecek bir şey değildir. Kişinin bu bağı elde etmesi için kendisinin Allah’ın razı olduğu bir kul haline getirmesi lazımdır. İşte bu hale getirmek için rehberlik eden şeye tasavvuf terbiyesi denir ve nefis eğitilerek Allah’a ulaşma hedefi ele alınır.
Fakat nasıl ki, kişinin kalbinin tüm şeylerden ayrılıp tek Azim olan Allah Teala’ya bağlılık göstermesi basit bir şekilde kazanılacak lütuf değildir. Bunun için kamil bir hürriyet olma hali gereklidir.
Allah dostları ise bu hali kazanmak için nefis terbiyesi ile uğraşarak tüm hayatları boyunca savaşmakta ve Allah’la kendileri arasında engelleri yok etmek için mücadele etmektedir. Bu kimseler hakkında daha fazla bilgi edinmek için Allah dostları ile ilgili hadisler adlı makalemi okuyabilirsiniz.