İçeriğe geç

Allah’ın Sıfatları Ve Anlamları Nelerdir?

    Allah’ın Sıfatları Ve Anlamları Nelerdir

    Allah’ın sıfatları ve anlamları nelerdir? Allah’ın sıfatları on asıldan oluşur. Bu on asıl başlıca kudret, ilim, hayat, irade, işitme, görme, kelam ve Allah Teâla’nın sıfatlarının kadim olmasından bahsetmektedir. Bunların anlamları kaynaklarıyla teker teker yazımızda anlatılmaktadır.

    Allah’ın Kudret Sıfatı

    Birinci asıl: Âlemin yaratıcısı yüce Allah’ın her şeye gücünün yettiğini bilmektir. Allah Teâlâ’nın,

    وهو على كل شيء قدير

    “O’nun, her şeye gücü yeter”1 âyetinde buyurduğu doğrudur. Çünkü bu âlem, yaratılışı itibariyle çok sağlam ve intizamlı bir sanat eseridir.

    Güzelce dokunmuş ve üzerindeki desenler tam bir uyum içinde en güzel tarzda işlenmiş ipek bir elbise gören kimsenin, gücü yetmeyen bir ölünün veya kudreti olmayan bir insanın onu dokuduğunu düşünmesi ve söylemesi tam bir akılsızlık, ahmaklık ve cehalet örneğidir.

    İkinci asıl: Allah Teâlâ’nın bütün mevcudatı bildiğini ve yaratılan her şeyi ihata ettiğini bilmektir. Yerde ve göklerde zerre kadar bir şey O’nun ilminden uzak kalamaz. Şu âyet bunu tasdik etmektedir:

    وهو بكل شئ علیم

    “O, her şeyi bilendir”2. Şu âyet de bunu desteklemektedir:

    الا يعلم من خلق وهو اللطيف الخبير

    “Yaratan bilmez mi? O, Latîftir (en gizli şeyleri bilir); Habîr’dir (her şeyden haberdardır)”3. Allah Teâlâ, yaratmayı ilme delil gösterdi. Çünkü sen, zayıf, basit bir şey de olsa yaratılan her şeyin ince yaratılışı, en güzel şekildeki tertip ve düzeniyle onları yaratanın ilmine delil olduğunda hiç şüphe etmezsin. Allah Teâlâ’nın zikrettiği şeyler hakka delil olmada ve hakikati tarifte en yüksek seviyededir.

    Allah’ın Hayat Sıfatı

    Üçüncü asıl: Hak Teâlâ’nın hay (hayat sahibi) olduğunu bilmektir. Çünkü ilim ve kudreti olanın hayat sahibi olduğu kesindir. Eğer her şeye gücü yeten, her şeyi bilen, dilediğini yapan ve tedbir edenin hayat sahibi olmadığı düşünülecek olsa, hareket ve sükûnet içinde dönüp duran canlıların hayatından hatta bütün meslek ve sanat sahiplerinin hayatından şüphe etmek câiz olurdu. Böyle bir düşünce, cehalet ve sapıklık bataklığına saplanmaktan başka bir şey değildir.

    Hayat ve Kudret Sıfatları Hakkında Ek Bilgiler

    Allah Teâlâ, Hay’dır (hayat sahibidir); Kâdir’dir (her şeye gücü yetendir), Cebbâr’dır (her hükmünü icra edip dilediğini yaptıran azamet sahibidir). Kâhir’dir, her şeye hükmünü geçirendir. O’na hiçbir kusur ve acizlik ârız olmaz. O’nu bir uyuklama ve uyku tutmaz.

    O’na bir yokluk ve ölüm ârız olmaz. O, mülkün (görülen âlemin) ve melekûtun (gayb âleminin) sahibidir. İzzet ve ceberût (ululuk) sahibidir. Bütün güç ve üstünlük, yaratma ve emir O’na aittir. Gökler O’nun kudretinde dürülmüş, bütün yaratıklar hükmüne boyun eğmiştir.

    Allah’ın sıfatları ve anlamları, yaratmada, yoktan var etmede, ilk olarak ortaya koymada ve hiç benzeri olmadan vücut vermede tek olduğunu bize bildirmektedir. Bütün yaratıkları ve yaptıklarını O yarattı; hepsinin rızıklarını ve ecellerini takdir etti.

    Yaratılan hiçbir varlık O’nun hükmünden dışarı çıkamaz. İşlerin sevk ve idaresi O’nun kudretinin dışında değildir. Takdir ettiği şeyler sayılamaz; bildiklerinin nihayeti yoktur.

    Allah’ın İrade Sıfatı

    Dördüncü asıl: Cenâb-ı Hakk’ın işlerinde irade sahibi olduğunu bilmektir. Mevcut olan her şey yüce Allah’ın iradesine dayanır ve O’nun iradesinden ortaya çıkmıştır. O, her şeyi ilk olarak yaratan ve (yok ettiği şeyleri dilediği zaman) yeniden ortaya koyandır. (el-Mübdi’ ve’l-Muîd).

    O, dilediği her şeyi yapandır. O nasıl dileyen olmaz; O’ndan sâdır olan her şeyin zıddının da gelmesi ve var edildiği zamanın öncesinde ve sonrasında da yaratması mümkündür. İlâhî kudretin iki zıt şeyle ve iki ayrı vakitle ilgisi birdir (Yüce Allah dilese şimdi var olanın aksini başka bir zamanda da yaratırdı).

    İlâhî kudreti bu iki şeyden birine yönelten bir şey lazımdır ki o, ilâhî iradedir. Eğer, “Yaratılacak şeyin belirlenmesi için Allah’ın her şeyi bilmesi ayrıca irade etmeye ihtiyaç bırakmaz, ilâhî ilimdeki zamanı gelince o şey olur” denirse, buna cevaben deriz ki:

    O zaman ilim, kudrete de ihtiyaç bırakmaz; bir şey ilâhî ilimdeki zamanı gelince olur demek de câiz olur. Fakat bu düşünce yanlıştır. Yüce Allah ilim sahibi olduğu gibi, irade ve kudret sahibidir. Hepsinin kendisine has taalluk ve tecellisi mevcuttur.

    Allah Teâlâ, varlık âleminde meydana gelen her şeyi irade eden, hadiseleri sevk ve idare edendir. Mülk ve melekût âleminde az çok, küçük büyük, hayır şer, fayda zarar, iman küfür, irfan inkâr, kurtuluş hüsran, artış noksanlık, taat isyan her ne oluyorsa ancak O’nun kazası, kaderi, hikmeti ve dilemesiyle olmaktadır.

    O’nun olmasını dilediği olur, dilemediği olmaz. Bakan bir kimsenin bakışı, düşünen kimsenin aklına bir şeyin gelmesi (gibi en gizli ve küçük şeyler dahi) O’nun dilemesi dışında olmaz.

    O, Mübdi’dir (her şeyi yoktan ve baştan var edendir); Muîd’dir (dilediğini tekrar yaratandır). O, dilediğini yapandır. O’nun emrini geri çevirecek, verdiği hükmü sorgulayacak hiç kimse yoktur.

    Kulun günahtan kaçması ve korunması, ancak O’nun yardım ve rahmetiyle olur. Kulun Allah’a taate güç yetirmesi de ancak O’nun dilemesi ve iradesiyle gerçekleşir.

    Eğer bütün insanlar, cinler, melekler ve şeytanlar toplanıp âlemde bir zerreyi hareket ettirmek veya durdurmak isteseler, O’nun iradesi ve dilemesi olmadan bunu yapamazlar, aciz kalırlar.

    Allah’ın iradesi, diğer bütün sıfatları gibi zatıyla kâimdir. O, ezelde bu sıfata sahipti. O, belirlediği vakitte varlıkların vücuda gelmesini ezelde irade etmiştir.

    Varlıklar da O’nun ezelde irade ettiği gibi, ne erken ne de gecikme olmadan belirlenen vakitte vücut bulur; hepsi bir değişme ve tağyir olmadan O’nun ilmine ve iradesine uygun olarak meydana gelir.

    Allah Teâlâ’nın işleri tedbir etmesi (düzenleyip ortaya koyması), başını sonunu düşünerek ve uygun zamanı bekleyerek olmaz. Bunun için hiçbir iş, O’nu diğer bir işi yapmaktan alıkoymaz.

    Yüce Allah İşitir ve Görür

    Beşinci asıl: Allah Teâlâ’nın her şeyi işittiğini ve gördüğünü bilmektir. İçten geçen düşünceler, gizli vehim ve fikirler O’nun görmesinden uzak (ve gizli) kalamaz. Karanlık gecede yalçın kaya üzerinde yürüyen siyah karıncanın ayak sesi O’nun işitmesinden uzak değildir.

    O nasıl her şeyi işiten ve gören olmasın! Şüphesiz işitmek ve görmek insan için bir kemal halidir, noksanlık değildir. Mahlûk, yaratıcıdan nasıl daha mükemmel olur?

    Sanat, sanatkârdan nasıl daha şerefli ve kâmil olur? İşitme ve görmeyi, yarattığı varlık ve sanat için kemal hali görüp Cenâb-ı Hakk’ın o vasıflarda noksan olduğunu söylemek nasıl âdil ve doğru olur?

    Eğer yüce Allah bu vasıflarda kemal halinde olmasaydı, Hz. İbrahim’in (aleyhisselâm) babasına karşı getirdiği delil nasıl doğru olurdu? Çünkü onun babası4 cehalet ve sapıklıkla putlara tapıyordu. Hz. İbrahim ona şöyle dedi:

    يا ابني لم تعبد ما لا يسمع ولا يبصر ولا يغني عنك شيا

    “Ey babacığım! Duymayan, görmeyen ve sana hiçbir fayda sağlamayan şeylere niçin tapıyorsun?”5

    Eğer bu hüküm kendi mâbudu hakkında olsaydı, delili çürür, sözü geçersiz olurdu ve Allah Teâlâ’nın,

    وتلك حجتنا اتيناها إبراهيم على قومه

    “İşte bu, kavmine karşı İbrahim’e verdiğimiz delillerimizdir”6 âyeti doğru olmazdı. Allah Teâlâ’nın el ayak gibi âzalar olmadan fail olduğunu (iş yaptığını), kalp ve dimağ olmaksızın bildiğini kabul ettiğimiz gibi, göz olmadan gördüğünü ve kulak olmadan işittiğini kabul etmemiz de gerekir, çünkü aralarında bir fark yoktur.

    Allah Teâlâ işiten ve görendir; işitir ve görür. Gizli de olsa, hiçbir şey O’nun işitmesinin dışında kalmaz. Çok küçük de olsa, hiçbir şey O’nun görmesinden uzak kalmaz.

    Hiçbir uzaklık O’nun işitmesini perdelemez. Hiçbir karanlık O’nun görmesine mani olmaz. O, bildiğimiz gözbebeği ve göz kapakları olmadan görür, kulak yolu ve kulaklar olmadan işitir.

    Aynı şekilde O, kalp olmadan bilir, el olmadan tutar, bir alet olmadan yaratır. Çünkü O’nun zatı yaratılmış varlıkların zatına benzemediği gibi, sıfatları da yaratılmış varlıkların sıfatlarına benzemez.

    Allah’ın Kelâm Sıfatı

    Altıncı asıl: Hak Teâlâ’nın kelâmının olduğunu bilmektir.

    Kelâm, Allah Teâlâ’nın zatıyla kâim bir vasıftır, O’nun kelâmı ses ve harf ile değildir. O’nun varlığı başkasının varlığına benzemediği gibi, konuşması da başkasının konuşmasına benzemez.

    Gerçekte kelâm, kelâm-ı nefsîdir (içte oluşan manadır). Bazen hareket ve işaretler söylenecek şeye işaret ettiği gibi, harflerden oluşan sesler de işte oluşan manaya (kelâm-ı nefsîye) delalet eder.

    Bu durum bazı cahil kimselere nasıl gizli kalıyor ve meseleyi karıştırıyorlar! Halbuki o, şairlerin cahillerine gizli değildir. Onlardan biri demiştir ki:

    “Söz, gönülde olandır; dil ise sadece onun tercümanıdır.”

    Kim bunu anlamaz ve aklı onu, “Dilim (sözüm) hâdistir (yaratılmıştır) fakat hâdis kudretimle söylediğim ilâhî kelâm (Kur’an) kadîmdir (ezelîdir)” demekten menederse, onun akıllı olduğundan ümidini kes ve onu muhatap alma!

    Kadîm (ezelî) demek, kendisinden evvel bir şey bulunmayan demektir. Bunu anlamayan ve “bismillâh” derken, “bâ” harfinin “sîn”den önce geldiğini, “bâ”dan sonra gelen “sîn”in kadîm olamayacağını bilmeyen kimseye iltifat etme. Allah Teâlâ’nın bazı kullarını haktan uzaklaştırmasında bir sır vardır; Allah kimi saptırırsa onu doğru yola getirecek kimse yoktur.

    Kim Hz. Musa’nın (aleyhisselâm) bir harf ve ses olmaksızın ilâhî kelâmı dünyada işitmesini uzak görüp kabul etmezse o, ahirette cisim ve renk olmayan bir mevcudun (Allah Teâlâ’nın) görülmesini de inkâr eder.

    Eğer insan, renk ve cisim olmayan, bir miktar ve şekli bulunmayan, şimdiye kadar da (dünyada) kimseye görünmeyen Zat’ın ahirette görüleceğini anlarsa, görme hassesi için mümkün gördüğü şeyin işitme hassesi için de mümkün olduğunu (Allah Teâlâ’nın harf ve ses olmadan konuştuğunu ve bunu dilediği kimselerin işitmesini) kabul etmesi gerekir.

    Allah Teâlâ için bir ilim vasfının bulunduğunu ve onun bütün mevcudatı kapsadığını anlayan kimsenin, O’nun zatına ait bir kelâm sıfatının da bulunduğunu, bunu (emir, nehiy, haber ve benzeri) bütün ibarelerin gösterdiğini kabul etmesi gerekir.

    Yedi kat göklerin, yerin, cennetin ve cehennemin küçük bir kâğıda yazılabildiğini, kalbin küçük bir yerinde onların isim ve varlıklarının muhafaza edildiğini, bütün bunların mercimek tanesi miktarındaki göz bebeğinde görüldüğünü, fakat göklerin, yerin, cennetin ve cehennemin zatlarıyla gözde, kalpte ve kâğıtta olmadığını anlayan kimsenin, Cenâb-ı Hakk’ın kelâmının dillerde okunmasının, kalplerde ezberlenmesinin ve sahifelere yazılmasının kelâmın zatının onlara girmesiyle olmadığını da anlaması gerekir.

    Eğer kelâmın zatı kitaba girseydi, Hak Teâlâ’nın ismini bir kâğıda yazınca, O’nun da kâğıda girmesi, kâğıdın üzerine ateş yazınca, ateşin de kâğıda girip onu yakması gerekirdi. Durum böyle değildir.

    Allah Teâlâ’nın kendine has kelâmı vardır, emreder, nehyeder (yasaklar), vaat eder (müjde verir), korkutur. Bütün bunları zatıyla kâim olan ezelî kelâmıyla yapar.

    O’nun kelâmı yaratılmışların kelâmına benzemez. O’nun kelâmı, hava akımı ve cisimlerin titreşiminde meydana gelen bir sesle, dudakların açılıp kapanması ve dilin hareketiyle oluşan harfle değildir.

    Kur’an, Tevrat, İncil ve Zebûr O’nun, peygamberlerine indirdiği kitaplarıdır. Kur’ân-ı Kerîm, dillerde okunan, sahifelerde yazılan, kalplerde ezberlenip korunan, bununla birlikte yüce Allah’ın zatıyla kâim olan ezelî bir kitaptır.

    O, kalplere ve sahifelere intikal etmekle zattan kopmuş ve ayrılmış olmaz (Kur’an, kitaba yazılan ve dillerde okunan şekliyle değil, Cenâb-ı Hakk’ın zatına ait kelâm ve manalar

    olarak ezelîdir). Hz. Musa (aleyhisselâm), Allah Teâlâ’nın kelâmını ses ve harf olmaksızın işitmiştir; nitekim salihler de cennette Hak Teâlâ’nın zatını, bir cevher ve araz şeklinde olmaksızın göreceklerdir.

    Allah Teâlâ için bu sıfatlar sabit olunca, O’nun sadece zatıyla değil, hayat sıfatıyla Hay (diri), ilim sıfatıyla bilen, kudret sıfatıyla her şeye gücü yeten, irade sıfatıyla dileyen, semí sıfatıyla işiten, basar sıfatıyla gören ve kelâm sıfatıyla konuşan olduğu ortaya çıkar.

    Cenâb-ı Hakk’ın Bütün Sıfatları Kadîmdir

    Yedinci asıl: Allah Teâlâ’nın zatına ait kelâmı ve bütün sıfatları kadîmdir. Çünkü yüce Allah’ın devamlı değişen yaratılmış varlıklara mahal olması (varlıkların Zat’a, Zat’ın varlıklara hulûl etmesi ve onlara benzemesi) muhaldir.

    Bilakis, Hak Teâlâ’nın zati ezelî olduğu gibi, sıfatları da ezelîdir. Onda bir değişme olmaz, yaratılan varlıklar ona hulûl etmez. O, her türlü değişiklikten münezzeh olarak ezelde övülen sıfatlara sahip olduğu gibi, ebediyen de onlara sahiptir.

    Çünkü yaratılmış şeylere mahal olan, onlardan hâli (uzak) olamaz. Havadisten (yaratılmışlardan) hâli olmayan şey, hâdistir (yaratılmıştır).

    Cisimlerde hudûs (yaratılma) vasfının bulunması onların taşıdığı vasıflarıyla değişmeye maruz kalmasındandır. Bütün cisimleri yaratan, böyle bir değişimde onlara nasıl ortak olur?

    Bundan şu sonuç çıkar: Allah Teâlâ’nın kelâmı kadîmdir, zatıyla kâimdir; hâdis (yaratılmış) olan, o kelâma (manaya) delalet eden seslerdir. Bu şuna benzer:

    Bir baba, henüz oğlu yaratılmadan önce onu okutup eğitmeyi istiyor. Bu arzu babanın zatında (içinde) bulunuyor. Çocuk doğduktan ve akıllandıktan sonra, babası bu isteğini ona haber veriyor. Çocuk da bu talebi yerine getiriyor.

    Bu örnekte olduğu gibi, Hak Teâlâ, Hz. Musa’ya, “Nalinlerini çıkar, çünkü sen mukaddes vadi Tuva’dasın”7 buyurduğu zaman, bu talep zatıyla birlikte ezelde mevcut idi.

    Hz. Musa ise yaratıldıktan sonra o hitapla muhatap oldu. Çünkü onda bu talep için bir marifet yaratıldı ve bu ezelî kelâmı işitti.

    İlâhî İlim Kadîmdir

    Sekizinci asıl: Cenâb-ı Hakk’ın ilmi kadîmdir. O’nun, zat ve sıfatlarıyla âlim oluşu süreklidir; hiçbir şekilde sona ermez. Yaratmış olduklarından hiçbiri O’na yeni bir şey meydana getirmediği gibi, onların olmalarıyla O’nun için yeni bir ilim oluşmaz.

    Sadece, ezelî ilmiyle O’nun açısından ortaya çıkmış olurlar. Bu şuna benzer: Bize Zeyd’in güneş doğarken geleceği bildirilse, bu bilgi güneş doğana kadar içimizde fikir olarak bulunur, güneş doğarken Zeyd’in gelmesiyle bilgimiz mâlum olur (gerçekleşir) fakat bu bizde yeni bir ilim oluşturmaz. Allah Teâlâ’nın ilminin ezelî olmasını da böyle anlamak gerekir.

    Allah Teâlâ, (olmuş olacak, mümkün gayr-i mümkün bilgi dahiline giren) bütün mâlumatları bilir. Yerlerin derinliklerinden göklerin en üstüne kadar cereyan eden her şeyi ilmiyle kuşatmıştır.

    O, her şeyi bilir; yerde ve gökte zerre kadar bir şey O’nun ilminin dışında kalmaz. O, karanlık gecede, siyah taş üzerindeki siyah karıncanın hareketini bilir ve görür.

    Havadaki zerrenin hareketini bilir. Gizliyi de gizlinin gizlisini de bilir. Göğüslerde oluşan duyguları, düşüncelerin hareketlerini, sırlarda gizlenen şeyleri ezelî bir ilimle bilir. O’nun bilmesi, zatında sonradan oluşan, hulûl ve intikalle meydana gelen bir ilim olmayıp zatı gibi ilmi de ezelîdir.

    İlâhî İrade Kadîmdir

    Dokuzuncu asıl: Allah Teâlâ’nın iradesi kadîmdir. Yüce Allah, ezelî ilmine uygun olarak belirlenen vakitlerde hadiseleri ortaya çıkarmayı varlık öncesinde irade eder.

    Eğer irade sonradan oluşsaydı, yüce zat hâdis varlıklara mahal olurdu. İrade zatının dışında başka bir zatta olsaydı, o zaman irade eden Allah olmazdı. Senin zatında gerçekleşmeyen bir hareketle senin hareket etmiş olamayacağın gibi.

    Eğer irade hâdis (sonradan olmuş) kabul edilirse, onun olması başka bir iradeye, o da başka bir iradeye muhtaç olur, bu silsile sonsuza dek devam eder. Eğer bir iradenin iradesiz oluşması mümkündür denirse, âlemin de iradesiz yaratılması mümkün olurdu (ki bu bâtıldır).

    Onuncu asıl: Hak Teâlâ, ilim sıfatıyla âlimdir; hayat sıfatıyla haydır/diridir, kudret sıfatıyla her şeye kadirdir, irade sıfatıyla dileyendir, kelâm sıfatıyla mütekellimdir, işitme sıfatıyla işitendir, görme sıfatıyla görendir.

    O, bu kadîm sıfatların sahibidir. Bazılarının, “Allah ilim sıfatı olmaksızın âlimdir” sözü, onun malsız zengin, ilimsiz âlim, âlimsiz mâlum sözü gibi olup yanlıştır.

    İlim, mâlum ve âlim birbirini gerektirir; katl, maktul ve katil gibi. Öldürme ve ölen olmaksızın birine katil denmez. Katil ve katl olmadan da maktul olmaz.

    Aynı şekilde ilimsiz âlim düşünülemeyeceği gibi, bilgi olmadan ilim ve âlim olmadan da mâlum düşünülmez. Bütün bunlar birbirini gerektirir; birbirinden ayrılmazlar.

    Âlimin ilimden ayrı olduğunu söyleyen kimse, onun mâlumdan, ilmin âlimden ayrı olduğunu söylemiş olur; çünkü aralarında fark yoktur (Bu söz yanlıştır. Bu açıklama ile şunu demek istiyoruz Allah Teâlâ ezelde bu sıfatlara sahiptir; sıfatları zatından ayrılmaz).

    Tevhid

    Allah, o seçkin kullarına zatını şu şekilde tanıtandır: Allah, zatında tektir, hiçbir ortağı yoktur; birdir, benzeri yoktur. O, Samed’dir (hiç kimseye muhtaç olmayıp her şey O’na muhtaçtır), O’nun zıddı yoktur; tektir, eşi yoktur.

    Bu bağlamda Allah’ın sıfatları ve anlamları şöyledir: Allah kadîmdir, evveli (öncesi) yoktur. Ezelîdir, başlangıcı yoktur. Varlığı devamlıdır, sonu yoktur. Ebedîdir, O’nun için bir nihayet yoktur. Daima Kayyûm’dur; (varlığı kendinden olup) her şeyi ayakta tutan O’dur.

    Varlığı devamlıdır, bir bitişi (ve kesilmesi) yoktur. Yüce sıfatlarıyla ezelî ve ebedîdir. Zamanların sona ermesi ve müddetlerin tükenmesiyle O’nun zatında bir son bulma (inkıraz, bozulma ve dağılma) yoktur. “O, Evvel’dir, Âhir’dir, Zâhir’dir, Bâtın’dır. O, her şeyi bilir”8.

    Tenzih

    Allah’ın sıfatları arasında bilinmesi gerekenlerden biri de Allah’ın şekil verilmiş bir cisim olmadığıdır. Allah Teâlâ sınır ve miktarı belli bir cevher de değildir.

    O, miktarları belirlenebilen ve bölünebilen cisimlere benzemez. O, cevher olmadığı gibi O’na cevherler de hulûl etmez. O, araz olmadığı gibi, kendisine arazlar da hulûl etmez.

    O, hiçbir varlığa benzemez. Hiçbir varlık da O’na benzemez. “O’na benzeyen hiçbir varlık yoktur”9. O da hiçbir şeyin benzeri değildir. O’nu miktarlar ölçemez, sınırlar çevreleyemez, yönler ihata edemez, yerler ve gökler kuşatamaz.

    Yüce Allah, kendisinin buyurduğu şekilde ve kastettiği manada arşa istiva etmiştir. Bu öyle bir istivadır ki onda dokunma, oturma, yerleşme, hulûl ve intikal yoktur. Arş O’nu taşımaz; bilakis arş ve onu taşıyan melekler, O’nun kudretinin lütfu ile taşınmaktadır.

    Hepsi O’nun kabzasındadır (hüküm ve tasarrufundadır). O, arşın ve göğün üstündedir. O aynı zamanda yerin derinliklerine kadar her şeyin üzerindedir. Bu üstte oluş, O’nu arşa ve göğe biraz daha yaklaştırmadığı gibi, yerden ve yerin altından biraz daha uzaklaştırmaz.

    Bilakis O, yerden ve yerin altından yüce olduğu gibi, arştan ve gökten de yücedir. Bununla birlikte O, her şeye çok yakındır. O, kullarına şah damarından daha yakındır. “O, her şeye şahittir”10 . Çünkü O’nun zatı, cisimlerin zatına benzemediği gibi, yakınlığı da cisimlerin yakınlığına benzemez.

    Yüce Allah, hiçbir şeye hulûl etmez (içine girmez); hiçbir şey de O’na hulûl etmez. O, kendisini bir zamanın sınırlamasından münezzeh olduğu gibi, bir mekân tarafından sarılmaktan da yücedir. O, zamanı ve mekânı yaratmadan önce vardı; şu anda ezelde nasıl idiyse aynısıdır.

    Yüce Allah’ın sıfatları ve anlamları yarattıklarından da ayrıdır. O’nun zatında başkası yoktur. Başkasında da O’nun zatı yoktur. O, değişmekten ve bir yere intikal etmekten münezzehtir.

    O’na yaratılmış varlıklar hulûl etmez. Zatına musibet ve afetler arız olmaz. Bilakis O, celâl sıfatı içinde zevalden münezzehtir; kemal sıfatları içinde daha fazla kemale ihtiyacı yoktur.

    Allah Teâlâ’nın zat olarak mevcut olduğu akıllarla bilinmektedir. O, ebedî âlemde zatıyla gözlere görülecektir. Bu, O’nun tarafından salih kullarına bir ikram olarak ve cennette yüce zatını seyirle onlara nimetini tamamlamak için gerçekleşecektir.

    Bu yazımı okuduktan sonra Allah’ın fiilleri nelerdir başlıklı yazımı okumanızı tavsiye ederim.

    Kaynak

    1. Mâide 5/120
    2. Bakara 2/29
    3. Mülk 67/14
    4. Bir rivayete göre Azer, Hz. İbrahim’in [aleyhisselâm] amcasıdır. Babası ise erken yaşta vefat etmiştir. Babası diye hitap edilen amcasıdır.
    5. Meryem 19/42
    6. En’âm 6/83
    7. Tâhâ 20/12
    8. Hadîd 57/3
    9. Şûrâ 42/11
    10. Sebe’ 34/47