İçeriğe geç

Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin Sözler’inde Anlattığı Hikâye

    Yaşlılar eski zamanların bereketinden bahsederler. Dilimizde “vakit öldürmek” diye bir deyim bile var, malum. O kadar geçmiyordu ki zaman, insanoğlu “boş” vaktinde ne yapacağını bilemiyordu.

    Bediüzzaman Said Nursî hazretlerinin Sözler’inde anlattığı hikâye ile başlayalım: Âlimlerden biri iki hizmetkârını uzaktaki çiftliğine göndermiş. Yol masrafları ve çiftlikteki ihtiyaçları için her birine yirmi dört altın para vermiş. Ulaşım için araba, gemi, tren ve uçak gibi seçenekleri olduğunu, sermayelerine göre bunlardan birini kullanabileceklerini söylemiş. Hizmetkârlar tavsiyeleri dinledikten sonra yola koyulmuşlar. Biri, istasyona kadar elindeki altınların bir miktarını keyfî harcamalar için değil de efendisinin de hoşuna gidecek, sermayesini artıracak bir ticaret için kullanmış. Diğeri ise daha istasyona varmadan, hazır parayı bulmuşken yirmi dört altın paranın yirmi üçünü harcamış, adeta har vurup harman savurmuş. Elinde sadece bir altını kaldığını gören arkadaşı uyarmış: – Yol uzun. Bari onunla da bir bilet al da yaya kalma. Efendimiz lütufkârdır, belki merhamet eder, bu yaptığını bağışlar. Seni de uçağa bindirirler, çabucak gideriz. Yoksa biilaç uzun bir çöl yolculuğu yapmak zorunda kalacaksın.Bediüzzaman hazretleri hikâyeyi burada noktalayarak şu kritik soruyu soruyor: “Tek altını kalan hizmetkâr, onunla bilet almak yerine zevkü sefa için harcamaya devam etse akılsız ve sonunun kötü olduğuna hükmedilmez mi?” Hikâyedeki âlimden maksadın Allah Teâlâ, iki hizmetkârdan maksadın şuurlu ve gafil insan, yirmi dört altından maksadın 24 saat, çiftlikten maksadın cennet, istasyondan maksadını kabir, biletten maksadın namaz, seyahatten maksadın ise kabre, hesaba, mizana gidecek yolculuk olduğunu da açıklıyor. Bu temsilî hikâyeden çıkarılabilecek çok ders var. Ancak zaman kavramının önemi sanırım daha çarpıcı şekilde anlatılamazdı.

    Su gibi akıp giden

    İnsan doğar, yaşar ve ölür. Yaşlılar eski zamanların bereketinden bahsederler. Dilimizde “vakit öldürmek” diye bir deyim bile var, malum. O kadar geçmiyordu ki zaman, insanoğlu “boş” vaktinde ne yapacağını bilemiyordu. Fakat “hız ve haz çağı” olarak tarif edilen bu dönemde, yılların adeta göz açıp kapatır gibi geçtiğine şahitlik ediyoruz. Doymak bilmeyen ve hep daha fazlasını isteyen nefsimizin bu süreçte payı hayli fazla. Onu “eğlendirecek” oyuncakların çeşitliliği, bize bahşedilen en büyük sermayeyi heba etmemize elverişli bir zemin sağlıyor. Lüzumsuz meşguliyetler, elimizde, evimizde, çevremizde hayatımızın her anını kuşatan ekranlar, boş ve mâlâyani konuşmalar vaktimizin baş döndürücü bir hızla geçip gitmesine neden oluyor. Bu hızlı akış içinde hakkıyla yapamadığımız kulluk vazifelerimize ayırdığımız zamanın haricinde, insanlık için faydalı olabilecek ve sadaka-i câriye diye tanımlanacak şeyler yapmaya “fırsat” bulamıyoruz. Bir taraftan maişet derdi çekerken diğer taraftan asırlar boyu okunacak kitaplar yazan ilim adamlarının hayatlarını şaşkınlıkla okuyor; kısacık ömürlerinde haftalarca, aylarca yürüyerek Hak dostlarını arayan dervişlerin hikâyelerini hayranlıkla dinliyoruz. Aynı şekilde beş asır önce uçak, araba, tren gibi taşıtlar yokken devasa ordusuyla İstanbul’dan kalkıp Çaldıran Ovasında cenk eden, Halep’i Şam’ı ve Sina Çölü’nü aşarak Mısır’ı fetheden; üstelik bunu yaparken evlat yetiştiren, divan yazan, ülke yöneten Yavuz Sultan’ları anlatıyor, fakat elimizdeki imkânlara rağmen nice imkânsızlıklar içerisinde başarılanların binde birini bile yapamıyoruz. Bütün kabahati de “su gibi akıp giden zaman”a yüklüyoruz.

    Zaman kısa yol uzun

    Halbuki bize verilen en değerli hazineyi verimli şekilde kullansak, hayranlıkla okuduğumuz, kahramanlık hikâyelerini anlattığımız hayatların benzerlerini kendi çapımızda yaşamamız imkânsız değil. Yeri, göğü, insanı ve zamanı yaratan Allah bizden fazlasını da istemiyor zaten. O şöyle buyuruyor: “Dedi ki: Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız? Dediler ki: Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor. Dedi ki: Yalnızca az zaman kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz.”(Mü’minûn 112-114) Öyleyse bize düşen, lütfu ve keremi bol Rabbimiz’in bahşettiği her nimette olduğu gibi zamanı da israf etmeden, azami verimle kullanmak olmalı. Gök kubbede hoş bir seda bırakmak ve bizden sonra gelenlerce hayırla yad edilmek için güzelliklerle süslemeliyiz hayatı. İnsanların istifade edecekleri kalıcı eserler sunmalı, faydalanacakları eserler üretmeli yahut bunları gerçekleştirecek hayırlı evlatlar yetiştirmeliyiz. Kıyamet kopsa dahi elindeki fidanı dikmeyi emreden Kutlu Peygamber’in izini takip edenlerin hayatla, zamanla ve insanlarla ilgili böyle bir misyonu olmalı. “Aşığa ar gelir geriye dönmek / Zaman kısa, ben yorgunum, yol uzun.” diyor şair. Bize bahşedilmiş en büyük sermayeyi tamamen yitirmeden, bugüne kadar geçip giden zamanın içinde yap(a)madıklarımızı ve yorgunluklarımızı bir kenara bırakarak son ana kadar gayretimizi sürdürmeliyiz. Yeni, yepyeni bir dünya inşa edebilmek için başka seçeneğimiz yok.