Mekke müşrikleri İslâmiyet’i tebliğe başladığı andan itibaren Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veselleme karşı çıktılar. Bu tavırları sadece İslâm’ı reddetmekle kalmadı. Peygamber Efendimiz’le alay ettiler, ona inananlara baskı uyguladılar. Bu baskılar artarak eziyet ve işkenceye dönüştü. Bütün eziyetlere rağmen İslâm hızla yayılmaya devam ediyordu. Hz. Ömer radıyallahu anh gibi önemli isimler de müslüman olmuştu.
Müşrikler; işkenceyle, şiddet göstermekle kimseyi dininden çeviremeyeceklerini, İslâm’ın ilerleyip yayılmasına engel olamayacaklarını anlamışlardı. Baskıyı daha da artırarak üç yıl boyunca boykot yapmaya karar verdiler. Müslümanlarla hiçbir alım satımda bulunmayacaklarına dair bir anlaşmayı Kâbe duvarına astılar. Nefretleri o dereceye varmıştı ki Mekke’ye yiyecek getiren kervanları şehrin dışında karşılayıp; “Ey tacirler! Haşimoğullarına bir şey satmayın! Fiyatları yüksek söyleyin ki almaya güçleri yetmesin. Bizim servet sahibi olduğumuzu bilirsiniz. Söz verdiğimiz zaman da mutlaka sözümüzü yerine getiririz. Yiyecek, giyecek mallarınızın kıymetini bir kat arttırın. Üst tarafını biz öderiz!” diyorlar ve müslümanların açlıktan ağlayan çocuklarının yanına boş dönmelerine sebep oluyorlardı.
Boykot uygulamasının üçüncü senesi… Allah Teâlâ müşriklerin Kâbe içine astıkları anlaşma yazısına bir kurt musallat etti ve durumu vahiy ile Peygamber Efendimiz’e bildirdi. Sahifede güvenin yemediği sadece Allah’ım senin isminle (başlarım) anlamında “Bismike Allahümme” yazısı kalmıştı.
Peygamberimiz durumu amcası Ebu Talib’e anlattı. Bunun üzerine Ebu Talib müşriklere şu teklifte bulundu: “Kardeşimin oğlunun bana haber verdiğine göre, Allah sizin Kâbe’de astığınız sahifeye bir kurt musallat etmiş ve (Allah) lafzı dışında bulunan, zulüm, akrabalarla münasebeti kesme ve iftira gibi ifadeleri yiyip bitirmiştir. Kâbe’ye gidip sahifeye bakınız. Eğer yeğenim doğru söylemişse bu zulüm ve kötü davranışınızdan vazgeçiniz. Eğer yalan söylemişse ben O’nu size teslim edeceğim. O’nu öldürmek veya diri bırakmak hususunda serbestsiniz.”
Kâbe’ye giden müşrikler Ebu Talib’in anlattıklarının aynısını gözleriyle gördüler. Boykot kararının aleyhinde hatırı sayılır birkaç kişi de ortaya çıkınca boykot ortadan kaldırıldı.
Ancak üç yıllık boykotun ardından Ebu Talib’in ölümü müşriklere fırsat verdi ve Hz. Peygamber’in bizzat kendisi birçok hakarete ve sataşmaya hedef oldu. İslâm’ı tebliğ için gerekli ortam bulunamayınca çare Akabe biatlarıyla İslâmiyet’e giren Medine’ye hicret etmekti.
Müslümanlar canlarıyla ve mallarıyla imtihan oldukları, aç susuz bırakıldıkları Mekke’den yola çıktılar. Medine ahalisi, İkinci Akabe Biatı’nda Hz. Peygamber’i ve dolayısıyla Mekkeli müslümanları şehirlerine davet ederek geldikleri takdirde canlarını, mallarını, kendi çocuklarını ve kadınlarını korudukları gibi koruyacaklarına, rahat günlerde de sıkıntılı anlarda da Hz. Peygamber’e tâbi olacaklarına and içerek biatta bulunmuşlardı. Hz. Peygamber bu biatı kabul etti. Önce ashabını Medine’ye gönderdi. Sonra da kendisi Medine’yi şereflendirdi. Medineli müslümanlar sözlerini tuttular. Mekkeli müslümanlara en güzel şekilde davranıp yardımcı oldular. Ensar olma faziletine ulaştılar. Muhacirlerden sonra İslâm’ın en seçkinleri olma payesine ulaştılar.
Ensar ahlâkı devam ediyor
Ensar kelimesi “yardım etmek” anlamındaki “nasr” kökünden türemiştir ve “yardım edenler” manasına gelir. Hz. Peygamber’i ve muhacirleri yurtlarında barındırmak ve korumak suretiyle onlara büyük yardımda bulunan Medineli müslümanlar için kullanılmıştır.
Ensar sadece bir vasıf değil yardımlaşma ve birlik olma halidir. İslâm’ın tebliğinden itibaren müslümanlar hep bir ve diri olmuşlar, başlarına gelen her imtihanda yine tek vücut ayağa kalkmışlardır. Komşusu aç iken tok yatmamayı bir şiar olarak görmüşlerdir. “Kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin ihtiyacını da Allah giderir” ve “Bir kimse kardeşine yardım ettiği müddetçe Allah da ona yardımını sürdürür” mealindeki hadisleri kendilerine ilke edinmişlerdir.
Bugün ensar ahlâkıyla yapılan yardımlaşma ve birlikteliğe tekrar tanık oluyoruz. Depremden sonraki saatler içinde arama kurtarma ekipleri organize olup işe koyuldu. Sahadaki eksikler hakkında değerlendirmeler yapıldı ve yardımlar başladı. “Hiç canınızı düşünmüyor musunuz, tehlikeli değil mi?” diye soran muhabire “Bizim canımız yok şu anda. Bizim canımız şu anda Türkiye” dediler.
Deprem anında hastanede bulunan hemşireler kaçmak yerine bebeklerin bulunduğu kuvözlere sarıldılar. “Kendimiz ve ailemiz aklımızın ucundan bile geçmedi. Tek korkumuz bebeklerin başına bir şey gelmesiydi. Onlar çıkamazlar, yardım isteyemezler” dediler.
Sabah güne deprem haberiyle uyanan Türkiye’nin bütün şehirlerinde büyük bir seferberlik başladı. Her dakika çok önemliydi ve yanlış bilginin, boşa harcanan zamanın telafisi yoktu. Elde edilen bilgiler araştırılarak teyit edildi ve ilgili yerlere doğru bilgi akışı sağlanmaya başlandı. Tespit edilen ihtiyaçlar başka şehirlerden yardımlarla tırlara yüklenerek yola çıktı.
Dedeler, nineler şefkati
Türkiye’nin her yerinden milyonlarca para, elbise, yorgan, giyecek, yiyecek tasadduk edildi. 87 yaşındaki Sultan nine sobasını şu sözlerle gönderdi: “Sobamı gönderiyorum. İsterseniz içine de odun doldurayım, karaciğerim, yavrularım. Ne derseniz onu koyarım yavrularım. Yorganınızı, neyinizi koydum. Güle güle yatın yavrularım. Yastığınızı koydum. Yiyecek içeceğinizi hep koydum yavrularım.”
70 yaşındaki Karslı Sarıgül nine düvesini satıp parasını yolladı. Bu haber duyulunca kendisine düve hediye edildi. Bu düveyi de tekrar Allah yolunda tasadduk etti. Ayrıca kendi ördüğü patikleri de gönderirken şunları söyledi: “Elimle örmüşem. Bunları hep onlara göndereceğim. Helallar olsun. Sabahtan üşümesinler. Hepsine göndereceğim. Ne yapam elimden geldiği kadar. O günden bu yana üzüliyrem, tesbih çekiyrem, dua okiyrem.”
Özbekistanlı 99 yaşındaki Züleyha nine, Iraklı engelli karı koca Hurşide nine ve Ali dede emekli maaşını tasadduk etti. Hurşide nine şöyle dedi “Yıkılan tüm o evleri görünce dayanamadım, vicdanım kabul etmedi. Acımdan dayanamadım, sabaha kadar gözüme uyku girmedi. O insanların cenazelerini görüp de nasıl dayanabilirim?”
Azerbaycanlı Hikmet amca borç alıp tasadduk ederken gözleri dolarak şunları söyledi: “Ay sonunda emekli maaşımı aldığımda borç aldığım parayı iade edeceğim. Türkiye bekleyemez.”
Küçük Nisanur en sevdiği oyuncak ayısını gönderdi ve yazdığı şu notu da yanına ekledi. “İnşallah depremden kurtulursunuz. Size yardım edebileceğim kadar her şeyi göndereceğim.”
74 yaşındaki Balıkesirli Mehmet amca umre için biriktirdiği parayı tasadduk etti: “Deprem olunca parayı buraya verdim. Kalbim beni buraya çekti. Hepsine dua ediyorum.”
Ayrıca sokaktaki hayvanlar da unutulmadı. Farklı noktalara mamalar bırakıldı. Sadece maddi değil manevi ve psikolojik yardımlar oldu. Çocuklar için çadırlar kuruldu. Yaşadığı yerden hicret etmek zorunda kalan depremzedeler için birçok yer ücretsiz hizmet verdi.
Özel şirketlerden binlerce konut bağışında bulunuldu. Yayınevleri gezici kütüphaneler projesi oluşturdu. Dualar, salavatlar, hatimler okundu. Deprem bölgesindeki camilerin yıkık ya da hasarlı olması sebebiyle ezanlar polis araçlarından okundu.
Hep birlikte ayakta duracağız
Tartışmalarımızın, farklılıklarımızın, kavgalarımızın ne kadar saçma olduğunun farkına vardık. Depremzedeler muhacir, diğerlerimiz ensar gibi oldu adeta. Medineli müslümanlar muhacirleri öz kardeşleri gibi kabul ettiler ve ellerindeki her imkânı onlarla paylaşmak istediler. Tüm ülke de depremzedeleri öz kardeşleri gibi kabul ettiler. Kimi evlerini paylaştı kimi yurtlarını.
Şimdi birbirimizden ayrı düştüğümüz fitne zamanlarına geri dönmememiz ve bu birlik beraberlik, yardımlaşma devrini, ensar ahlâkını sürekli kılmamız gerekiyor. Aramızdaki din kardeşliğini hatırlamamız ve hatırlatmamız gerekiyor. Yeni afetler için tedbir almamız ve bir dahakine daha hazırlıklı olmamız gerekiyor. Alemlerin Rabbi şöyle buyuruyor:
“Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları öz canlarına tercih ederler.” (Haşr, 9)
Hicret ruhu, Fetih ruhu, Çanakkale ruhu bu yardımlaşmanın birer tezahürüydü. Her sıkıntıdan imanımızla, kardeşliğimizle bir türlü çıkmayı bildik. Bugün de aynı birlikteliği görüyoruz. Allah yaptığımız ve yapacağımız her türlü tasadduku ve hizmeti kabul eylesin. Önümüzde tekrar inşa etmememiz, tekrar fethetmemiz gereken şehirler ve gönüller var.
Gayret bizden, tevfik Allah Teâlâ’dan…