- Bir gece ansızın en tatlı yerindeyken uykuların,
- Ya da bir gün ortasında, telaşların ve koşturmacaların…
- O yaman sarsıntı ile sarsıldığında yer; içindekileri, taşıyamadıklarını attığında,
- “Ne oluyor, neler oluyor?” dediği zaman insanın,
- Tüm haberlerini anlatmaya başlamadan önce yer, “Ey insan, ben buradayım!” demiştir.
- “Ben buradayım” demiştir gök.
- Farkında olmadan üstünde gezindiğimiz yer, farkında olmadan altında yaşadığımız gök, farkında olmadan yaşadığımız hayat “Ben buradayım” demiştir.
- O yaman sarsıntıyla sarsıldığı zaman…
- O Anlar, O Acı
- Hatıralar…
Depremi, “Yer kabuğunun derin katmanlarının kırılıp yer değiştirmesi veya yanardağların püskürme durumuna geçmesi yüzünden oluşan sarsıntı, yer sarsıntısı, hareket, zelzele” diye tarif eder sözlükler, kitaplar. Acı diye yaşar, kayıp diye anlatır, korku diye bilir insanlar. Acıların tarihi diye okunur depremlerin tarihi.
Sel, heyelan, fırtına gibi doğal afetler arasında belki insanları en fazla etkileyen ve en büyük yıkımı oluşturan depremlerdir. Bugün olduğu gibi tarihte de pek çok büyük küçük deprem yaşanmıştır. Küçük depremler unutulup geçmiş, büyük depremler ise yaşattıklarıyla derin izler bırakmış, toplum hafızasına silinmeyen sahneler olarak kazınmıştır. Ülkemizde de yakın zamanlarda yaşadığımız Düzce Depremi, Gölcük Depremi, İzmir Depremi ve Van Depremi gibi depremlerin hatıraları hala canlıdır. Bu hatıralarla yaşıyorken bir sabah yine bir acıyla uyanır ülkem. 6 Şubat 2023; yer Kahramanmaraş, Diyarbakır, Gaziantep, Hatay, Malatya, Adıyaman, Adana, Şanlıurfa, Osmaniye, Kilis… Yer Türkiye. Yer, insanın, bir canın olduğu her yer.
İçindekiler:
Bu Toprakların Acısı
Her nereye bir ateş düşse içimiz, gönlümüz yanar. Böyle bir kültürün, böyle bir inanç ikliminin, böyle bir coğrafyanın içinde doğup büyümüşüzdür. Kendi toprağımızın acısı ise bir başkadır zira hatıraları sürer gider bu topraklarda.
Bugün olduğu gibi bu topraklarda tarihte de depremler olmuştur. Bu depremlerden bazıları da yaşattıklarıyla insanımızı derinden etkilemiştir. Bu topraklarda yaşanan en büyük depremlerden biri Osmanlı döneminde, İstanbul’da, “Kıyamet-i Suğra” yani “Küçük Kıyamet” olarak isimlendirilen 1509 depremidir. Osmanlı kayıtlarında geniş yer tutan bu şiddetli depremde İstanbul’da birçok bina yerle bir olmuş, beş ila on bin arasında kişi canından olmuştur.
Bir başka deprem ise yine İstanbul ve çevresinde hissedilen, etkileri ve şiddetiyle 99 Gölcük depremiyle benzerlik gösteren 1719 depremidir. İzmit merkezli depremde İstanbul, Yalova, Sapanca ve Düzce etkilenmiştir.
Depremi yaşayanların hatıra ve notları da yaşanılanların dehşetini gözler önüne sermede önemli vesikalardır. Fındıklı Silahtar Mehmed Ağa “Nusretname” adlı eserinde depremi şöyle aktarmaktadır: “Galata zindanı yanındaki hisarın duvarı yıkıldı. Duvarın dibindeki kebapçı dükkanında yıkıntılar altında dört kişi kaldı; birisi kurtarıldı, diğerleri öldü. İzmit şehrinin beşte dördü yıkıldı. Yıkıntılar altında kalan 4.000 kadar insan helak oldu. Altı tane cami yıkılıp, yıkıntıları altında 600 kadar insan öldü. Eski devirden kalmış olan ve şehre su getiren kemerlerden beşi yıkıldı. Yalova kasabasının yarısı yıkıldı. Karamürsel kasabasının ise bütünü yıkıldı. Kazıklı kasabası yere geçti. Sabanca kasabası ve Düzce kasabası yıkılıp, halkının çoğunluğu öldü.”
1766 yılında İstanbul’da meydana gelen depremde ise yaklaşık dört bin kişi canından olmuş, Fatih Camii tamamen yıkılırken diğer büyük camiler de kısmen zarar görmüştür. Devrin padişahı III. Mustafa bir süre çadırda kaldıktan sonra Edirne’ye gitmiştir.
31 Mart 1901 tarihindeki İnebolu depremi ise Kurban Bayramının birinci günü saat 10 sularında bayramlaşma esnasında gerçekleşmiş, İstanbul’un bazı semtleri ve İzmit’te hissedilmiştir. O saatlerde resmi bayramlaşma olmaktadır. Hazır bulunan yabancı memurlar ve sefirler büyük bir telaş gösterdikleri halde II. Abdülhamid İslam’ın kudreti ve şanına yaraşır şekilde tam bir teslimiyet ve tevekkül örneği göstererek ferman buyurmuş, telaş ve heyecanın yatıştırılmasını sağlamıştır. Deprem yabancı basın tarafından oldukça ilgi görmüş, depremden ziyade de Abdülhamit’in sergilediği tavır haberlere konu olmuştur. Bu haberlerden bazıları siyasi ve padişahı küçük düşürmeye çalışan haberler olsa da pek çok yabancı gazete herkesin telaş içinde olduğu deprem anında padişahın sergilediği sağlam ve soğukkanlı duruştan övgüyle söz etmiştir. Zaten Sultan Abdülhamit’in padişahlığı döneminde afet yönetimi konusunda da büyük değişimler yaşanmıştı. Depremlerin İstanbul’da haber alınmasıyla birlikte geniş bir ekip oluşturuluyor; doktor, erzak, çadır gibi ihtiyaçlar ivedilikle deprem bölgesine yola çıkıyordu. Abdülhamit, yaşanan büyük depremlerde afetzedelerin ihtiyaçlarının karşılanması için çoğunlukla kendisinin başkanlık ettiği bir iane komisyonu kurulmasını da sağlamıştır. Bu komisyon sayesinde hayırseverlerin yardımları afetzedelere ulaştırılmış, böylece devlet hazinesinden para çıkmasına gerek kalmadan afetzedelerin yaraları büyük ölçüde sarılmıştır.
Dünden Bugüne…
Bu topraklarda soğuk bir gece vaktidir. Yer Erzincan’dır, Niksar’dır, Reşadiye’dir. Yer vatandır. Pek çok kişinin saati o an durur.
26 Aralık 1939’da, gece vakti meydana gelen Erzincan Depremi, yüzyılın en büyük depremlerinden biri olarak kayıtlara geçmiştir. Hasar ve can kaybına sebep olması bakımından Türkiye’de meydana gelen en şiddetli depremlerden biridir. Depremde 33 bine yakın kişi hayatını kaybetmiştir. 360 km’lik çok geniş bir alanda etkisini gösteren deprem halk arasında “Büyük Hareket” adıyla anılmıştır. Soğuk kış günlerine denk gelmesi yıkımın etkisini arttırmıştır. Yıkılan evler yüzünden yollar kapanmış, Niksar ve Reşadiye’ye giden yardımlar gecikmiş, bu nedenle can kaybı da artmıştır. Cenazeler ancak araçlarla toplanabilmiştir. Çeşmeler kurumuş; gecelerin uzun, günlerin ise kısa olması nedeniyle arama kurtarma faaliyetleri de güçlükle sürdürülebilmiştir.
Sızılar, Mısralar
Toplumları derinden etkileyen göç, savaş, doğal afetler gibi hadiseler kalem ehli olan insanları da gönülden etkilemiş, onların bu konularda romandan şiire, destandan hikayeye nice eser vermelerine neden teşkil etmiştir. Özellikle destan tarzındaki eserlerde depremin ne zaman nerede meydana geldiği, deprem anında ve sonrasında neler yaşandığı ile ilgili bilgilerin yanında depremle ilgili nasihat ve duaları da görmek mümkündür. Klasik edebiyatımızda bu tip eserler “Zelzelename” ya da “Risale-i Zelzele” ismiyle müstakil olarak veya başka eserlerin içinde bir bölüm olarak neşredilmiştir.
- Kimi zaman Küçük Kıyamet oldu adı, kimi zaman Büyük Hareket.
- Ne denilirse denilsin adına, acı oldu her birinin bıraktığı.
- Acı olarak kazındı hafızalara, acı olarak döküldü satırlara.
- Yer büyük bir sarsıntıyla sarsılıp, bütün haberlerini dökmeden, anlatmadan önce önden bir haber verişti sanki kıyameti.
- Sonrası yaşamaktı sanki mahşeri.
- Kaç can gitti, kaç canlar gitti fark eder miydi?
- Her can kendi başına düşerdi toprağa, kendi haberleriyle yüzleşirdi.
- Kalanlar ise bakakalırdı göğe, bakakalırdı yere kendi haberleriyle.
- Çok şey anlatırdı gökler, çok şey anlatırdı yerler sabredenlere.
- Üstünden geçip gidenlerin hikayelerini anlatırdı yer, üstünden öylece geçip gidenlere.Bir gece ansızın en tatlı yerindeyken uykuların,
- Ya da bir gün ortasında, telaşların ve koşturmacaların…
- O yaman sarsıntı ile sarsıldığında yer; içindekileri, taşıyamadıklarını attığında,
- “Ne oluyor, neler oluyor?” dediği zaman insanın,
- Tüm haberlerini anlatmaya başlamadan önce yer, “Ey insan, ben buradayım!” demiştir.
- “Ben buradayım” demiştir gök.
- Farkında olmadan üstünde gezindiğimiz yer, farkında olmadan altında yaşadığımız gök, farkında olmadan yaşadığımız hayat “Ben buradayım” demiştir.
- O yaman sarsıntıyla sarsıldığı zaman…
- O Anlar, O Acı
- Hatıralar…
Depremi, “Yer kabuğunun derin katmanlarının kırılıp yer değiştirmesi veya yanardağların püskürme durumuna geçmesi yüzünden oluşan sarsıntı, yer sarsıntısı, hareket, zelzele” diye tarif eder sözlükler, kitaplar. Acı diye yaşar, kayıp diye anlatır, korku diye bilir insanlar. Acıların tarihi diye okunur depremlerin tarihi.
Sel, heyelan, fırtına gibi doğal afetler arasında belki insanları en fazla etkileyen ve en büyük yıkımı oluşturan depremlerdir. Bugün olduğu gibi tarihte de pek çok büyük küçük deprem yaşanmıştır. Küçük depremler unutulup geçmiş, büyük depremler ise yaşattıklarıyla derin izler bırakmış, toplum hafızasına silinmeyen sahneler olarak kazınmıştır. Ülkemizde de yakın zamanlarda yaşadığımız Düzce Depremi, Gölcük Depremi, İzmir Depremi ve Van Depremi gibi depremlerin hatıraları hala canlıdır. Bu hatıralarla yaşıyorken bir sabah yine bir acıyla uyanır ülkem. 6 Şubat 2023; yer Kahramanmaraş, Diyarbakır, Gaziantep, Hatay, Malatya, Adıyaman, Adana, Şanlıurfa, Osmaniye, Kilis… Yer Türkiye. Yer, insanın, bir canın olduğu her yer.
Bu Toprakların Acısı
Her nereye bir ateş düşse içimiz, gönlümüz yanar. Böyle bir kültürün, böyle bir inanç ikliminin, böyle bir coğrafyanın içinde doğup büyümüşüzdür. Kendi toprağımızın acısı ise bir başkadır zira hatıraları sürer gider bu topraklarda.
Bugün olduğu gibi bu topraklarda tarihte de depremler olmuştur. Bu depremlerden bazıları da yaşattıklarıyla insanımızı derinden etkilemiştir. Bu topraklarda yaşanan en büyük depremlerden biri Osmanlı döneminde, İstanbul’da, “Kıyamet-i Suğra” yani “Küçük Kıyamet” olarak isimlendirilen 1509 depremidir. Osmanlı kayıtlarında geniş yer tutan bu şiddetli depremde İstanbul’da birçok bina yerle bir olmuş, beş ila on bin arasında kişi canından olmuştur.
Bir başka deprem ise yine İstanbul ve çevresinde hissedilen, etkileri ve şiddetiyle 99 Gölcük depremiyle benzerlik gösteren 1719 depremidir. İzmit merkezli depremde İstanbul, Yalova, Sapanca ve Düzce etkilenmiştir.
Depremi yaşayanların hatıra ve notları da yaşanılanların dehşetini gözler önüne sermede önemli vesikalardır. Fındıklı Silahtar Mehmed Ağa “Nusretname” adlı eserinde depremi şöyle aktarmaktadır: “Galata zindanı yanındaki hisarın duvarı yıkıldı. Duvarın dibindeki kebapçı dükkanında yıkıntılar altında dört kişi kaldı; birisi kurtarıldı, diğerleri öldü. İzmit şehrinin beşte dördü yıkıldı. Yıkıntılar altında kalan 4.000 kadar insan helak oldu. Altı tane cami yıkılıp, yıkıntıları altında 600 kadar insan öldü. Eski devirden kalmış olan ve şehre su getiren kemerlerden beşi yıkıldı. Yalova kasabasının yarısı yıkıldı. Karamürsel kasabasının ise bütünü yıkıldı. Kazıklı kasabası yere geçti. Sabanca kasabası ve Düzce kasabası yıkılıp, halkının çoğunluğu öldü.”
1766 yılında İstanbul’da meydana gelen depremde ise yaklaşık dört bin kişi canından olmuş, Fatih Camii tamamen yıkılırken diğer büyük camiler de kısmen zarar görmüştür. Devrin padişahı III. Mustafa bir süre çadırda kaldıktan sonra Edirne’ye gitmiştir.
31 Mart 1901 tarihindeki İnebolu depremi ise Kurban Bayramının birinci günü saat 10 sularında bayramlaşma esnasında gerçekleşmiş, İstanbul’un bazı semtleri ve İzmit’te hissedilmiştir. O saatlerde resmi bayramlaşma olmaktadır. Hazır bulunan yabancı memurlar ve sefirler büyük bir telaş gösterdikleri halde II. Abdülhamid İslam’ın kudreti ve şanına yaraşır şekilde tam bir teslimiyet ve tevekkül örneği göstererek ferman buyurmuş, telaş ve heyecanın yatıştırılmasını sağlamıştır. Deprem yabancı basın tarafından oldukça ilgi görmüş, depremden ziyade de Abdülhamit’in sergilediği tavır haberlere konu olmuştur. Bu haberlerden bazıları siyasi ve padişahı küçük düşürmeye çalışan haberler olsa da pek çok yabancı gazete herkesin telaş içinde olduğu deprem anında padişahın sergilediği sağlam ve soğukkanlı duruştan övgüyle söz etmiştir. Zaten Sultan Abdülhamit’in padişahlığı döneminde afet yönetimi konusunda da büyük değişimler yaşanmıştı. Depremlerin İstanbul’da haber alınmasıyla birlikte geniş bir ekip oluşturuluyor; doktor, erzak, çadır gibi ihtiyaçlar ivedilikle deprem bölgesine yola çıkıyordu. Abdülhamit, yaşanan büyük depremlerde afetzedelerin ihtiyaçlarının karşılanması için çoğunlukla kendisinin başkanlık ettiği bir iane komisyonu kurulmasını da sağlamıştır. Bu komisyon sayesinde hayırseverlerin yardımları afetzedelere ulaştırılmış, böylece devlet hazinesinden para çıkmasına gerek kalmadan afetzedelerin yaraları büyük ölçüde sarılmıştır.
Dünden Bugüne…
Bu topraklarda soğuk bir gece vaktidir. Yer Erzincan’dır, Niksar’dır, Reşadiye’dir. Yer vatandır. Pek çok kişinin saati o an durur.
26 Aralık 1939’da, gece vakti meydana gelen Erzincan Depremi, yüzyılın en büyük depremlerinden biri olarak kayıtlara geçmiştir. Hasar ve can kaybına sebep olması bakımından Türkiye’de meydana gelen en şiddetli depremlerden biridir. Depremde 33 bine yakın kişi hayatını kaybetmiştir. 360 km’lik çok geniş bir alanda etkisini gösteren deprem halk arasında “Büyük Hareket” adıyla anılmıştır. Soğuk kış günlerine denk gelmesi yıkımın etkisini arttırmıştır. Yıkılan evler yüzünden yollar kapanmış, Niksar ve Reşadiye’ye giden yardımlar gecikmiş, bu nedenle can kaybı da artmıştır. Cenazeler ancak araçlarla toplanabilmiştir. Çeşmeler kurumuş; gecelerin uzun, günlerin ise kısa olması nedeniyle arama kurtarma faaliyetleri de güçlükle sürdürülebilmiştir.
Sızılar, Mısralar
Toplumları derinden etkileyen göç, savaş, doğal afetler gibi hadiseler kalem ehli olan insanları da gönülden etkilemiş, onların bu konularda romandan şiire, destandan hikayeye nice eser vermelerine neden teşkil etmiştir. Özellikle destan tarzındaki eserlerde depremin ne zaman nerede meydana geldiği, deprem anında ve sonrasında neler yaşandığı ile ilgili bilgilerin yanında depremle ilgili nasihat ve duaları da görmek mümkündür. Klasik edebiyatımızda bu tip eserler “Zelzelename” ya da “Risale-i Zelzele” ismiyle müstakil olarak veya başka eserlerin içinde bir bölüm olarak neşredilmiştir.
- Kimi zaman Küçük Kıyamet oldu adı, kimi zaman Büyük Hareket.
- Ne denilirse denilsin adına, acı oldu her birinin bıraktığı.
- Acı olarak kazındı hafızalara, acı olarak döküldü satırlara.
- Yer büyük bir sarsıntıyla sarsılıp, bütün haberlerini dökmeden, anlatmadan önce önden bir haber verişti sanki kıyameti.
- Sonrası yaşamaktı sanki mahşeri.
- Kaç can gitti, kaç canlar gitti fark eder miydi?
- Her can kendi başına düşerdi toprağa, kendi haberleriyle yüzleşirdi.
- Kalanlar ise bakakalırdı göğe, bakakalırdı yere kendi haberleriyle.
- Çok şey anlatırdı gökler, çok şey anlatırdı yerler sabredenlere.
- Üstünden geçip gidenlerin hikayelerini anlatırdı yer, üstünden öylece geçip gidenlere.