Kategoriler
Kişisel Gelişim

En Temizinden, En Güzelinden

“Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve sizin için rızık olarak yerden çıkardıklarımızdan hayra harcayın. Size verilse gözünüzü yummadan almayacağınız kötü malı hayır diye vermeye kalkışmayın. Bilin ki Allah zengindir, övgüye layıktır.” (Bakara 267)

Cenâb-ı Hak, kullarını rızıklarını helal yollarla kazanacak kabiliyette yaratmıştır. İnsanoğlu O’nun lütfuyla, bu özelliği sayesinde başkalarına el açmadan hayatını sürdürebilir. Kişinin yediği şeylerin en temizi kendi kazancıdır. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyurur ki:“Hiç kimse kendi çalışmasıyla kazandığından daha hayırlı bir yiyecek yememiştir. Allah’ın peygamberi Dâvud da kendi elinin emeğinden yerdi.” (Buhârî, Kitâbu’l-Buyû’ 15, 3/9)

Kazanmada ve harcamada ölçüler

Müberrâ dinimiz kazanç elde etme ve biriktirmede nasıl bazı hükümler ortaya koymuşsa, kazanılan malın kullanılmasında da şer’î ölçülere uygun hareket edilmesini emretmiştir. Helal kazanmak ve bu helal kazancı meşru çerçevede harcamak, infak etmek temeldir, asıldır.

Allah yolunda infak, Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde müminlere emir ve tavsiye edilmektedir. Hatta müminlerin en belirgin vasıflarından birinin mallarını Allah için infak etmeleri olduğu ayet-i kerimelerin işaret ettiği manalardandır.

Herkes kendi ebediyeti adına ne harcadığına, Rabbi’nin emriyle neyi elinden çıkardığına bakmalıdır. Bütün bunlara baktıktan sonra yarın Hakk’ın divanında önüne çıkacak şeye nazar kılmalıdır. Hakikatte her şey Cenâb-ı Rabbü’l-Âlemîn’e aittir ve O’nun lütfudur. “Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin mülkü kendisine ait olan Allah ne yücedir!”buyurulur. (Zuhruf 85)

Hal böyleyken Cenâb-ı Hak, kendi bahşettiği nimetlerden infakta bulanan kullarının verdiklerini onlara nispet ederek lütuf üstüne lütufta bulunmaktadır.Mümin için dünyada hiçbir şey Allah Teâlâ’nın rızasını kazanmaktan daha önemli ve üstün değildir.

Kendi varlığı da dâhil olmak üzere sahip olduğu her şeyin tek ve hakiki sahibi Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla müminin, kendisinde emanet olarak bulunan malını, malın asıl sahibinin gösterdiği istikamette kullanması, harcaması kulluğun bir gereğidir.

İnfak kime yarar?

İnfak sahibi, yaptığı infakla kendisi için âhiret hazırlığı yapmaktadır. Verdiğinin daha güzelini orada bulacaktır. Aklı olan bundan ibret alır ve âhiret için en iyisini göndermenin gayreti içerisinde olur.

Âhiret için hazırlık yapmayanlar ise orada ebedi saadetten mahrum kalacaklardır. Çünkü dünya âhiretin tarlasıdır. İnfak, “Cenâb-ı Hakk’ın rızasını ve hoşnutluğunu elde etmek için müminin O’nun kendisine emanet ettiği mal ve servetten harcama yapması; başta en yakın akrabaları, komşuları, din kardeşleri olmak üzere bütün insanlığa faydalı olmak için gayret sarf etmesidir.

İnfakı zenginlerin fakirlere bir hibesi, lütfu olarak görmemelidir. İnfak, fakirin zenginlerin malları üzerindeki hakkıdır. Nitekim “Onların (zenginlerin) mallarında muhtaç ve yoksullar için bir hak vardır.” buyurulmuştur. (Zariyat 19)Allah Teâlâ

Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette infak edenleri överken, bazı ayetlerde de bunu yapmayanların âhirette maruz kalacağı kaçınılmaz sonu haber vererek müminleri uyarmaktadır: “Allah’ın lütfundan kendilerine verdiği nimette cimrilik gösterenler, sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Aksine, bu onlar için kötüdür. Cimrilik ettikleri mal kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Âl-i İmran 180)

Tefsirlerde açıklandığı üzere, konu ettiğimiz Bakara suresinin 167. ayet-i celilesi müminlere kazanç yollarını; Allah yolunda infak etme emrini ve emredilen infakın nasıl olması ve infakın ne yolla yapılması gerektiğini beyan eder. İfade biçiminden ve söz diziminden anlaşılan bir diğer mana da, en güzel kazanç yolunun ticaret ve ziraat olduğudur.

Ayet-i celilede geçen infak emrinden maksadın ne olduğu hakkında müfessirler muhtelif görüşler ileri sürmüşlerdir. Bazıları buradaki infakın farz olan zekât olduğunu, bazıları da nafile sadakalar kastedildiğini söylemiştir.

Bazıları da her ikisi birdendir demişlerdir. Konunun detayı fakihlerimiz tarafından fıkıh kitaplarında ayrıntılı bir şekilde izah edilmiştir. Daha geniş bilgi edinmek isteyenler, fıkıh kitaplarının zekâta tâbi mallar bölümüne başvurabilirler.

Zenginlik ve servetin kaynağı

Zenginlik ve servetin kaynağı ikidir: Birincisi, kişinin kendi emek ve gayretiyle, bilgi ve sanatıyla doğrudan veya dolaylı olarak elde ettiği gelirlerdir. Miras da buna dâhildir. İkincisi tabii kaynaklardan çıkarılanlardır ki topraktan, denizden ve havadan elde edilen kazançtır. Geriye bu iki kaynağın (emek ve doğal kaynakların) birleştirilmesi sonucunda elde edilen kazanç şekli kalır ki onda da kısmen emeğin, kısmen de tabiatın payının büyük olduğu görülür. Hangisi daha ağır basıyorsa o tarafa bakarak durum değerlendirmesi yapılır. Sonuçta bütün kazanç yolları bu iki sebepten birine çıkar. Ayet-i celilede öne alınmış olmasından anlaşılıyor ki, insanlar için kendi emeğine ve çalışmasına dayanan kazanç daha öncelikli ve yaygındır. Doğal kaynaklardan kazanç elde etmek de bir anlamda yine buna bağlıdır. İnsandaki emek ve gayret özelliği, ona yaratılıştan ihsan edilmiş olan donanımın kullanılması demektir. Bunlar da hiçbir emek karşılığı olmadan doğuştan ihsan edilmiş kuvvetler, kabiliyetler ve sebeplerdir. Emek dediğimiz şey, işte bu kuvvet ve kabiliyetlerin geliştirilmesi ve yerli yerinde kullanılması anlamına gelir.

Bozuk hurmalarAyet-i celilenin sebeb-i nüzulü ile ilgili şöyle bir rivayet vardır: Berâ radıyallahu anhunun şöyle dediği nakledilir: “Size verilse gözünüzü yummadan almayacağınız kötü malı hayır diye vermeye kalkışmayın” ayeti biz Ensar topluluğu hakkında nâzil oldu. Bizim hurmalarımız vardı. Azlığına çokluğuna göre hurma getirir, bir iki salkım mescide asardık. Ashâb-ı Suffe’nin yiyeceği yoktu. Aralarından biri acıktığı vakit salkımın altına gelir, değneğiyle vurup yaşından, kurusundan düşürür, yerdi. Bazılarımız da caiz zannederek ham, bozuk ve çürük şeyler getirmişlerdi. Bunun üzerine Allah Teâlâ bu ayeti indirdi. Bundan sonra her birimiz bulunanın en iyisinden getirdik. (Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân:35/218, No:2987)Başka bir ayet-i celilede Cenâb-ı Mevlâ mealen; “Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe hakiki iyiliğe ulaşamazsınız.”buyurur (Âl-i İmran 92) Şu halde Allah yolunda harcamanın malın sevilen kısmından yapılması, yapanı “hakiki iyilik” derecesine ulaştırır. İyi ve güzel şeylerAyetin Arapça aslında geçen “tayyibât”kelimesi Keşşâf Tefsiri’nde “malın iyileri” olarak tefsir edilmiş ve ayete “elde ettiklerinizin iyilerinden verin” manası verilmiştir. Yine ayet-i celilede geçen “habîs”ise tayyibin zıddıdır ve “insana kötü gelen” manasındadır. “Tayyib” kelimesinin helal değil de iyi ve güzel şeklinde tefsir edilmesiyle ilgili şöyle denilmiştir: “İnfak ediniz” emrinden, harcanacak şeyin helal olması gerektiği zaten bellidir. Çünkü haram maldan infak edilmesi emredilmez. Aynı şekilde ayetin “kötü ve değersiz şeyleri vererek hayra kalkışmayın” kısmı da ayetin manasının, “kazandıklarınızdan hoşa gidecekleri, güzel olanları verin” şeklinde olduğuna delalet etmektedir. Ayrıca “madenler, meyveler ve tahıllar gibi yerden sizin için çıkardığımız şeylerin iyisinden infakta bulununuz. Sakın, kötü ve değersiz şeyleri vermeye yeltenmeyin” buyurulmaktadır. Kimse adi ve değersiz şeyleri almak istemez. Ancak göz yumarak, istemeye istemeye alabilir. Mesela alacaklı olduğunuz biri, ona verdiğiniz iyi şey karşılığında daha değersiz bir şey getirse onu kabul etmezsiniz. Ancak ona çok ihtiyacınız varsa veya almadığınız takdirde hakkınız yok olacaksa zoraki alırsınız. Elbette Allah Teâlâ’nın infak edilen şeylere ihtiyacı yoktur. Bunu sadece kullarının menfaati için emretmektedir. Ayetin muhatapları O’nun yaptıkları infaktan “Ganî” olduğunu pekâlâ bilmekteydiler. Böyle olduğu halde Allah Teâlâ’nın bunu tekrar dile getirmesi, kötü ve değersiz şeyleri veren kimseleri azarlamak içindir. Aynı zamanda, böyle davranmanın kulun kendi durumunu bilmemekten kaynaklandığını bildirmek içindir. Çünkü bir kimse ancak kendisi muhtaç ya da mecbur olduğunda böyle düşük ve değersiz şeyleri verir. Bu da bir nevi düşüklüktür.Sadaka veren kimse çiftçiye benzer. Sahip olduğu araziden iyi mahsul elde edeceğine inanan çiftçi gereken önemi verir, tohumun da en iyisini eker. Çünkü mahsulün iyi ve bol olması için tohumun ne kadar mühim olduğunu bilir. İnfak da sonsuz bir bereketin tohumu ve ebedi hayatın bir parçası olduğundan, bu tohumun en temizinden seçilmesi lazım gelir. İnfakta bulunan kişinin Allah Teâlâ’ya, âhiret gününe imanı arttıkça malın iyisinden bolca sadaka verir. Çünkü o bilmektedir ki; “Şüphe yok ki Allah zerre kadar haksızlık etmez. (Kulun yaptığı iş, eğer bir kötülük ise onun cezasını adaletle verir.) İyilik olursa onu kat kat arttırır, kendinden de büyük mükâfat verir.” (Nisa 40) Dünyayı âhiretin tarlası olarak gören bir mümine yakışan, buraya kadar anlatılan şeyleri iyi düşünüp şeriata ve akla uygun olarak çalışmak, rızkını helal yoldan kazanmak, kendi emeğinin ve yerin sermayesinin ürünü olan gelirlerinin temiz ve iyilerinden infak etmektir. Çünkü kötü, bayağı ve değersiz şeyleri kendisi mecbur kalmadıkça almayı düşünmezken, Rabbi’ne olan borcunu bu değersiz şeylerden vermeye kalkışmamalıdır.Hak Sübhânehû ve Teâlâ en iyi bilendir.