Asıl fetih, fethedilen topraklarda yaşayan insanların fethi olduğuna göre bizler de bu gerçek fethe ulaşmak için bütün imkanlarımızla çok yönlü mücadele etmeliyiz. Bizatihi bu gayretin fetihten daha önemli olduğunu bilmemiz gerekir.
İslâm, aslî kaynaklarında kendisini kelime ve kavramlarla da ifade eder. Fakat mevcut kelime ve kavramların birçoğunu dönüştürmüştür. İslâm’ın dönüştürdüklerinin en önemlilerinden biri “fetih” kavramıdır. Fetih, İslâm’la yeni bir mazmun kazanıp tam olarak onunla hayat bulmuştur. Fetih ve işgal önceden eylem olarak bir görülürdü. Bu iki kavramın İslâm’la nasıl farklı isim ve manalara dönüştüğünü anlatmaya çalışacağız.
Sözlükte “açmak” manasına gelen “feth” terim olarak bir yerin İslâm hakimiyetine girmesini ifade eder. Fetihle yapılan aslında tam olarak açmaktır. Fetihle karanlık kaldırılıp aydınlığa açılır. Zulüm kaldırılıp adalete, küfür kaldırılıp imana… Mana-fiil uyumu bakımından bir fiile ancak bu kadar uyumlu bir isim verilebilir.
İslâm fetihleri üç aşamalı bir süreçte gerçekleştirilir: Mekânın fethi, zamanın fethi ve insanın fethi. İlk aşama mekânın fethidir. Bu, darülharp olan bir yerin yani küfrün hakim olduğu toprakların darülislâma dönüştürülmesidir. Mekânın fethi ile teklifin insanlara güçlü bir şekilde tebliğinin önündeki engeller kaldırılır. İslâm’ın insanlara hiçbir baskı altında kalmadan ve engelle karşılaşmadan tam ve doğru olarak duyurulması, anlatılması, öğretilmesi ve yaşatılması sağlanır. Zira toplumlar bir anlık tebliğden ziyade görerek ve tecrübe ederek teklifin mahiyetini anlayabilirler. Bunun için de uygun bir ortamın tesis edilmesi gerekir. Bu da ancak İslâm’ın bir güç olarak hakim olmasıyla gerçekleşir. İşte mekânın fethi ile bu ilk şart yerine getirilmiş olur.
Mekanın Fethi
Gerek Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem dönemindeki gerek sonraki ilk fetihlerde bunu ayan beyan görüyoruz. İslâm’ın henüz fethetmediği yerlerde insanların İslâm’a girişi ve fethettiği yerlerdeki İslâm’a girişi arasında büyük fark olduğunu anlıyoruz. Mekke’nin fethedildiği gün müslüman olan Mekkelilerin sayısı fethedilmeden önceki 20 yıl boyunca müslüman olanların sayısından fazlaydı. Aynı durum Taif için de geçerlidir. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellemin ahirete irtihalinin hemen akabinde sahabelerin cihad için dünyanın dört bir tarafına dağılmalarının sebebi bu idi. Hulefa-i Raşidin ve sonraki dönem mekân fetihlerinin temelinde cihanşümul İslâm’ın teklifinin güçlü bir şekilde her tarafa ulaştırılması yatmaktaydı. Eğer fetihler olmadan bu teklif ulaştırılmaya çalışılsaydı engellemeler, sıkıntılar, ihraçlar ve belki de tutuklamalar ve işkencelerle karşılaşılabilirdi… Hülasa bu mekânî fetihlerle kulun Cenâb-ı Allah’ı tanımasının önündeki engeller ortadan kaldırılarak bir yol açılıyordu. İslâm insanlara tebliğ ediliyor, küfür ile iman arasındaki setler yıkılarak insanlar önce teslim sonra da mümin oluyordu.
Zamanın Fethi
Mekân fethinin akabinde ikinci aşama zamanî fetihtir. Bu, mekânın fethinin kalıcılığıdır. Fethin kalıcı olması toprakların fethedilmesinden çok daha zordur. Tarih, toprakları ele geçirip kısa zaman içinde oraları kaybeden komutan, sultan ve devletlerle doludur. İslâm fetihlerinin en dikkate değer tarafı zamanın fethini gerçekleştirebilmesi, İslâm’ın oralarda hâkim güç olarak kalabilmesidir. Bu, oryantalistlerin bir türlü anlayamadığı bir vakıadır. Büyük çaplı savaş ve medeniyet tecrübesi olmayan, kadim medeniyet havzalarının dışında kalan, nüfusu nispeten az bir topluluk nasıl olup da dönemin süper güçlerini dize getirip mağlup etmiş, üstüne buralarda kalıcı olmuştur? Onlara göre hayret verici olan, fetihlerden ziyade bu kalıcılığı sağlamalarıdır. Gerçekten de İslâm fetihlerinin neredeyse tamamı (800 yıllık Endülüs’ü ve Osmanlı’nın 300-400 yıllık Avrupa hakimiyetini istisna edersek) kalıcı olmuştur. Mekân fetihleri kılıçla yapılsa da kalemle kalıcı olmuştur. Kılıçla zahirî engeller ortadan kaldırılmış; sonrasında ilimle, irfanla, adaletle, hoşgörüyle gönüllere girilmiştir. Zamanî fetihle İslâm’ın nuru ve tebliği asırlar boyunca gelen her nesle intikal etmiş, bu topraklarda kök salmıştır.
İnsanın Fethi
Son aşama olan insanî fethe gelince: Bu, İslâm’ın irfanî ve enfüsî boyutta insana nüfuz etmesidir. İnsanın fethi ile ancak fetih kemale ermiş, fetih süreci tamamlanmış olur. Her şeyde olduğu gibi nihai hedef insanın bizzat kendisidir. Bütün fetihlerin maksadı insanların kurtuluşudur. Toprakların ele geçirilmesi, gücün sağlanması, düzenin ve şeriatın hakim kılınması birer araç olup maksat insanın iman ve İslâm’la buluşması ve Rabb’ini tanımasıdır. Bu da ancak derinlemesine bir fetih olan kalbin ihyası ile mümkün olur. Mekânda fetih ümeranın (emirlerin), zamanda fetih ulemanın (alimlerin) işiyken insanda fetih urefanın (ariflerin) işidir. Fethin son halkası olan insanın fethiyle daha çok tasavvuf ehli ilgilenmiş, arif-i billah olan Allah dostları bu işe öncülük etmişlerdir. Böylece İslâm insanların gönüllerinde yer bulmuş, ihlas ve ihsanla kemale erdirilmeye çalışılmıştır.
Fethin daha iyi anlaşılması biraz da onun zıddı işgali anlamakla mümkündür. Sözlük anlamı “meşgul etmek” olan işgal, fethedilen bir yerin tekrar küffarın eline geçmesini ifade eder. Fetihle ortadan kaldırılan engeller işgalle tekrar geri gelir. Ancak işgal, manası itibariyle geçici bir durumdur. “Meşgul etmek, oyalamak” anlamında olması manidardır. Bu ifadeyle müslümanlara şu mesaj verilir: “Geçici olan bu durumu en kısa zamanda tekrar fetihle sonuçlandırmalı, bunun için gayret etmelisiniz”. Gerçekten de daha önce fethedilen yerlerin küffar tarafından işgal edilmesi müslümanları çok üzmüş ve orayı tekrar fethetmek, başka yerleri fethetmekten daha elzem görülmüştür. Bir dönem İskenderiye’nin, Kudüs’ün, Anadolu’nun bir kısmının ilk fethinden sonra işgal edilmesi, fakat daha sonra tekrar fethetmek için çok uğraşılması ve nihayet bunda muvaffak olunması gibi. Mesela bugün müslümanlar olarak bizler Endülüs’e (İspanya) farklı bir gözle bakarız. Oranın fethi ve akabindeki 800 yıllık İslâm hakimiyetinden sonra işgal edilmesi ve hâlâ o hal üzere bulunması müslümanları üzer. Keza bugün Balkan toprakları için de aynı durum söz konusudur.
Fethin İşgal Edilmesi
Son iki yüz yıldır işgal kelimesine fetih kelimesinden daha fazla aşina olduk. Son iki asır maalesef müslüman memleketlerin küffar tarafından işgal devri oldu. Bu işgaller bazen açıktan bazen gizli, bazen dışarıdan bazen içeriden, bazen zorla bazen isteyerek oldu. En kötüsü ise işgal edilirken fethettiğimizi zannetmekti. Devletlerimizi kurtarıp tekrar fethettiğimizi zannederken akabinde büyük bir işgale uğradığımızı fark ettik ya da edemedik. Bugün işgalin mahiyeti çok farklılaştı. Fetih ve işgal kavramları kadim manalarından uzaklaşarak içi boşaltıldı. Fetih, tarihi bir kavrama dönüşürken işgal her zamankinden daha fazla güncelleşip sıradanlaştı.
Bugün fethin ilk iki aşaması olan mekânî ve zamanî fetihle ilgili ciddi bir sorunumuz yok gibi görünüyor. İslâm fetihlerinin ve hakimiyetinin tarihte ulaştığı topraklar bugün de görünürde İslâm toprakları, devletler bağımsız müslüman devletler, toplumlar müslüman toplumlar. Ancak fethin üçüncü ve en önemli unsuru olan insan büyük bir işgal altında. Kalpler, zihinler, diller işgale uğramış halde.
Bugün bize düşen asıl fetih olan kalplerin, zihinlerin ve dillerin tekrar fethedilmesidir. Bunun için ilk çıkış noktamız alimlerin ve ariflerin kıymetini bilerek medreselerin ve tekkelerin ihya edilmesi olmalıdır. Her işgale uğradığımızda bizi tekrar fetihle buluşturan saiklerdir bunlar. Unutmamak gerekir ki işgal altındaki toprakların fethi bir sebep değil sonuçtur. Asıl fetih, fethedilen topraklarda yaşayan insanların fethi olduğuna göre bizler de bu gerçek fethe ulaşmak için bütün imkanlarımızla çok yönlü mücadele etmeliyiz. Bizatihi bu gayretin fetihten daha önemli olduğunu bilmemiz gerekir. “Tek başıma ben ne yapabilirim?” düşüncesini bir kenara atarak “şu işe bir katkı da ben yapabilirim” diyerek Hak yolunda adım atmalıyız. Büyük işlere muvaffak olanların başta tek bir kişi olduklarını, birden çoğa ulaştıklarını, ümitsizliklerin umuda, seferlerin zaferlere dönüştüğünü hatırlamamız lazım. Tek başıma ne yapabilirim diyenlere hatırlatmak gerekir ki kabirde, ahirette, Hak katında tek başımıza, kendi yaptıklarımızdan hesaba çekileceğiz. O halde tek tek her birimizin yaptıkları etki bakımından zayıf görünse de buna aldanmamalı, onların Hak katında çok kıymetli olduğunu idrak etmeliyiz.