İçeriğe geç

Garipler Kervanı

    Bâtılın tarafı her zaman kalabalık; hakkın tarafını tutanlar ise onlara nispeten daha az olmuştur. Garipler kervanında olmak bir ayrıcalıktır, lütuftur. Herkese nasip olmayan bir mertebedir. İnsanın, insan olarak kalma mücadelesidir, dinin hamisi olmaktır, inancı amele yansıtmaktır.

    Garip; kimsesiz, sır, anlaşılması güç, kendi yurdundan ayrılmış anlamlarına gelir. Gurebâ çoğuludur. Türkçede garip kelimesinin son anlamını ifade etmek için “gurbetçi” kelimesi de kullanılır. Asıl yurdu ahiret olduğu için mümin de bu dünyada garip sayılır. Müslümanın dünyada bir garip gibi yaşaması tavsiye edilir. Fakat insanın dünyada kendini bir gurbetçi gibi hissetmesi ve ana yurdu ahirete özlem duyması kolay değildir. Gurebâ arasında olmak ve o kervana katılmak çok zordur fakat çok üstün makamdır. Çünkü bu manada garip olmak, kendi kabuğuna çekilmek, kendi halinde bir hayat sürmek, etliye sütlüye karışmamak; insanlardan, dünyadan, dünyevî şeylerden uzak durmaktan ibaret değildir. Garip olmak, kendini dinin hizmetine vermek, sürekli nefis ve şeytanla mücadele halinde olmak, ateşe doğru giden yığınlar arasında bir elinde Kur’ân, diğerinde sünnet ile ayakta durabilmek; yeri geldiğinde dini ve inancı uğruna arkadaşlarından, akrabalarından ve hatta ailesinden ayrı kalabilmektir. Kısacası gariplik, Allah Teâla’ya tam kul olmaktır.

    Gönül ehli gurbeti ikiye ayırır: zâhirî ve bâtınî. Fasık ve günahkârlar arasındaki salih zatlar, riya ve nifak ehli arasındaki sadık ve ihlaslı kişiler, cahiller arasındaki âlimler ve Allah korkusundan mahrum dünya alimlerinin arasındaki âhiret alimleri zâhirî gurbet; insanlar ve hatta âlimler, âbitler ve zâhitlerin arasındaki ârifler ise bâtinî gurbettedirler.

    Ne Mutlu Gariplere!

    Âlimler garip olma halini itikat, amel ve ahlâk bakımından bir bozulma olduğunda insanın kendini muhafaza etmesi ve dinde yapılan tahrifata karşı ehl-i sünnet inancını, yaşantısını ve ahlâkını korumak, savunmak ve verilen zararı gidermek olarak iki şekilde değerlendirmektedir. Gariplerin mahiyetinden böylece az da olsa temas ettikten sonra bir hadis-i şerifin ışığında gariplerin özelliğini ve bu kervana katılanları analım.

    Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “İslâm garip geldi ve geldiği gibi de garip gidecek. Ne mutlu gariplere! Onlar (dini ihya etmek için) kabilesinden ayrılan azınlıklardır, insanlar kötüleştiğinde (onları) ıslah edenlerdir, dinleriyle beraber fitneden kaçanlardır, sünnet-i seniyyeye verilen zararı onaranlardır, kötü ve sayıca çok olan insan yığınları arasındaki sayıca az olan salihlerdir, onlara isyan edenler itaat edenlerden daha çoktur.” (Tirmizî, İmân, 13)

    İslâm’ın ilk zamanlarında her kabileden sadece birkaç kişi müslüman oluyordu. Onlar da hep korku içindeydi. Bazen kabileleri tarafından türlü eziyetlere maruz kalırlardı. Genelde sabrederler, kimi zaman da başka yerlere hicret ederlerdi. Kimisi işkence görüyor, kimi bu yolda şehit oluyordu. İşte, hadis-i şerifte sözü edilen gurebâdan maksat bunlardır. Fakat gurebâ, İslâm’ın sadece bu ilk gariplerinden ibaret değil; kıyamete kadar yürüyecek olan ve her dönemde başkalarının da katılacağı bir kervandır. Hadisin başındaki “Din garip başladı, garip bitecek” cümlesinden murat budur.

    Tuhaflık ve Gariplik

    İstikamet üzere yaşamak için ailesinden, akrabalarından ve arkadaş çevresinden uzak ve münzevi bir hayat yaşayan yani inanç, dinî yaşantı ve fikir bakımından ayrı düştüğü için onların ortamında bulunmayan insanlar vardır. Bu gibi insanların tek gayesi müslümanca bir hayat yaşamaktır aslında ama sanki kötü bir şey yapıyorlarmış gibi sürekli psikolojik bir baskı altında olurlar. Buna bir iki örnek verecek olursak; bir müslümanın haremlik selâmlık hususuna dikkat etmesi insanlar tarafından çok tuhaf karşılanabilir. Bir kadının dinin emrettiği şekilde örtünmesi birilerini rahatsız edebilir. Bu insanlar bazen çirkin hakaretlere maruz kalıyor, bazen “aşırı, dinci, öcü” diye yaftalanabiliyor. Kimi zaman şiddete maruz kalabiliyorlar. Şimdi, bu kişiler gurebâ kervanında değiller mi?

    Bazı dizilerin ya da TV programlarının neden olduğu ahlâkî bozulmayı dert edinen ve bunu vaazlarında dile getiren az sayıdaki hocalar; makale ve kitaplarında bu meseleye temas edip çözüm önerileri sunan akademisyenler yahut bu durumu RTÜK’e bir mesaj yoluyla ileten sade vatandaşlar; hiç olmasa takipçilerini de arkasına alıp sosyal medyada aklıselim ve sağduyu önerenler yani karınca kararınca bir çaba gösteren, en azından farkındalık oluşturmaya çalışanlar da hadiste bahsedilen gariplerden değil midir?

    Fitnenin insana bir tuş kadar yakın olduğu internet ortamında kendini, ahlâkını, dinini muhafaza etmeye gayret eden; mesela, video platformlarında her önüne gelen kanala abone olmayıp seçici davranan, internette gezinirken bir anda önüne çıkan reklam, görsel vb. şeylerin şeytanın zehirli dijital oklarından ibaret olduğunun farkında olup onlara tıklamayan, sosyal medya hesabında ne paylaştığına, hangi paylaşımı beğendiğine, kimi takip ettiğine, profiline nasıl bir fotoğraf koyduğuna dikkat eden ve böylece fitneden uzak durmaya çalışanlar da inşallah yine aynı kervandadırlar.

    Garipler Kervanı

    Gurebâ kervanında olan bir diğer grup ise sünnet-i seniyyenin muhafızlarıdır. Birileri zarar verdikçe onaran, yok saydıkça var olduğunu ispatlayan, itibarsızlaştırmaya çalıştıkça savunanlar… Bu gruba girenler en faziletli olmanın yanı sıra en azınlıkta olanlardır. İmam Evzâî rahmetullahi aleyh şu öngörüde bulunuyor: “Belki kıyamet yaklaştıkça her beldeden (sünnet-i seniyyeyi yaşayan ve savunan) sadece bir kişi kalacak ve böylece ehl-i sünnet neredeyse yok olmaya yüz tutacaktır. Söz konusu hadis-i şerifte geçen “dinin garip gitmesi” ile kastedilen budur.”

    Hadis-i şerifte gariplerle ilgili hususlardan birisi de hem onların hem de izlerinden gidenlerin çok az olduğudur. Bâtılın tarafı her zaman kalabalık; hakkın tarafını tutanlar ise onlara nispeten daha az olmuştur. Garipler kervanında olmak bir ayrıcalıktır, lütuftur. Herkese nasip olmayan bir mertebedir. İnsanın, insan olarak kalma mücadelesidir, dinin hamisi olmaktır, inancı amele yansıtmaktır. Ahlâkı sahip olunabilecek en değerli varlık bilip onu korumak; dünya ve içindekilerin fani olduğunu düşünüp “Ne mutlu gariplere!” cümlesindeki sır ve hikmetleri dört gözle beklemektir.