İçeriğe geç

Genç Sütunlar

    “Baba tırı ne zaman yükleyeceğiz?” Bu soru cümlesi, oğlumun gönderdiği bir mesaj. İlk gün Beşir Derneği’nin Samandıra’daki deposuna gitmiş, gelen yardımları tasnif etmiştik. Orada konuşulmuştu: “İnşallah tırı yarın göndeririz.”

    Orada duymuş. Önceki gün ben demiştim: “Hadi Beşir’e gidiyoruz.” İlk andan biraz çekindi. Gelsem mi diye… Kapıdan girerken de biraz çekinceliydi. İki depo yan yanaydı. Benimle soldaki depoya girdi. Yirmi yaşından seksen yaşına kadar herkes oradaydı. Hizmetle meşguldü insanlar. Bir yandan da istişareler yapılıyordu.

    Bir Beşir yeleği aradım. Kalmamış. Beşir’in Avrupa’daki kardeş derneği Be Aid’e ait bir yelek buldum. Rengi aynı. Oğluma Be Aid’i anlattım. “Avrupa’daki kardeşlerimizin temsilcisi olacaksın oğlum” dedim. Hâlâ biraz çekiniyordu. Onu sağdaki depoya götürdüm. Orada siteden tanıdığı ağabeyleri, arkadaşları vardı. Biraz utandı.

    Elimize koli bandı alıp kolileri paketlemeye başladık. Yirmi kadar delikanlı muhabbetle çalışıyorlardı. Kimi gelen yardım çuvallarını, kolileri açıyor, kimi tasnif ediyor, kimi sayıp envanteri çıkarıyor, kimi kolileri paketliyordu. Beş dakika geçmeden bizimki de ortama alıştı. Hareket alanı genişledi. İki depoya da rahatça girip çıkıyor, sorular soruyordu.

    İyilerle iyiliğin yolculuğu

    Büyüklerin vazifesi çocukları hayırla tanıştırmaktır. İyi olana, iyi meclise aşina kılmak için biraz gayret lazım. Beşir’de hizmet eden gençlerin her birinin bir vesilesi var. Kimi sohbete gelmiş, hatme-i hacegâna katılmış. Ailesiyle, arkadaşıyla, bir akrabasıyla… İyi dostlar iyiliğe götürür.

    Gençleri gören yaşlılar oturmuş istişare ediyorlar. Neler temin edilmeli, nasıl edilmeli konularını konuşuyorlar. Yakın mahallelerin birinden birkaç koli gelecekmiş. Üç delikanlı biz gideriz diyorlar. Panelvanı kullanmak için bir ağabey de onlara katılıyor. Onlar gittikten biraz sonra bir başka yere daha gidilmesi gerekiyor. İki genç atılıyor. Onlar da yola çıkıyor. O sırada bir minibüs geliyor. Lapa lapa yağan kar altında kolileri taşımak için bir zincir oluşturuluyor. Elden ele hemencecik indiriyorlar. Depoya çok hakimler. Ne, nereye gitmeli; hangileri öncelikli… Hepsini biliyorlar.

    Sonra birkaç kamyonet geliyor. İki zincir oluşturuyorlar. Kargaşa yok, muhabbet var. Hızla indiriyorlar eşyaları. İş bitmeden “yorulduk” demiyorlar. “Gençler az nefeslenin” diyorum. Bu kelimeyi seviyorlar. Uzaktan duyuyorum: “Dinlenmek yok, nefeslenelim” diyorlar.

    Saat 23:30 civarında ilk akşamın hizmeti bitiyor. Karlar üstünde usul usul eve giderken oğlum birkaç isim sayıyor. Baba yarın onları da çağırsam olur mu? Kurstan arkadaşları. Onlar da gelsinler. Gençler çok hızlı öğrenir ve hemen tatbik ederler.

    Muhabbet yelekliler

    “Baba tırı ne zaman yükleyeceğiz?”

    Mesaj geldiğinde, “Sahi ne zaman acaba?” diye sorayım dedim. Arayınca hazır olduklarını öğrendim. “Depoya gelebilirsin, başlayacağız” dedim. Depoya vardığımızda gençlerin sayısı artmıştı. İkindi namazı sonrası tırı yüklemeye başladık, diyeceğim ama daha çok onlar çalışıyorlardı. Bize sıra gelmiyordu. Bir yandan minibüs ve kamyonetler gelmeye devam ediyor. Hem tıra hem de onlara yetişiyorlar. Bazen bu gençlerin sayısı kaç acaba diye sayayım diyorum. Maşallah.

    Kar lapa lapa yağmaya devam ediyor. Tır altı saate yükleniyor. Depoya yarım tıra yakın yeni malzeme geliyor. “Yorulduk” diyen yok. Arada bir çay içiyorlar. Her hizmetin ucundan ilk onlar tutuyor. Bizim delikanlı daha çok onlarla bir olmuş. Yaşça küçük olsa da yapabileceği işleri veriyorlar ona. Beşinci sınıfa giden İbrahim’i unutmayayım. O da ilk günden beri yeleğiyle her yerde. Kolileri etiketliyor, getir götür işlerini yapıyor.

    Kar yağmaya devam ediyor. Dualarla ilk tırı uğurluyoruz. Saat gece yarısına yaklaşıyor. Eve dönerken “Baba, yarın da yükleyecek miyiz?” diyor. İnşallah derken acaba bir tır dolar mı diye düşünüyorum. Ertesi gün yine benden erken davranıyor.

    “Baba tırı ne zaman yükleyeceğiz?”

    Soruyorum. İki tır geliyor. Onları indireceğiz diyorlar. Hemen depoya gidiyoruz. Onu da çağırıyorum. Büyük hafriyat kamyonlarıyla köpük yemek tabakları gelmiş. Deprem bölgesinde acil ihtiyaç. Biz vardığımızda ikinci tırı indiriyorlar. Yirmi dakikada indirmişler. Üçüncü tır da geliyor. Az ötedeki üçüncü depoya indirilecek. Yer kalmamış. Oraya koşuyorlar. On beş dakikada indiriyorlar. Sonra akşam namazıyla gidecek ikinci tırı yüklemeye başlıyoruz. Gençlerin sayısı artmış. Kimi ismen bildiğim gençler, kimi hep gördüğüm simalar… Hepsi burada elhamdülillah.

    Gençler her yerde

    Günler geçiyor. Bize de deprem bölgesinde vazife düşüyor. Önce Kahramanmaraş’a gidiyoruz. Beşir Derneği’nin merkez deposunda ilk gençler karşılıyor bizi. Nasıl sarılıyorlar ama… “Hocam tanıdınız mı, Mostar Gençlik için gelmiştiniz.” Kayseri’den, Yozgat’tan, Trabzon’dan, Edirne’den, Amasya’dan, Ankara’dan… Her yerden…

    İlk vazife yerimiz Nurdağı. Şehir tamamen yıkılmış. Bir cami ayakta. Kaymakamlık az hasarlı. Beşir dağıtım noktasında yirmi kadar genç var. Üniversite çağındalar. İlk günlerde gelmişler. Yorgunluk yok gözlerinde. Muhabbet var, ümit var. Ne desek ilk onlar koşuyor, ne istesek ilk onlar getiriyor. Sonra Islahiye, Kahramanmaraş, Elbistan ve Afşin’e de yolumuz düşüyor. İkişer gün hizmet ediyoruz. Yaşlılar var. Hem de çok. Orta yaşlılar da var. Onlar da çok. Ama gençler de çok. Elhamdülillah.

    Allah Teâlâ cümlesinden razı olsun.