İçeriğe geç

Gidişatından Habersiz

    14. yüzyılın sûfî âlimi ve Şâh-ı Nakşibend’in mürşidi Şeyh Emir Külâl kuddise sırruhumânın menkıbelerinin anlatıldığı “Âgâhî-yi Seyyid Emîr-i Külâl” isimli eserde, hazretin talebelerine yaptığı şu nasihatler nakledilir:

    Ey talebelerim! İnsanların asıl ve büyük hedefe ulaşmaktan mahrum kalmalarının sebebi âhiret yolunu bırakıp, kötü ve yerilmiş olan dünyaya sarılmalarıdır. Âhiret saadetini isteyen kimse doğru itikada sahip olmalı, bid’at ve dalâlet olan şeylerden uzak durmalı, yaptığı her işten hesaba çekileceğini bilerek hareket etmelidir.

    Ey dostlarım! Gidişatınızdan habersiz olmak kadar kötü bir şey yoktur. Bu hâl gaflet içinde olmanın delilidir. Başkalarının habersiz olduğu şeyler bu yolun büyüklerine açılmıştır. Onların maksadı Allah Teâlâ’nın rızasını aramaktır. Onlar bu sırra erişmişlerdir. Cenâb-ı Hak, her asırda sevip seçtiği kullarından bir büyük zât yaratır. Böylece herkesi belalardan, felaketlerden korur.

    Ey talebelerim! Böyle olan zâta talebe olun. Böylece dünya ve âhiret saadetine kavuşursunuz. Ümmet-i Muhammed’in aydınlatıcıları olan âlimlere yakın olun. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, “Âlimler, peygamberlerin vârisleridir” buyurmuştur. Sakın ilmi ve âlimleri sevmekten uzak kalmayın. Onları sevmek, onlarla beraber olmak kurtuluş vesilesidir. Resûlullah aleyhissâlatu vesselam, “Kim âlimi ve ilmi severse hata işlemez” buyurmuştur.

    Cahiller ile hemdem olmak insanı Yüce Mevlâ’dan uzaklaştırır. Tarikat adı altında şeriatsızlık yapan, hoplayıp zıplayan kimselerin meclislerinden uzak durun. Onlarla oturmayın. Onlarla yakınlık kalbi öldürür. Bunun için bu yolun büyükleri böyle işlerden uzak durmuşlardır. Gerçek cezbe ve sema hâlinde olan kimse öyle bir hâle bürünür ki, o anda yaralansa haberi olmaz. Eğer böyle olursa o kimse gerçek sema hâlindedir.

    Ruhsatlardan uzak durup azîmet ile amel edin. Ruhsatlar ile amel etmek zayıf kimselerin işidir. Eğer bundan daha çok nasihat isterseniz, Abdülhâlık-ı Gücdüvânî kuddise sırruhûnun nasihat ve yazılarına bakın. Bu kadar söz kâfidir, akıllı olana bir işaret yeter.

    Gafil Olanlar, Agâh Olanlar

    18. yüzyılın büyük sûfî âlimlerinden, Nakşî-Hâlidî yolunun pîri Hâlid-i Bağdâdî kuddise sırruhû kaleme aldığı bir mektubunda şunları söyler:

    Kardeşlerim! Dünya ve ahiretinizde muhtaç olduğunuz Mevlâ-yı Zülcelâl hazretlerine karşı dürüst olun. Fazlu keremiyle sizlere ihsanda bulunan Allah Teâlâ’nın zikrini terk etmeyin. Bakınız O, şu hadis-i kudsîde ne buyuruyor:

    “Kime buğz etsem ona zikrimi unuttururum. O da benim haram kıldığım şeyleri yapar. Sonra gazabım onun üzerine gelir, azabıma uğrar. Kimi seversem ona zikrimi ilham ederim. O da günahları bırakır, ibadetle meşgul olur. Sonra onu kendime yaklaştırırım. Onu razı olduğum ve nimetlerimin yeri olan cennetime koyarım.”

    Birçok ayet-i celilenin zikrin yüceliğine şehadet etmesi ve zikrin çokça yapılmasını istemesi, zikrin üstünlüğü ve yüceliği için kâfi değil mi? Yine Kur’an-ı Kerim’de zikrin terki hususunda çeşitli uyarılar vardır. Bu söylediklerimiz gösterir ki zikir, Allah Teâlâ’ya yükselen amellerin en sevimlisi ve murada nail olan kullar için vesilelerin en güzelidir. Cenâb-ı Hakk’ın “Öyle ise siz beni anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin; sakın bana nankörlük etmeyin!” (Bakara 152) kavl-i celîlesi zikrin şerefi hakkında yeterli değil mi?

    Devamlı olarak okuduğumuz, “Kim Rabbi’nin zikrinden yüz çevirirse, (Rabbin) onu gitgide artan çetin bir azaba uğratır” (Cin 17) ayet-i kerimesini unutmayın!

    Şunu da bilin ki kalben yapılan zikrin hiçbir zaman karşıtı ve reddedeni yoktur. (Kalp ile yapılan zikre sevabını silecek herhangi bir şey karışmaz.) Bu söylediğime Allah Teâlâ’nın, “Kendi kendine yalvararak ve ürpererek, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam Rabbi’ni an. Gafillerden olma!” (A’râf 205) ayet-i celilesi işaret etmektedir.

    Ahiretiniz için uyanın ve sizleri uyarana kulak verin. Allah Teâlâ’ya dönün. Zira O’ndan kaçacak yer yoktur, kaçış ancak O’nadır. Hayır da ancak O’nun yanındadır. Hüküm ancak O’nun kudretindedir. Gizli ve aşikâr hiçbir şey yoktur ki O bilmesin. Hz. Ebu Bekir Sıddık Efendimiz radıyallahu anhunun Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin vefatından sonra buyurmuş olduğu hutbeyi hatırlayın. O hutbede buyurmuştu ki: “Uyanın! Kim Muhammed’e ibadet ediyorsa bilsin ki Muhammed vefat etmiştir. Kim Allah’a ibadet ediyorsa Allah Hayy’dır!”

    Hakiki Yakınlık

    Şâh-ı Nakşibend’in talebesi, Şeyh Alâeddin Attâr’ın halifesi Şeyh Yakub-i Çerhî kuddise sırruhum “Risale-i Ünsiyye” adlı kitabında şöyle der:

    Zikirden uzak olmak kişiyi gaflete sürükler. Çünkü gaflet zikreden kimseden uzak durur, öyle ki o zâkir susuyor olsa bile… Hâcemiz Şeyh Alâeddin Attâr kuddise sırruhû yemek yerken, uyurken, yürürken, alışveriş yaparken, abdest alırken, namaz kılarken, Kur’an okurken, yazı yazarken, günlük evrâd u ezkârı okurken, hâsılı her halde vukûf-i kalbîye (kalbinin durumunu bilip denetlemeye) riayetin önemli olduğunu buyurmuşlardır. Çünkü kişinin maksuda erinceye kadar tek bir gözünü bile gafilce kapamaması gerekir. Âlimler bu hususta, “Allah’tan bir an bile gafil halde uyuyan kişi, o ana ömrü boyunca ulaşamaz.” buyurmuşlardır.

    Hak Teâlâ’nın dostlarının sohbetlerinde bulunanlar hep birlikte yol alırlar. Fakat münkirlerin meclisinde bulunanlar birbirlerinden hiçbir şekilde istifade edemez. Yakınlık kalbin muhafazasını hızlı bir şekilde sağlar ve kâmil ve mükemmil şeyhin tek bir bâtınî iltifatı kalbin ıslahı için riyazetlerden kazanılan faydadan çok daha fazladır. Şeyh Ebû Yusuf Hemedânî kuddise sırruhû şöyle buyurmuştur: “Allah Teâlâ ile yakın olun. Eğer buna kâdir değilseniz, O’nunla yakın olanlarla yakınlık edin.”

    İnsanları kınamayı, fitne ve fesatçılığı, dünya malına olan düşkünlüğü terk etmek için dünya hayatına bağlanan kimselerin yakınlığından uzak durmak gerekir. Hâce Abdülhâlık-ı Gücdüvânî kuddise sırruhû, “Dünya hayatına kendini adamışlardan aslandan kaçar gibi uzak durun.” buyurmuşlardır. Büyüklere yakınken nasıl bâtın ile meşgul oluyorsanız, zâhirde de boş işlerden uzak durunuz. Yakınlığın gerçekten Allah Teâlâ’nın rızası için yapıldığının alameti; kişinin kalbinde ilâhi bir feyzin oluşması ve mâsivâdan kurtulup ihlâs bulmasıdır.

    Kaynak: SEMERKAND DERGİSİ