Asya ile Avrupa arasında köprü vazifesi gören Anadolu, tarihin her döneminde göç hareketleriyle karşı karşıya kaldı. Çeşitli gerekçelerle memleketlerini terk edenler için Türkiye bugün de aynı vazifeyi görüyor.
Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nin Afganistan ve Irak’ı işgaliyle hızlanan göç hareketleri, Suriye krizi sonrası önü alınamaz hale geldi. Sınır komşusu olması nedeniyle Türkiye, Arap Baharı’nın Suriye’ye yansımasının sıkıntısını en çok çeken ülkelerin başında geliyor.
Bir umut, Avrupa’ya yahut Amerika’ya gidebilmek için yollara düşen Suriyeli mazlumlar, Akdeniz’i yahut Edirne sınırını geçemeyince burada kaldılar. Kimileri de canını, ırzını ve namusunu korumak için Türkiye’ye sığındı.
Beşşar Esad yönetiminin geri adım atmaması ve huzur ortamını inşa edeceğine dair güvence vermemesi nedeniyle milyonlarca insan Türkiye’den gidemiyor. Kimileri için güvenli bölgelerde yerleşim yerleri kuruldu.
Avrupa Birliği (AB) ülkeleri, yangının külleri kendi topraklarına sıçramasın diye Türkiye’ye yüklü miktarda fon vereceği vaadinde bulundu. Fakat sözünde durmadı.
Bütün bunlara rağmen Türkiye, tarihî sorumluluğunun, kardeşlik hukukunun gereğini gücü nispetinde yerine getirmeye çalıştı.
ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi ve yönetimi Taliban’a bırakmasıyla binlerce kişi ülkeyi terk etmeye başladı. İran’dan kaçak yollarla Türkiye’ye gelen Afgan ve Pakistanlılar Avrupa’ya geçemeyince yine Türkiye’de kaldı. Suriyelilerle beraber ülkemizde sığınmacı durumunda olanların sayısı ister istemez arttı.
Bazı suç vakalarında yabancı uyrukluların ön plana çıkması, enflasyon artışının suçlularından birinin göçmenler olduğu iddiası ve birileri tarafından Türkiye’de siyaseti ilgilendiren mevzuların müsebbibi olarak sığınmacıların gösterilmesi, göçmen meselesini tartışmaların odağına çekiyor.
Şunu unutmamamız gerekiyor: Aralarında kötü olanlar var diye hepsini kötülükle yaftalamak hakkaniyete sığmaz. Bununla birlikte kayıt dışı göçmenlerin gönderilmesi, suç işleyenlere gereken cezanın verilmesi de şart.
Vicdanımızla öfkemiz arasında kalmak bize zarar verir. Her konuda olduğu gibi bu hususta da mümince tavır takınıp; “Allah ne emrediyor?” “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem böyle bir durumda ne yapardı?” sorularının cevaplarını aramalıyız.