“Yeryüzünde bir tek memleket gösterilemez ki, orada gençler kazara milli kütüphanelerine girerlerse bir tek eser okuyamadan çıkıp gitsinler.”
Peyami Safa
ürk edebiyatının usta kalemlerinden Peyami Safa, kaleme aldığı yazılarda 1928 yılı sonunda yapılan Harf Devrimi’ni birçok yönden eleştiriye tâbi tutmuştu. Bu eleştirilerin dayanak noktalarından biri, Latin harflerinin kabulünden sonra yeni nesillerin mazi ile bağının kopacağı, geçmişi bilmedikleri için kendi tarih ve kültürlerine yabancılaşacağı idi. İslâm harflerini öğrenmenin şart olduğunu daima dile getiriyordu. Latin harflerinin millî ağızdaki sesleri ifadede aciz kaldığını örnekleriyle anlatıyor, bu sebeple imlâ birliği sağlamanın zorluğuna dikkat çekiyordu. Safa’nın Osmanlıca bilmenin önemi ile ilgili yazdıkları bugün hâlâ geçerliliğini ve güncelliğini koruyor. Özellikle kendisinden önceki kuşakların hatta kendi kuşağının bile birçok eserinin yeni harflere çevrilmediği gerçeği önümüzde duruyor.
Peyami Safa, Latin harfleri ile eğitim aldığı için Osmanlıca bilmeyen kuşakların eski yazıyı öğrenmelerinin faydaları hususunda neler söylüyor?
ncelikle Peyami Safa, bu milletin birer ferdi olan gençlerin kendi milletlerini, tarihlerini ve edebiyatlarını tanıyıp bilmeleri için Osmanlıcayı mutlaka okuyup yazmayı bilmeleri gerektiğinin altını çizer. Çünkü ona göre bu bir “öğrenme-bilme” durumu değil, bir millî şuur ve kimlik meselesidir. Kendi yaşadığı dönem göz önüne alındığında Osmanlı alfabesi yani İslâm harfleri ile okuyup yazmanın çok önemli pratik faydaları vardı. Çünkü resmî kurumlarda veya şahısların ellerinde bulunan evraklar Osmanlı alfabesiyle yazılmıştı. Tapu senetleri, emeklilik bilgileri, hatta nüfus sicil kayıtları ve belgeleri hep Osmanlıca idi. Osmanlıca-Türkçe-Uydurmaca adlı eserinde yer alan “Arab Harfleri” başlıklı yazısında bir okuyucusunun mektupla şu soruyu sorduğunu naklediyor:
“Küçük oğlum 11 yaşında, Arap harflerini bilmiyor. Kendisine bunu hususi olarak öğretmek istiyorum. Ne dersiniz? Görüyorum ki bugün ticarethanelerde, hatta devlet müesseselerinde Latin harflerinden başka Arap harflerini de iyi okuyup yazanları tercih ediyorlar. Ne düşündüğünüzü öğrenebilir miyim?”
Peyami Safa, bu okuyucunun sorusuna önce Arap harflerini bilmenin devlet işlerinde de özel kuruluşlarda da kuvvetli bir tercih sebebi olmaya devam edeceğini, çünkü eski evrakı, dosyaları ve iletişim kayıtlarını okuyabilmek için bu harfleri bilmenin şart olduğunu söyleyerek başlıyor. Bu durumun daha ne kadar süreceğinin de kestirilemeyeceğini ekliyor. Bu noktada okurun sormadığı halde Arap harfleri ile yazmanın yasak olduğunu, fakat bu harflerle okumanın ve bunu öğrenmenin yasak olmadığını hatırlatıp çocuğunu iyi yetiştirmek isteyen her babanın eski harfleri öğretmesi gerektiğini anlatıyor. Meselenin böyle uygulamaya dönük tarafını açıkladıktan sonra bu işin bir de kültür cephesi olduğunu belirtiyor.
Bu kültür meselesi hakkında tespitleri neler?
Öncelikle meseleye edebiyat ve tarih açısından kısa ama net ve vurucu bir tespitle başlıyor. Safa’ya göre Arap harflerini bilmeyen bir Türk genci için Türk tarihinde ve edebiyatında orta seviyeyi bulacak kadar derinleşmek dahi imkânsızdır. Böyle bir gencin Naimâ’yı, Peçevî’yi, Cevdet Paşa’yı okuyamayacağını; dahası, elyazması, taş baskı veya matbu 45 bin eserden hiçbirini okuyamayacağını belirtir. Ortaya çıkan tablo ona göre şöyledir: Koca Divan edebiyatı, böyle bir genç için bir ders kitabına veya bir antolojiye alınmış göstermelik birkaç manzumeden öteye geçemeyecektir! Tanzimat döneminin bütün kitapları da yine böyle bir gencin gözüne, beyaz kâğıt üstünde bölük bölük yürümüş pirelerin tersi gibi incecik lekelerden ibaret görünecektir.
Peyami Safa, dil hâkimiyeti ve ve zevki bakımından vazgeçilmez öneme sahip edebiyat okumaları için neler söylüyor?
O bu konudaki eleştirilerine zaten ilk olarak edebiyatla başlıyor. Haklı olarak kendisinden üst kuşak olan Ziya Paşa, Abdülhak Hamid gibi usta edebiyatçıların yeni nesilde yeterince karşılığı olmayacağını söylüyor. Hatta bu genç kuşağın, halen hayatta olan dönem edebiyatçılarının hiçbir eseri üstünde fazlaca duramayacağını da ekliyor. Rübâb-ı Şikeste, Haluk’un Defteri ve Eylül gibi o zamanın revaçtaki eserlerin yeni harflerle baskısının olmadığını hatırlatıp şunları yazıyor:
“Hatta Yakup Kadri’nin, Falih Rıfkı’nın, Halide Edip’in hatta biz yaştaki muharrirlerin bütün eserleri yeni harflerle basılmış değildir. Tarih ve edebiyat kadrosu dışına çıkarsak, orta bir kültür için okunması zaruri olan ne eserler sayabiliriz ki yeni harflerle neşredilmemiştir. Arap harflerini bilmeyen bir genç bu kitapların hiçbirini okumamış olduğu için gündelik gazete veya haftalık mecmua okuyucusunun tam seviyesine çıkamaz. Oralarda yazı yazanları anlamak için de onları yetiştiren kültür ananesinden (geleneğinden) gelmiş olmak lazım.”
Peyami Safa, 1949 yılının ocak ayında yazdığı “Arap Harfleri” başlıklı yazısında, neşriyat kongresinin on ay kadar önce toplandığını, yeni harflere çevrilmesi şart olan asgarî elli bin kitaptan ellisinin değil, belki on tanesinin bile çıkmadığını, çıkarılamadığını söyler ve “Cevap alamayacağınızdan emin olarak sorabileceğiniz kadar sorun!” diye de sitemde bulunur. Bu noktada “Arap harfi bilmeyen gençlik ne okuyacak?” diye bir soru sorar ve kendi sorusunu şöyle cevaplandırır:
“Kaç yaşında olursa olsun, Latin harflerinden başka, bir de hususi olarak Arap harflerinin elifbesini okuyacak! Tek çare bundan ibaret. İsteyen, deminden beri yazdıklarımın tek kelimesini anlamadan, bana muhafazakâr desin. Kabul ediyorum. Muhafazakâr, tarihinden ve edebiyatından haberi olmıyan bir cahilden çok daha ileri bir adamdır. Çünkü taassup ve irtica bilginin değil, cehaletin öz kardeşidir ve irticaların en kötüsü bunun tersine inanmaktır.”
Harf Devrimi’ni savunanların bir gerekçesi de eski harfleri okuma yazma zorluğu. Bu konuda Peyami Safa’nın düşünceleri neler?
Peyami Safa, iddia edilenin aksine Osmanlı alfabesinin hem hızlı yazılma hem hızlı okunma özelliğine sahip olduğunu söyler. Eğitim-Gençlik-Üniversite isimli kitabında “Arap ve Latin Harfleri” başlıklı yazısında, bu yüzyılda hız ve rekabetin gittikçe önem kazandığını anlatarak başlar. Bu nedenle gençlerin hem az zamanda çok şey okuyabilmeleri hem de eksiksiz not tutabilmeleri için Arap harflerinin mucizevî şekilde rahat, süratli, işlek yazma ve okuma imkânı sunduğunu ve bundan istifade edilmesi gerektiğini anlatır. Bu nedenle de hem liselerde hem de edebiyat fakültelerinde bu yazının öğretilmesini savunur.
Peyami Safa’nın, yeni alfabenin Türkçedeki sesleri karşılamada yetersiz kaldığını, bunun imlâ yanlışlarına, aynı kelimenin farklı yazımlarına sebep olacağını söylediğini anlattınız. Bu konuda örnek gösteriyor mu okuyucuya?
Eski yazıyı az çok bilen herkes aşina olduğu için şöyle bir örnek veriyor Peyami Safa: “Kâğıt”, “Kâtip” ve “Keder” kelimelerinin başladığı harf ile “Kader”, “Kâtil”, “Kalem” kelimelerinin ilk harfleri eski yazıda iki ayrı harftir. Bazıları “Kâf” bazıları “Kef” harfiyle yazılırdı. Ancak Latin harfleri kabul edildikten sonra bu kelimelerin farklı “K” sesi artık tek harfle yazılır oldu. Bu durum ortaya imlâ ve gramer açısından bir anarşi çıkarmıştır. Birtakım tedbirler alınmaya çalışıldığına değinen Safa, bu noktada bir başarı sağlanamadığını ve karışıklığın uzun yıllar sürdüğünü hatırlatır. Bu örneklerden sonra, kendi lisanını adam akıllı ve doğru düzgün yazmak arzusunda olan yeni neslin mutlaka Osmanlıcayı yani İslâm harflerini öğrenmesi gerektiğini söyler.
Bu noktada kullandığımız Latin alfabesinin uzatma ve inceltme seslerini karşılamadığını da ilave edelim. Mesela “hâlâ” kelimesinin nasıl yazılacağı konusunda hâlâ bir uygulama birliği yoktur. Şapkaları kaldırırsak “hala” diye okunacak; yani babanın kız kardeşi. Peki şapkayı uzatma için mi kullanalım, inceltme için mi? Hangi kelimede olsun, hangisinde olmasın? Hepsi derseniz, kelimelerin yarısı şapkalı olacak. Kullandığımız klavyelerde ise şapkalı harf yok! Üç tuş basmanız gerekiyor.
Kaynak: SEMERKAND DERGİSİ