Kalem kelama, mürekkep kağıda döküldüğünde, Bir kez daha yemin edildiğinde kaleme ve kalemin satıra dizdiklerine, Bir yola çıkılmıştır. Artık ne kalem ne kağıt, ne mürekkep ne satır… Bir yol vardır bir de yolcu. Kalemden kelama başlayan yol kalpten kemale gider. Kaleme Ve Kelama… “Nun, kaleme ve satıra dizdiklerine andolsun.” (Kalem, 1)
Kendine has usul ve kaideleri olan bir sanattır hat sanatı. Bir üstat ile çıkılan yoldur. Uzun bir yol. Sabırla, adım adım yürünen; harf harf dokunan uzun bir yoldur. Besmele ile başlanır, kağıda yazılan her harf önce gönle yazılır.
Arap alfabesi ile güzel yazı yazmayı ifade eder hat sanatı. Bu sanatı icra eden sanatkarlara da hattat denilmektedir. Sanat, kendini büyük ölçüde Kur’an-ı Kerim’in yazılmasında göstermiştir. Zamanla mimaride, çeşitli tablo ve evraklarda farklı metinlerle uygulanmış, asırlardır güzellik unsuru olarak hayatiyetini devam ettirmiştir.
“Allah güzeldir, güzeli sever” hadisini kendine rehber edinen hattatlar, yazı üzerine ibadet hassasiyetiyle eğilmişlerdir. Hat sanatı da Müslüman olan bütün ülkelerde yayılarak Arap Hattı yerine “İslam Hattı” sıfatını kazanmıştır. Bilhassa İstanbul, hat sanatına katkısıyla o kadar tanınmıştır ki şu söz söylenegelmiştir: “Kur’an-ı Kerim Hicaz’da nazil oldu, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı.”
Gelenekten Gelen
Asırlardır sürdürüle gelen bu sanatın kendine has usul, kaide ve gelenekleri oluşmuştur. Mesela sulu mürekkebi sol başparmak üstünde koyulaştırıp öyle kullanmak ve hattı diz üzerinde yazmak bu geleneklerden bazılarıdır. Sonra meşhur hattatların uzun ömürlü oldukları söylenir, bilir miyiz neden? Rivayete göre hattatlar yazarken harflerin düzgün çıkması için nefeslerini tutuyorlar. Böylece sayılı olan nefeslerini fazla tüketmemiş oluyorlar.
Hat sanatı mutlaka hoca talebe ilişkisine dayanan bir sanattır. Bu ilişki adeta doktor-hasta, şeyh-mürit ilişkisidir. Bir hattata “Kimden meşk ettin?” diye sorulduğunda şeref duyarak hocasının ismini zikreder. Meşk, talebenin örnek alarak çalışması için hocasının ders olarak yazdığı numune anlamına geliyor. Hocanın meşklerini örnek alarak talebenin yaptığı çalışmalara da meşk etmek deniyor. Dersini çalışan öğrenci çalışmalarını hocasına gösteriyor, hoca da hatalı bulduğu harf ya da kelimelerin altına doğru şekilleri yazıyor. Talebe bu tavsiyeler eşliğinde, çalışarak bir sonraki derse geliyor. Hoca tamam diyene kadar bu şekilde devam ediyor bu yolculuk zira “okumakla yazmakla olmaz, ta üstaddan görmeyince.” Hoca tamam dediğinde talebe icazet almaya hak kazanıyor. Bu belgeyi alan, “ketebe” yani yazdığı eserin altına imza koyma yetkisini de almış oluyor.
Hattat unvanı alınacağı zaman bir icazet töreni tertip ediliyor. Bu tören talebenin imkanı varsa yaşadığı konakta ya da büyük camilerin birinde yapılıyor. Misafirlere ikram etmek için çeşitli hazırlıklar yapılıyor, yemekler pişiriliyor. Merasimde talebenin hocasının yanında zamanın üstatları da hazır bulunuyor ve icazetname yazısı üstatlara arz ediliyor. Üstatlar bu yazıdaki kendilerine ayrılan yerlere tasdik cümleleri yazıyorlar. Kendi hocası da “ene muallimehu” (ben onun hocası) unvanını koyarak tasdik cümlesini yazıyor. Bu cemiyete icazet ya da “ketebe cemiyeti” deniliyor.
Bir Yol, İki Yolcu
“Her ne san’at kim cihanda işlenür
Anı halk üstad elinden öğrenür.” (Aşık Paşa)
Hat sanatı hoca talebe ilişkisi içinde yürütülen bir sanattır. Hocanın talebesini, talebenin de hocasını bulması gerekir. Kalem kağıda varmadan hoca ile talebenin birbirine varması gerekir.Büyük hattatlardan Sultan Ali el-Meşhedi, öğrencilere şöyle öğüt verir: “Üstadların hatlarını topla / Nazar eyle şuna buna / Kime tabiatın yatkınsa / Bakma yazısından başkasına / Ta ki gözün yazısına doysun / Sayesinde harflerin inci gibi olsun / Şurası kesin ki meşk iki türlü / Sözüm sana ey güzel yüzlü / Birine kalemi de diğerine nazari / Yok inkar etmek bu sözleri / Kalemi nakl etmek demektir / Gündüz hafi gece celi meşktir / Nazari ise bakmaktır hatt’a / Agah olmak kelimeye harfe noktaya.”
Rivayete göre Osmanlı hat sanatının kurucusu Şeyh Hamdullah da geldiği seviyenin sırrını şöyle izhar eder: “Gözlerimi hocanın eline ve kalemine, kulağımı diline, gönlümü yazıya verdim, elimle kalemi de gereğine bağladım, bir harfi nasıl yazmak icab ediyorsa yazıncaya kadar yazmaktan bıkmadım.”
Talebe, hocasından sadece yazı yazmayı değil, aynı zamanda sanat ahlakını, edebi, tevazuyu ve vakarı öğrenir. Sadece siyah yazılı satırları değil, satırlar arasındaki beyaz boşlukları da okumayı öğrenir. Beyaz boşluklar, yazılanlardan alınması gereken şifahi bilgilerdir ve ancak bir üstattan alınır. İşte böyle bir silsilenin iki ucundaki hoca ve talebeyi birbirine bağlayan yalnızca okudukları ve yazdıkları değil, yazılı olmayan kitaptır. Gelenektir, kültürdür. Hoca ile talebesi arasındaki alışveriş bir harfi, bir kelimeyi öğrenme değildir; sanat adabını, tevazuyu, edebi öğrenmedir. İlişkinin temeli sevgi, saygı, samimiyet ve teslimiyete dayanır. Talebe hocasının dünyasında adeta erir, sanat eğitimi ile birlikte manevi bir terbiye de alır. Hocanın kemalatı farkında olmadan talebesine sirayet eder. Bunun gerçekleşmesi için de hocaya hürmet ve muhabbet esastır.
Hat sadece harfleri yazma ve öğrenme sanatı değildir. O, Allah Teala’nın kelamını en güzel şekilde yazma sanatı olduğu için Kur’an ahlakı ile ahlaklanma sanatıdır. Talebe hocası ile yolculuğuna devam ettikçe bu ahlakı da elde eder. Hocasından ilham aldıkça kendi aczinin farkına varır ve kabiliyeti verenin sadece Allah olduğunun bilincine erişir.
Yazı Aşkı İle…
Yazmak aşktır, o aşk ile önümüze düşen ışıktır. Yollardan yola vardıran ışık.
Hattat Hamid Bey, hat aşkını ve yazmadaki azim ve sebatıyla ilgili bir anısını şöyle nakleder: “Babam beni yazıdan menetmesine rağmen ben yazmaktan vazgeçmiyordum. Uzun kış gecelerinde sabahlara kadar lambanın ışığında çalışırdım. Hatta bir gece babam ‘Artık yat, sabah mektebe gideceksin, kalkamazsın’ dedi. Ben de ‘Merak etme, kalkarım’ cevabını verdim ve yazmaya devam ettim. Biraz sonra tekrar geldi, baktı ki hala çalışıyorum. Yatıp uyumamı söyleyerek lambayı söndürdü. Çaresiz yattım fakat aklım yazıda kaldığı için bir türlü uyuyamıyordum. Derin uykuya daldıklarını düşünerek kalktım ve gaz lambasını yakarak tekrar yazmaya koyuldum. Aksilik bu ya, babam gürültüye uyanmış. ‘Sen tekrar kalkmışsın, yazıyorsun ha!’ diyerek lambayı söndürdü, kapının dışına koydu ve yatmamı söyleyerek odamın kapısını dışarıdan kilitledi. Çaresiz yattım. İşte ben bu azim ve sebatla çalışırdım. Bana bugünkü kıymeti verdiren o günkü yazı aşkıdır.”
O Ümit İle…
“O, kalemle yazmayı öğretendir.” (Alak, 4)
Hat yazılarıyla hazırlanan levhalar umut telkin eder; yazarken yazana, okurken okuyana, üzerinde durduğu duvardan içinde bulunduğu odaya. İçimizdeki ve dışımızdaki dünyalara.
Üzüntü ve kederin geçip gideceğini vadeder ve “Bu da Geçer Ya Hu!” der kimi zaman. Kimi zaman “Üzülme, Allah bizimledir” ayetini fısıldar gönüllere. “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin” der ve hatırlatır: “Her zorlukla beraber bir kolaylık vardır.”
Biçimlerin güzelleştirilmesi anlamını ihtiva eden el-Musavvir esması ve farklı esmalar; “Tevekkeltü Alellah”, “Ah Minel Aşk”, “Edep Ya Hu”, “Hiç” gibi sözler de hat yazılarında sıkça karşımıza çıkmaktadır ve İslam medeniyetinin oluşturmak istediği, tasavvufi eğitimde varılmak istenen insanı kamili de işaret etmektedir. Bu insan hırslardan azade, tevazu sahibi, hürmetkar, hoşgörü sahibi bir insandır. Bu insan kibir, kıskançlık, kin ve nefretten azade oldukça birtakım kişilik bozukluklarından; Allah’a tevekkül ettikçe kaygı bozuklukları gibi rahatsızlıklardan korunmuş olur. Böylelikle sanat, nefis ve irade terbiyesinde mühim bir mürebbi olur. Gençleri kötü alışkanlıklardan uzak tutmak için de yine sanat önemli bir meşguliyet sahasıdır. Son zamanlarda ebru ve hat sanatlarının psikoterapide kullanıldığına rastlanmaktadır. Hatta meşguliyet terapisi ismiyle otistik çocuklardan kanser hastalarına; depresyon, panik atak, kaygı bozukluğu gibi rahatsızlıklara kadar bu sanatların kullanıldığı görülmektedir. Yine çocuklarda öfke kontrolü, sabır öğretimi gibi konularda da hat ve Latin harflerini süslü biçimde yazma sanatı olan kaligrafi kullanılmaktadır. Yapılan bilimsel araştırmalar da güzel yazı ile ilgili uygulamaların kişilerin kendilerine olan güvenlerini artırdığını; kaygı, depresyon gibi bozuklukları önlediğini, çocukların hayal güçlerini geliştirdiğini göstermektedir.
Kaleme ve kelama, kalemin ve kelamın sahibine,Kalem ile yazmayı öğretene, İçimizdeki kelama, kalbin sözüne, kalemin hükmüne rızadır. Yolun getirdiklerini kabuldür. Kaleme dokunmaktır ki kaleme dokunmak kalbe dokunmaktır. Bir elifin başında durmak, bir nokta koymak için nefesimizi tutmaktır. Harf harf, nokta nokta hayatı dokumaktır hattımız Son noktayı koyana dek.
NOT: Yazıda Ayşe Tanrıver Celasin’in “Umut Telkin Eden Hüsn-i Hat Levhaları”, Mehmet Memiş’in “Osmanlıda Hat Sanatını Zirveye Çıkaran Eğitim”, M. Uğur Dermen’in “Türk Hat Sanatı: İncelikleri ve Bedii Değeri”, Orhan Gürsu’nun “Sanat ve Psikoloji Etkileşimi: Geleneksel Türk- İslam Sanatları Merkezli Bir Okuma Denemesi”, Yusuf Bilen’in “Hat Sanatı Eğitim ve Öğretiminde Hoca-Talebe Münasebeti” isimli makaleleri ile Abdullah Sarman’ın “Hat Sanatı/Kaligrafi Uygulamasının Çocuk ve Ergen Psikiyatri Kliniğinde Tedavi Gören Çocukların Kaygı ve Depresyon Düzeyine Etkisi” isimli yüksek lisans tezinden istifade edilmiştir.