Yüce Rabbimiz müberra kitabımız Kur’an’ı Kerim’de mealen şöyle buyurur: “Bugün sizin için dininizi kemâle erdirdim, size nimetimi tamamladım, sizin için din olarak İslâm’a razı oldum.” (Maide 3)
Sahip olduğumuz en büyük değer iman ve İslâm’dır. Dünyada selamet, istikamet, huzur; âhirette saadet, cennet ve Cemâlullah İslâm ile elde edilir. Yüce Allah İslâm’dan başka hiçbir şeyden razı olmaz. Onun dışında kalan her inanış ve davranış dalâlet ve hüsrandır.
İslâm bize sadece ibadet etmeyi, namaz kılmayı, Kur’an tilavet etmeyi, tesbih çekmeyi değil, hayatın tümünü, istikamet üzere yaşamayı öğretir.
İnsan her an bir hareket, hâl ve durum içindedir. Sabah kalkar, namazını kılar, işine gider, evini düzenler, çocukları okula gider, alışveriş yapar, evine gelir, yemeğini yer, uyur… Kısaca, herkesin sürekli bir meşguliyeti vardır. İslâm bu hayatın bir kısmında değil, tamamında var olmakta, hayatın her anını, her işini ve durumunu tanzim etmekte, insanın her hareketini ıslah ve terbiye etmektedir.
İnsanın nasıl yatıp kalkacağı, neleri nasıl yiyip içeceği, hangilerinden sakınacağı, neleri konuşabileceği ve konuşmaması gerektiği, kazancının nasıl olacağı, neler giyebileceği, elini nelere uzatabileceği, nerelere gidebileceği, nelerden sakınacağı gibi her hareketini düzenler, bütün hayata asalet katar. Oturup kalkmasından yeme içmesine, çocuklarını terbiyesinden kazancına, sevincinden üzüntüsüne varana kadar hemen her konuda dinimizin hükümleri, emirleri ve tavsiyeleri vardır.
Bunun bir sonucu olarak hayatının merkezine İslâm’ı koyan insan her hal ve durumda ne yapacağını, neleri yapmayacağını iyi bilir. Asla şaşırmaz, şımarmaz, yolunu kaybetmez, savrulmaz, acziyet içinde kalmaz, haddi aşmaz. İslâm sürekli yol gösterici bir rehber, terbiye ve teselli kaynağıdır.
Kişi şu iki halden birinin içindedir: Ya nimetler içinde huzurlu ve sevinçli ya da birtakım imtihanlar, sıkıntılar, ıstıraplar içinde mahzundur. İslâm ile terbiye olan, hayatına yön veren Müslüman her iki durumda da ne yapacağını, nelerden uzak duracağını bilir. İslâm’ın insana kazandırdığı bu şuur sadece Müslümanda vardır. Allah Resûlü aleyhissalâtü vesselam müminin bu durumunu şöyle haber verir:
“Müminin hâli ne hoştur! Her hâli kendisi için hayırlıdır ve bu durum yalnız mümine mahsustur. Sevineceği bir hal ile karşılaştığında şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir sıkıntı geldiğinde ise sabreder; bu da onun için hayır olur.” (Müslim, Zühd, 64)
Müslümanın inancı, tevekkülü ve teslimiyeti onu doğru yolda, sıratı müstakimde tutar. Sabretmesini de şükretmesini de bilir. Her durumda Allah Teâlâ’nın rızası üzere yaşar, ilâhî emrin dışına çıkmaz, rızasına uymayan işlerden kaçınır. Böylece her işi hayır olur, sevinirken de üzülürken de kazançlı olur.
Yakın zamanda yaşadığımız ve Güzel Türkiyemiz’in birçok ilini ve Suriye’nin bir kısmını etkileyen deprem hepimizi derinden yaraladı. Devlet ve millet el ele vererek bu yaraları birlikte sarmak için seferber olduk. Yurt içinden ve yurt dışından kardeşlerimiz, insanî ve vicdanî duyarlılığa sahip nice kişiler gerek ferdî olarak gerekse yardım kuruluşları halinde bütün imkânlarıyla deprem bölgesine koştu. Küçüğüyle büyüğüyle herkes yardım için harekete geçti. Bu âfetten dolayı mahzun olmayan, dertlenmeyen, âfetzedeler için çaba sarf etmeyen yoktu. Oyuncaklarını, harçlıklarını gönderen yavrularımız, yorganını battaniyesini gönderen ninelerimiz, kendileri muhtaç olsa da maaşını, evinin ihtiyacını gönderen kardeşlerimiz topyekûn seferber oldu.
Necip milletimiz din, dil, ırk ayrımı yapmadan herkesin imdadına nasıl koştuğunu, yüreğinin nasıl çarptığını, nasıl dertlendiğini tüm dünyaya gösterdi. Bu durum ilâhî huzurda makbul bir şahitliğe de sebep oldu. Hepimiz, Allah Azze ve Celle rızası için, hiçbir menfaat gözetmeksizin halisâne bir şekilde ortaya konan çaba ve gayrete şahit olduk. Bütün dünya şahit oldu. Melekler bu yapılanları yazdı, hepimizin, dünyanın hafızasına kazındı.
Depremden etkilenen yakınlarını, sevdiklerini, evlerini, işyerlerini kaybedenlerin büyük acılar yaşamasına rağmen ne kadar metanetli, sükânetli, sabırlı ve ağırbaşlı hareket ettiğine de şahit olduk. Günler sonra enkaz altından çıkarılan insanımızın, koca yürekli minik yavrularımızın metanetli, sükûnetli, olgun davranışları ve sözleri hepimizi imrendirdi.
Milletimizin muhtaç olana yardım için derhal koşması, âfeti yaşayan kişinin de sabır ve tevekkül ahlâkına sahip olması imanın ona öğrettiği, İslâm’ın hayatına kattığı manevi değerlerden kaynaklanır. Çünkü İslâm bize, başına bir musibet gelen kişinin metanetini, sabır ve tevekkülünü nasıl muhafaza edeceğini öğretti. Hem de nasıl yardıma koşulacağını, ihtiyacı olanın nasıl yanında olunacağını, acısının nasıl tedavi edileceğini gösterdi.
Ecdadımızın Balkanlar’dan Asya’nın uzaklarına kadar ulaşabildiği her beldede insanı ayakta tutmak, hizmet için ortaya koyduğu eserlere şahidiz. Onlar imarethâneleri, tabhâneleri, çeşmeleri, hamamları, köprüleri, sadaka taşları ile gönüllere ve hayata dokundular. Bu hayırlar ve hizmetler kesilmeden devam etsin diye de vakıflar kurdular.
Dinimiz bize insanların arasına karışmayı, onlara hizmet etmeyi, yardıma muhtaç olanların hemen yardımına koşmayı emir ve tavsiye eder. Verecekleri sıkıntı ve zorluklardan kaçmak için insanlardan kopmayı, uzlete çekilmeyi tasvip etmez. Efendimiz aleyhissalâtü vesselam, halkın arasına girmeyi, ezâlarına sabretmeyi tavsiye etmiş, bir kenara çekilip hiçbir şeye karışmamaktan, neme lazım tavır takınmaktan sakındırmıştır. (İbn Mâce, Fiten 23, Nr.4032). Yine O, insanların sıkıntılarını gideren, dertleri ile dertlenen, sorunlarını çözen, rahatlatan, ferahlatan kişilere Allah Teâlâ’nın yardım edeceğini, onların sıkıntılarını gidereceğini bildirir. (Buhârî, Mezâlim 3; Müslim, Birr 58)
Mevlâ Teâlâ ülkemizi, milletimizi her türlü âfetten, bela ve musibetlerden muhafaza eylesin. Göçük altında hayatını kaybedenlere şehitlik pâyesi ihsan eylesin. Kederli ailelerine sabr-ı cemîl ve metanet; devletimize, milletimize güç kuvvet versin. Yaralılara şifalar bahşeylesin. Afetzedeleri kurtarmak, yaralarını sarmak için canla başla çalışan ekiplere, yardım eden gönüllülere bol mükâfat ihsan eylesin.
Tevfîk ve inayeti ile…