Son zamanlarda akla hayale gelmeyecek yollarla çamur atıldığına bakmayın, dinimiz tertemiz bir dindir. Akaidi, amelleri, muamelâtı, ahlâkı hem tertemiz hem de temizleyicidir. Bu dinin mensuplarının da tertemiz olması gerekir. Bunun önemli bir unsuru da temiz rızıktır.
Temizlik denilince sahabi efendilerimiz başta olmak üzere İslâm’ın ilk nesilleri kalp ve ahlâk temizliğini anlıyor olsalar da aklımıza ilk olarak dış temizlik gelir. Elbette bu da doğrudur. Müslümanın elbisesi, ibadet ettiği, oturduğu, yatıp kalktığı yer, işyeri, çevresi temizdir, temizde olmalıdır.
Bunun gibi müminlerin yediği içtiği şeylerin de temiz ve helal olması gerekir. Hak Tealâ ve O’nun kutlu Peygamberi bizlere neyin temiz ve helal, neyin haram ve kirli olduğunu bildirmiştir. Bize de bunları öğrenip uygulamak düşer. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “İslâm’ın farz olan temel ilimlerini öğrendikten sonra rızkını helâlinden kazanmak da farzdır.” (Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebir, nr. 9994)
Peki, rızık nedir? Öncelikle yediğimiz içtiğimiz her şey birer rızıktır, fakat bununla sınırlı değildir. Kullandığımız, istifade ettiğimiz her şey rızık olarak tarif edilebilir. Evimiz, işimiz, eşimiz, giydiğimiz elbiseler, bindiğimiz araçlar bizim rızkımızdır. Önemli olan rızkımızı hangi yolla elde ettiğimiz ve onlarla ne yaptığımızdır.
Diğer taraftan rızık sadece görünen, gösterilebilen şeylerden de ibaret değildir. Hatta rızkın en değerlisi iman ve Cenâb-ı Hakk’ı bilen, seven bir kalptir. Ayrıca akıl, irade, hal ve sıfatlarımız da rızıktır.
Helal Kazanç Çeşit Çeşit Rızık
Kaynaklarımız rızkı dört başlık altında ele alır. Bunlar kitabî ifadeleriyle “mazmun”, “maksum”, “memlûk” ve “mev’ud” rızıklardır. Kısaca bakalım: Mazmun (ödenmiş) rızık: Allah Tealâ’nın kullarına ezelde takdir ettiği ölüm vakti gelene kadar vaat ettiği, ömrünü tamamlamaya yetecek kadar olan rızıktır. Bu rızka Allah Tealâ kefildir, ecel vakti gelene kadar kimse onu engelleyemez.
Maksum (taksim edilmiş) rızık: Birinci kısmın dışında, yani hayatını idame ettirecek kadar olandan fazla, Allah Tealâ’nın kuluna verdiği her türlü giyecek, içecek, bizzat kullandığı eşyalardır. Bu kısımda olan rızıklar da Allah Tealâ’nın takdirine göredir.
Memlûk (elde tutulan) rızık: Kulun elinde toplanan bütün malı mülkü, parası puludur. Kişi bunları kendi çabasıyla, sebeplere sarılarak ya da Allah Tealâ’nın doğrudan ihsan etmesiyle elde edebilir, fakat hepsi onun rızkı sayılmaz. Mesela milyonları olan biri servetinin tamamını kendisine harcayamaz. Mutlaka bir şekilde başkaları da ondan istifade eder. Hatta öldüğü vakit bu mallar çoluğuna çocuğuna ya da bir başkasına kalır, belki de onlar ilk sahibinden daha fazla faydalanır.
Mev’ud (vaat edilmiş) rızık: Bu rızık Allah Tealâ’nın sâlih kullarına ihsan etmeyi vaat ettiği rızıktır. Maddi ve manevi olabilir. Ayet-i kerîmede bu rızık çeşidi şöyle haber verilir: “Kim Allah’tan korkarsa Allah ona bir kurtuluş yolu hazırlar ve ummadığı yerden rızıklandırır.” (Talâk 2-3)
Dikkat edilirse dört rızık çeşidi de Allah Tealâ’ya atfen tarif edilmektedir. Rezzâk-ı Hakiki, yani gerçekte rızkı veren, rızkın sahibi olan O’dur. Kul sadece yine O’nun bahşettiği akıl, irade, imkân ve kabiliyetlerle rızkı almakta, kullanmakta, belki geçici süreyle elinde tutmaktadır.
Helal Kazancı Kirletmemek ve Kirlenmemek
Hayatın her alanında kurallar vardır. İnsanın en özgür ve rahat olduğu yer evidir. Buna rağmen orada da pek çok kural vardır ki yaşanılabilir olsun. Yemek, düzen ve intizam, temizlik gibi ev halkının dikkat etmesi gereken pek çok sorumluluk bu kuralları gerekli kılar. Okulda, iş yerinde, sokakta, trafikte, devlette, dünya nizamında da böyledir. İnsanların koyduğu kurallar bazen eksik ya da yanlış olabilir.
Allah Tealâ ise ezelî ve ebedî ilme sahiptir, kişiyi kendisinden iyi tanır. Bu sebeple O’nun koymuş olduğu ilâhî kanunlar ise kusursuzdur. Bu kurallara riayet etmek, helal daire içinde yaşamak hem dünya huzuru hem ahiret saadeti bakımından biricik yoldur. Bugün gerek fert olarak insanın, gerekse küresel seviyede insanlığın yaşadığı krizler bu hakikati teyit eder.
Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de bildirildiği üzere insan nefsi kötülüğe eğilimlidir. Kuralları sevmez. Haram olan şeylere yatkındır. Yaşanan musibetlerin büyük ölçüde sebebi de budur. Hile, gasp, yalan, aldatma, zulüm gibi haramlara yakasını kaptırıp rızkını kirletenler hem başkalarına zarar verir hem de Allah Tealâ’nın gazabını üstüne çeker. Çünkü nefislerini rab edinmişler, Âlemlerin Rabbi’nin koyduğu sınırları çiğnemişlerdir.
Bozuk niyetle kazanılan rızkın, haksız kazancın, gaflet ve öfkeyle yenilen içilen şeylerin bedenimize zarar verdiği, maneviyatımızı tükettiği, kalbimizi karartıp harama düşmemizi kolaylaştırdığı bildirilmiştir. Tecrübeyle de sabittir; haram kazanç amelleri zayıflatır, ibadet neşvesini alır ve yavaş yavaş ibadet şevk ve azmini yok eder. Fakat asıl bedel ahirette ödenecektir.
Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurur ki: “Bazı insanlar vardır, Allah’ın mülkünden haksız şekilde mal edinmeye girişir. Halbuki bu kıyamet günü onlara bir ateştir, başka şey değil.” (Buhârî, Humus 7)
Helal Kazanç İçin Çalışmak Bir Emir
Allah Tealâ rızkı takdir ettiği kadar verir demiştik. Fakat bu çalışmamıza, alın teri dökmemize, sebeplere sarılmamıza kesinlikle zıt ya da engel değildir. Hak Tealâ bu âlemin nizamında her şeyi bir sebep sonuç ilişkisi içerisinde yaratmıştır. Cenneti iman ve sâlih amellerimize, rızkı çalışmamıza, gece ve gündüzü dünyanın dönmesine, yağmuru bulutlara bağlamıştır. Bu sebeple yaşadığımız âleme “alem-i esbâb: sebepler âlemi” de denilmiştir.
Rızık konusunda da aynı hüküm geçerlidir. Allah Tealâ mazmun/ödenmiş rızkımızı, ezelî ilmiyle bizim gayret ve çabamızı bilmesi üzerine taksim etmiştir. Çünkü O’nun bilgisi zamanla sınırlı değildir; O’nun için geçmiş, şimdi ya da gelecek söz konusu değildir.
O çalışmayı emreder. “Gündüzü de çalışıp kazanma zamanı yaptık.” (Nebe 11) buyurur.
Kazanç yolları ise çok ve çeşitlidir. Kur’an-ı Kerim’de, “Biz sizi yeryüzünde yerleştirdik. Orada size geçim vasıtaları yarattık, geçim yolları verdik.” (A’raf 10) buyurulur.
Çalışan bir mümin işini Rabbi’nin rızasını kazanmak niyetiyle yaparsa sevap kazanır.
Zamanımızın bir büyük mürşidi buyurur ki: “Bir insan sabahleyin kalkıp güzelce bir abdest alsa, işine giderken de ‘Ya Rabbi, sen Rezzâk-ı Mutlak’sın, bütün yarattıklarının rızkını mutlaka verirsin. Fakat rızık aramayı, çalışmayı sen emrettin. Biz senin emrine uyup rızkımızı aramaya gidiyoruz.’ diye niyet etse ve bu niyetle işine başlasa, bütün gün boyunca başını secdeden kaldırmayıp nafile namaz kılan kimse gibi sevap kazanır. İnsan için bunu yapmak çok kolaydır. Bu sevabı kazanmak için güzel niyet etmesi yeterlidir.”
Altın Bilezik Helal Kazancın Anahtarıdır
Müminin elinde bir sanatı, hüneri, bir uzmanlığı olması ne güzeldir! Dilimizde buna “kolunda altın bileziği olmak” denilir. Çünkü o bilezik bir ihtiyaç anında imdada yetişecek, ele güne muhtaç olmaktan muhafaza edecektir. Böyle bir hüner, uzmanlık helal rızka vesiledir. Rızkını kendi alın teriyle kazanan kişi hadis-i şeriflerde övülmüş ve müjdelenmiştir.
Fakat meslek edinmenin, hüner sahibi olmanın da sınırları vardır. Dinimize uymayan haksız kazanç yollarından, çirkin işlerden, kısaca şeriatsızlıktan sakınmalıdır.
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem müminleri bir meslek edinmeye teşvik ederek şöyle buyurmuştur: “Allah Tealâ, kendisine bir meslek edinmiş (ve insanlara muhtaç olmaktan kurtulmuş) mümin kulu sever.” (Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebir) Bir başka hadisinde “Sizden birinin baltasını ve ipini alarak dağdan odun getirerek satıp parasıyla geçinmesi ve sadaka olarak vermesi, versinler veya vermesinler, insanlardan bir şeyler dilenmesinden çok daha hayırlıdır.”
Âriflerden İbrahim el-Metbûlî kuddise sırruhû da şöyle demiştir: “Sanatı olmayan kişiyi sevmem. Çünkü başkasından istemekten kurtaracak şey onun sanatıdır.”
Ehlullahın büyüklerinden Ebû Süleyman ed-Dârânî kuddise sırruhû ise bu konudaki sûfîlerin net tavrını şöyle dile getirmiştir: “Başkasının sağladığı imkânla (nafile) ibadet etmen makbul bir ibadet değildir. Evvela geçimini temin et, sonra (nafile) ibadet et.”
Ticarete başlayan kişi güzelce niyet etmeli, yaptığı işin dinimize uygun olup olmadığını, alım satımında kazancına haram karışıp karışmadığını düşünmeli, var gücüyle dikkat etmelidir. Hainlik, aldatma, hırsızlık, hile, gasp gibi şeriat ve ahlâk dışı işlerden uzak durmalıdır.
Dinimizin yasakladığı faiz, fiyatta ve malın vasfında belirsizlik, çifte satış gibi günümüzde yaygın haramlara düşmemelidir. Asla karaborsacılık ve stokçuluk yaparak Müslümanları zor durumda bırakmamalıdır. Alım satımla ilgili fıkhî hükümleri öğrenmeli, tereddüte düştüğü veya bilmediği meseleleri bir âlime sormalıdır.
Hz. Ömer radıyallahu anh çarşı pazar yerlerini dolaşır ve oradakilere kamçısıyla uyararak; “Buralarda dinin hükümlerini iyi bilenler ticaret yapsınlar; yoksa bilmeden faiz yer, harama düşerler.” derdi.
Kişi evvela kendi alışverişini düzelttikten sonra komşu esnafın hatalarını da münasip dille ve dostane ilişkilerle düzeltmeye çalışmalı, ilâhî ölçüleri yaymaya gayret etmelidir.
Özetlersek; Yüce Rabbimiz bizim için türlü türlü nimetler yaratmış, yeryüzünü, güneşi, ayı hizmetimize vermiştir. Bu kadar nimet içerisinde haramlardan sakınmak, rızkımızın helal ve temiz olması için gayret ve çaba göstermeyi de bizden istemiştir.
Namazlarımızı kurallarına göre kıldığımız gibi, zamanımızın çoğunu harcadığımız iş hayatımızı da dinimize uygun yapmamız gerekir. Üstelik sünnete uygun çalışma biçimi ibadet sevabına vesiledir.