Bir tanıdık “Ben bugüne kadar hiç tevbe etmedim” demişti. Şimdi “Bunun neresi ilginç?” diyeceksiniz. Çünkü böyle milyonlarca insan var. Fakat bunu söyleyen kişi beş vakit namazında ve haramlardan uzak duran biri. Bu sözü de öyle tevazu olsun diye söylememişti. Sesinde hayret ve hüzün vardı. Belli ki tevbenin farz olduğunu biliyordu. Tevbenin sadece günahlara yapılmadığının, kulluğun bir gereği olduğunun da farkındaydı muhtemelen. Çünkü kaç hutbede dinlemiştir; günahlardan korunmuş olduğu halde Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem günde yetmiş kez istiğfar ediyor, af diliyordu.
“Ben hiç tevbe etmedim” diyen adam belli ki tevbenin manasını ve muhtevasını yeni öğrenmişti. Hakiki tevbenin bütün aza ve cevâhirinle Cenâb-ı Mevlâ’ya yönelmek, isyan ve günaha gerçekten ama gerçekten pişman olmak ve bir daha dönmemek olduğunu anlamıştı. “Nasuh tevbe”yi bilmişti. Ve şimdiye kadarki tevbelerinin laftan ibaret olduğunu fark etmişti.
Şimdi soralım: Biz hiç tevbe ettik mi?