“Her kötü huyunu bir diken bil. Dikenler ayağını nasıl incitirse çirkin huyların da diken gibi hem seni hem de başkalarını yaralar.”
İnsan toplum içerisinde yaşayan bir varlık. Herkesten, her şeyden soyutlanarak hayatı sürdürme çabası hiç kimse için kolay değil. Fakat toplum hayatı dinamik bir süreç. Zaman ilerledikçe toplumsal şartlar, değer yargıları, karakterler, doğru ve yanlış algısı da değişiyor. On yıl önce hepimiz için kıymetli olan şeyler, bugün alay konusu haline gelebiliyor. Böyle bir ortamda var olmak, dahası hayatın olağanüstü akışına ayak uydurabilmek gerçekten zor. Fakat yaşamak zorundayız. Üstelik Allah’ın rızasını kazanmak gayesiyle.
Zaman ve dinî hayat konusunda kafa yoranların bildiğini tahmin ettiğim bir hadis-i şerif var. Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem efendimiz sahabilere buyuruyor: “Siz öyle bir zamandasınız ki, dinin emir ve yasaklarının onda birine uymazsanız helak olur. Öyle bir zaman gelecek ki, emir ve yasaklarının onda birine uyabilen kurtulur.” (Tirmizî, 2267)
İçerisinde bulunduğumuz hallere bakarsak, öyle zannediyorum ki Efendimiz’in işaret ettiği zaman diliminde yaşıyoruz. Özellikle işi, pozisyonu gereği sosyal hayatın daha çok içinde bulunanlar için böyle. Etrafımız dört taraftan kuşatılmışken, kendimizi muhafaza etmek çetin bir iş haline gelmişken, iman kor ateşe dönüşmüşken bir de içimizdeki dikenlerle hem kendimizin hem de çevremizdeki insanların canını acıtıyor, hayatı iyice yaşanmaz hale getiriyoruz.
Gerçek muhacir kim?
Yine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin yol aydınlığı olacak kutlu hadislerinden biri ile devam edelim: “Müslüman, dilinden ve elinden Müslümanların zarar görmediği kimsedir. Muhacir ise Allah’ın yasakladığı şeylerden uzaklaşan kimsedir.”
Derununda sayfalar dolusu bilginin yer aldığı bu iki cümlede, özellikle zikredilen iki uzvumuza; dilimize ve elimize dikkat etmek zorundayız. Çünkü insanoğlu çoğunlukla bu iki uzvuyla başkalarına zarar veriyor. Sövmenin, lanet etmenin, dedikodunun, iftiranın, koğuculuğun ve yalanın vasıtası olan dilimizi, büyüklerin tabiriyle hapsetmemiz gerekiyor.
Dövmeye, katletmeye, yakmaya yıkmaya, gasp etmeye ve hırsızlığa araç olan elimiz ise kötülüğe olduğu kadar iyiliğe de müsait.
Muhacir/hicret eden kavramına yüklenen anlam da dikkat çekici. Tıpkı nefsimizle mücadelenin büyük cihat sayılması gibi, gerçek hicret Allah’ın yasakladığı şeylerden kaçmak olarak nitelendiriliyor. Nefsimizin istediği, şeytanın dayattığı, maalesef bir süre sonra da karakter haline gelen ve hem kendimiz hem çevremize zarar vermemize neden olacak her türlü kötülükten uzaklaşırsak gerçek anlamda hicret etmiş oluyoruz.
Bu içsel hicretin içine büyük günahlar kadar insanları rahatsız edecek huylarımız, karakter özelliklerimiz de giriyor elbette. Günah işleyerek, kötü huylarımızı dizginlemeyerek çoğunlukla kendimizle beraber insanlara ve topluma zarar veriyoruz. Ve belki farkında olarak veya olmayarak başka birçok kötülüğe kapı aralıyor, bizden sonra pek çok kişinin aynı yanlışları yapmasına neden oluyoruz.
İncinmeden incitmeden
Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî kuddise sırruhû Mesnevi’de şöyle bir hikaye anlatıyor:
Adamın biri herkesin kullandığı yolun üzerine dikenli çalılar dikmiş. Yoldan gelip geçenlerin elleri yüzleri kan revan, kıyafetleri paramparça olmaya başlamış. Millet haklı olarak durumu şikâyet etmiş ve adamdan dikenleri sökmesini istemişler. Adamsa oralı olmamış. Dikenler hızla büyümeye ve yayılmaya başlamış. Konu valiye intikal edince vali adama talimat göndermiş ve dikenleri sökmesini emretmiş. Bu kez emir büyük yerden gelince adam;
– Tabii ki sökerim, demiş.
Fakat her gün başka bir işe daldığı için ihmal etmiş. İnsanların üstü başı yırtılmaya, kanamaya devam edince, vali adamı yeniden uyarmış. Adam;
– Uygun bir zamanda derhal sökeceğim, demiş ve peş peşe gelen uyarıları “yarın… öteki gün…” diyerek sürekli erteleyip durmuş.
Bu arada dikenler daha da büyümüş, kökleşmiş. Valinin tepesi atmış. Adama;
– Sözünü neden tutmuyorsun? diye çıkışınca,
– Daha çok zamanımız var. Bugün, olmadı yarın sökerim, Neden kızıyorsunuz? cevabını almış. Bunun üzerine;
– Artık bu işi ertelemeyeceksin! Sen sökerim dedikçe dikenler büyüyor kökleniyor. Üstelik sen de her geçen gün yaşlanıyorsun, demiş.
Hikâyenin sonunda Mevlânâ hazretleri şöyle öğüt veriyor:
“Her kötü huyunu bir diken bil. Dikenler ayağını nasıl incitirse çirkin huyların da diken gibi hem seni hem de başkalarını yaralar.”
Elimize ayağımıza batan dikenlerin haddi hesabı yok. Üstüne üstlük, hikâyede anlatıldığı gibi her geçen gün de büyüyüp güçleniyor. Başta da kendi dikenlerimiz elbette. Hz. Mevlânâ teşhisi koymuş. Çözüm için de sanırım, dikenlerimizi söküp atacak, olmadı törpüleyecek usta bahçıvanlara ihtiyacımız var.
Evet, kendi içimizdeki dikenlerden kurtulmadan, onları zararsız hale getirmeden, hiç olmazsa bu yolda çabalamadan, şu hayatı huzur içinde yaşamak, sonrasında da selamete ermek mümkün olmayacak.