İçeriğe geç

İlke, Ölçü ve Güç

    And olsun biz peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine getirmeleri için beraberlerinde kitabı ve mizanı indirdik. Biz demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır. Bu, Allah’ın dinine ve peygamberlerine gayba inanarak yardım edenleri belirlemesi içindir. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, daima üstündür.” (Hadîd 25)

    Hadîd sûresi Medine’de nâzil olmuştur. 29 ayettir. Adını 25. ayette geçen “Hadîd: Demir” kelimesinden alır. Kur’an-ı Kerim’deki yerine göre 57, iniş sırasına göre 112. sûredir.

    Müfessir Fahreddin Râzî ve Hâzin’in açıklamaları üzere Cenâb-ı Allah’ın peygamber göndermesi, kitabı ve mizanı indirmesi insanların adaletle muamele etmeleri içindir. Bu noktada “adalet” kavramının bugünkü dar manasında olmadığını hatırlamak gerekir. İslâm’ın tarif ettiği adalet; ferdî hayatta, insanlar arası ilişkilerde, insan ve kurumsal yapı ilişkilerinde her şeyi “yerli yerinde” tutmak, bir şey ne için yaratıldıysa ona göre kullanmak manasına gelir.

    Peygamberler insanlığa doğru yolu gösterir ve onları faydalarına olacak şeye sevk ve irşad eder. Kitap dünya ve âhiret menfaatlerini açıklar. Mizan yani ölçü ise insanları birbirleriyle olan muamelelerinde fazla ya da eksik olarak haklarına tecavüzden muhafaza eder.

    Bu sayılanların hepsi insanlığın rahat ve huzurunu; bütün işlem ve ilişkilerde adaleti temin ve dünya düzeninin layık olduğu şekilde yürümesini sağlamak için vesilelerdir.

    Ayet-i celîlenin mevzûu, eşref-i mahlûkat olan insanın sorumluluk gerekçesini açıklamak olup, bu sorumluluktan doğan vazifeleri genel bir kaide halinde ifade etmektir.

    İnsanın mesuliyeti, akıl ve muhakeme gücü sayesinde ortaya konulan delilleri değerlendirebilme kabiliyetine sahip olmasıyla doğrudan ilişkilidir. Allah Teâlâ kullarına hak yolu bulması için gerekli vahyi ve delili göndermiştir. Vahyin muhatabı olan insan, taşıdığı bu özelliklerin gereği olarak iman ederek emre tâbi olup olmayacağı hususunda sınanır. Bu imtihanın kazanılması ve sorumluluğun hakkının verilmesi de adaletle, yani olması gerekeni yapmaya çalışmakla, bu uğurda Allah’ın lütfettiği imkânları en iyi şekilde kullanmakla mümkün olur.

    Kesin deliller ve mucizeler

    “Yemin olsun ki biz peygamberlerimizi apaçık ve kesin delillerle ve mucizelerle desteklenmiş olarak gönderdik.”

    Peygamberler Cenâb-ı Hak tarafından seçilmiş en doğru, en güvenilir rehberlerdir. Doğruluk (sıdk) ve güvenilirlik (emânet) onların sıfatlarıdır. Rehbere uymak istemeyenler için herhangi bir mazeret yoktur. Hidayet yolunu tercih edenlere ise yol kolaylaştırılmıştır.

    “Biz peygamberlerle birlikte, insanlar adaleti yerine getirsinler diye içindeki hükümleriyle birlikte kitabı ve mizanı indirdik.”

    Kastedilen kitap Allah Teâlâ tarafından insanlığa gönderilen bütün ilâhî kitaplardır. Peygamberlerin gönderilmesi, kitap ve mizanın indirilmesiyle hakkın ve bâtılın ne olduğu kesin delillerle ispat edilmiştir. Ayrıca itikat, ibadet, ahlâk ve muamelât konularında hak ve bâtıl yolun özellikleri bütün açıklığıyla ve hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde beyan edilmiştir.

    Kitapla beraber indirilen şey “mizan” yani ölçüdür. Mizanın, hem tartmak, hem de tartı aleti yani terazi manasına kullanılmış olması muhtemeldir. İki şeyin mukayesesinin yapıldığı, bir şeyin diğer bir şeye oranla miktarının ve ağırlığının tanınmasını sağlayan alete mizan ya da terazi denir.

    Adalete ve adaletin ölçüsü olan şeriata da mizan denilmiştir. Bu bağlamda şeriat, hükümlerin sahih olanı ile bozuk olanlarını tanıyıp ayırmak için bir ölçüdür.

    Bir fiil olarak mizan her şeyi ve şeyler arasındaki ilişkiyi layık ve münasip olduğu yere koymak demektir. Bunun indirilmesi demek, Allah Teâlâ tarafından insanlığın bilgisine indirilmesi, ilham ile bildirilmesi, yapımının ve kullanımının öğretilip emrolunması demektir. Bu da tartıp ölçmeyi anlayan bir akıl ve düşünce terazisiyle ilintilidir.

    Kâdi Beydâvî rahmetullahi aleyhe göre mizan şudur: Olan her şeye hak ettiğini, her hak sahibine de hakkını vermekle âlemdeki işlerin düzeni ve doğru hareket etmesidir.

    Her şeyde ölçü ve adalet

    Cenâb-ı Hak âleme denge kanununu koymuştur. Bütün varlık ve oluşların belirlenmiş sistem dahilinde yürümesini sağlayan genel bir denge mevcuttur. İnsanın hayatını insana yaraşır biçimde düzenlemesi için konmuş ilâhî yasalar bütünü olan din de bu denge kanununun bir tezahürüdür. Bütün bu mizanın özü kısaca “her şeyi lâyık olduğu yere koymak” diye tanımlanan adalet ilkesidir. Bu ilke bir taraftan kişinin Allah Teâlâ’dan başka varlığa ilâhlık yakıştırmamasını, diğer taraftan da insanî ilişkilerde her hak sahibine hakkını vermesini ifade eder.

    Adaletin hayata yansıtılması dikkat ve özen gerektirir. İnsânî ilişkiler bakımından bunun adı “hakkaniyet”tir. Hakkaniyeti belirlemede kişilere düşen, kendisinden bir şey katmadan ilâhî emirlere uygun olarak takdir yetkisini iyi niyet esasına dayalı biçimde kullanmak ve adaletin gerçekleşmesi için elinden gelen bütün çabayı harcamaktır.

    Unutulmamalıdır ki her bir olayla ilgili yapıp ettiklerimizin âhiretteki teraziyi, yani büyük ve mutlak mizanı aleyhimize çevirmeyecek biçimde olması, dünya imtihanını kazanmanın şartıdır.

    İki şeyin birbirine denkliğini ölçmek için kullanılan terazi eski zamanlardan beri adaleti temsil eden bir sembol olarak kullanılagelmiştir. Keşşâf Tefsiri’nde bildirildiğine göre ilk defa Cebrail aleyhisselam teraziyi getirip Hz. Nuh aleyhisselama vermiş ve “Kavmine emret de bununla tartsınlar” demiştir.

    Demiri indirmenin anlamı

    Allah Teâlâ kullarına hükümlerini tebliğ edecek resûllerini gönderdiğini ve hükümlerini açıklayan kitapla beraber mizanı indirdiğini beyandan sonra, tebliğe vasıta olan kılıcın asıl maddesi olan demiri indirdiğini mealen şöyle bildirir:

    “Biz demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır.”

    Ayet-i celîlede, diğer nesnelere göre daha güçlü bir madde olduğu için özellikle demirden bahsedilmiştir. Ahşap, taş gibi başka maddeler de benzer neticeler vermiş olsa bile demir, bir silah olarak kullanıldığında zafere ulaşmak için en uygun maddedir.

    Demir, başka metalleri ve bu metallerin kullanımıyla elde edilecek imkânları güçlü bir biçimde temsil eden bir örnektir. Demirin insan bünyesi bakımından da özel bir önemi vardır. İnsan vücudunda demir eksikliğinin yol açtığı kansızlık, en sık rastlanan kansızlık tipidir ve pek çok hastalığın kaynağıdır. Demirin özellikleri ve insan hayatındaki önemiyle ilgili bu bilgiler ışığında ayetin; “onda büyük bir güç ve insanlar için yararlar vardır” kısmı daha iyi anlaşılabilir.

    Hasan-ı Basrî rahmetullahi aleyh ve bazı müfessirler, ayet-i kerimedeki “demiri indirdik” ifadesinin manasını “onu yarattık” şeklinde açıklamıştır.

    İhtiyaçlar ve ilâhî rahmet

    Bilindiği üzere insan hayatının devamı temelde şu dört unsura dayanır: Tarım, tekstil, inşaat ve idarecilik… Çünkü insanın hayatta kalması için yemeye, giyinmeye, barınmaya ve bir arada yaşamaya ihtiyacı vardır. Bir arada yaşayan insanların, hem başkalarından gelecek zarara karşı koyabilmesi hem de aralarında huzurun ve sükûnun temini için idareciye ihtiyacı olacaktır. Bu da siyasetin temelidir.

    Bu sayılanlardan ziraat demire/metale muhtaçtır. Dokuma faaliyeti de öyle. Ev ve bina konusuna gelince; bunun da tam ve mükemmel bir şekilde yapılması ancak demirle mümkün olur. Yine yöneticiler için de güç ve kuvvet vasıtalarının ancak metalden üretilen silahlarla mümkün olduğu malumdur. Bu hususlar göz önünde bulundurulduğunda âlemin pek çok ihtiyaç ve faydasının ancak demir sayesinde elde edilebileceği anlaşılmış olur.

    Demire olan ihtiyaç çok olunca Allah Teâlâ onun bulunmasını kolay, miktarını da bolca yapmıştır. Demire nazaran kıymetli taşlara ve madenlere olan gerçek ihtiyaç çok az olduğu için pek yerinde olarak onlar son derece azdır. Mesela dünyada hiç altın bulunmasa hayatın devamında bir sorun olmaz. Fakat demir olmasaydı insanlığın devamı mümkün olmayabilirdi.

    Allah Teâlâ’nın ihtiyaç duyulan şeyleri doğada çok ve kolay bulunur biçimde yaratmış olması O’nun cömertliği, hikmeti ve kullarına yönelik rahmet ve yardımının tezahürlerindendir.

    Demirin yukarıdaki faydalarının yanında silah olarak Hakk’ı kabul etmeyenlere, zalimlere karşı önemli bir işlevi, şeriattan çıkmışları ve dinden ayrılmışları hakka davet hususunda şiddetli bir caydırıcılık özelliği vardır.

    İbn Abbas radıyallahu anhudan rivayet edildiğine göre Hz. Âdem aleyhisselam ile beraber üç şey inmişti: Birincisi Hacer-i Esved olup, o zaman kardan daha beyazdı. İkincisi Hz. Musa aleyhisselamın asası olup, cennetteki mersin ağacındandı. Üçüncüsü ise demirdir.

    Silah olarak demir

    Allah Teâlâ demirde insanlığın birçok menfaati olduğunu beyandan sonra, demiri indirmesinin diğer bir maksadını da açıklamak üzere mealen şöyle buyurmaktadır:

    “Bu, Allah’ın dinine ve peygamberlerine gayba inanarak yardım edenleri belirlemesi içindir. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, daima üstündür.”

    Şüphesiz Allah Teâlâ hiç kimsenin kendisine karşı çıkamayacağı, hiçbir gücün kendisine benzer olamayacağı kadar güçlü; hiçbir yardımcıya muhtaç olmayacak kadar üstünlük sahibidir. O’nun emrine hiç kimse muhalefet edemez, dininden dönenlerden derhal intikam almaya kudreti yeter. Helâk etmeyi murad ettiği kimseleri derhal yok eder. Dinine yardım edenleri izzetiyle destekler, harp meydanlarında sabit kalması için onlara sabır ve metanet verir. O’nun başkasının yardımına ihtiyacı yoktur. Mücahedeyi emretmesi müminlerin faydalanmaları ve itaatlerinden dolayı sevaba hak kazanmaları içindir.

    O’nun dinine yardım, bu dinin öğrenilmesini, yaşanıp yaşatılmasını sağlamak yolunda malla canla cihad etmektir. Allah Teâlâ kendi dinine yardım edenlere dünya hayatında İslâm, iman ve ihsan üzere sebat verir. Onları bâtıl inanç ve amellere kaymaktan korur.

    Ayetin üslubundan anlaşılan şudur ki, demirin diğer dünyevî faydaları bir tarafa, Allah Teâlâ müminlerden demirden yapılan silahlarla kendi yolunda cihad etmelerini, indirdiği hak ve adalet düzenini yeryüzüne yerleştirmelerini ve bu hususta Allah’ın dinine ve Peygamberi’ne yardım etmelerini istemektedir. Aslında sonsuz kudret ve kuvvet sahibi Allah kimseden bir şey istemeden hak ve adaleti gerçekleştirmeye elbette kâdirdir. Ancak O kullarını bu yolda imtihan etmekte, hak yolunda fedakârlık yapanları belirleyip, âhirette büyük mükafatlar vermek istemektedir.

    Kitap, adalet ve silah

    Fahreddin Râzî rahmetullahi aleyhin açıklamasına göre bu ayet-i celîlede bildirilen peygamberler, kitap, mizan ve demir kavramlarının hepsi birbiriyle bağlantılı ifadelerdir. Şöyle ki:

    Peygamberler, ilâhî kanun ve hükümleri Allah Teâlâ’nın kullarına tebliğle görevlidirler. Fakat hükümlerin yazılmış olması ve peygamberin vefatından sonra ümmetin elinde kalması için bir kitaba ihtiyaç duyulduğundan, peygamberlerden kalan kitap bulunması lazımdır. Bu kitabın emrettiği adaleti yerine getirmek ve insanları zulümden korumak, elde bir mizanın, terazinin bulunması ile olabileceğinden, Cenâb-ı Hak peygamberler ve kitaplarıyla beraber mizanı da indirmiştir. Gerek kitabın hükümlerini, gerek mizanı uygulamaya muhalefet edenleri kabule mecbur etmek ancak kılıçla, otoriteyle meydana geleceğinden Cenâb-ı Hak demiri indirmiştir, yaratmıştır. Mizanı bozanların ve inkârcıların kılıçla yola getirilmesini emretmiştir.

    Anlaşılıyor ki kitaba ve mizana itaat etmeyenleri tehdit için kılıcın, silahın, otoritenin mühim ve gerekli bir şey olduğuna Cenâb-ı Hak bu ayette işaret buyurmuştur. Kılıcı ve gücü kullanmak devlet başkanının görevi olduğundan, şer’î hükümleri kabulden kaçınanlarla, mizana ve adalete uymayan, düzeni bozan zalimleri yola getirmek için güç kullanmak devlet reisi üzerine vaciptir.

    Ayet-i celîlede âlimlerin ve yöneticilerin mertebelerine de işaret vardır. Kitabın hükmünü açıklamaya ve insanlara emirleri tebliğe memur olanlar âlimlerdir. Âlimlerin beyan ettikleri hükümleri kabulde direnen, inat eden kâfir, zalim ve asilere güç kullanmakla vazifeli olanlar ise otorite sahibi yöneticilerdir. Kılıca ihtiyaç kitaptan sonra olduğuna işaret için önce kitap, sonra demir zikredilmiştir.

    Kitap düşünce kuvvetine, mizan uygulamalara, demir de zararı giderip faydayı temin etmeye işaret etmektedir. Ayet-i celîlenin ifadesinde bu tertibe riayet olunmuştur.

    Hak Sübhânehû ve Teâlâ en iyi bilendir.