İçeriğe geç

İşaretten Anlayanlar

    19. yüzyılın Nakşibendî mürşidlerinden Seyyid Sıbgatullah Arvâsî (Gavs-ı Hizânî) kuddise sırruhûnun hayatından, nasihatlerinden ve sohbetlerinden önemli bilgiler aktaran “Minah” adlı eserde Mevlâna Hâlid-i Şirvânî Ölekî kuddise sırruhû şöyle nakleder:

    Gavs-ı Hizânî kuddise sırruhû bir sohbetinde, “Birine mensup olmaktan maksat, ona manen intisap edip yolunda gitmektir. Yoksa sadece şeklî olarak intisap etmek gerçek intisap olmaz” buyurdular.

    Yine bir sohbetlerinde şöyle buyurmuşlardı: Mürid şeyhinin kendisine sözlü tebliğlerini beklemeden işaretlerini gözetlemeli ve bunlardan pay çıkarıp gereğince amel etmelidir. Çünkü sözlü emirler bir yarayı dağlamak gibi tedavinin son merhalesi ve aynı zamanda mürşidin müridine olan ikazının bir alametidir.

    Gavs’ın halifesi Hâlid-i Şirvânî kuddise sırruhumâ anlatıyor: Gavs-ı Hizânî kuddise sırruhû dergâh-ı âlilerinde bulunan ihlâslı hiçbir müridine sözlü olarak emir vermemiştir. Sadece tek bir kişiye böyle sözlü emirlerde bulunmuştur. Bu kişi de ilk zamanlar ihlâslı davranırken daha sonraları münkirlerden olmuştur. Nitekim Gavs kuddise sırruhû bu kişi hakkında, “Şayet o, (işaretvâri) emirlerimi yerine getirmiş olsaydı, kendisini münkirliğe götürecek bu vesveselere kapılmazdı” dedi.

    Daha sonra Gavs-ı Hizânî kuddise sırruhû mecliste bulunanlara, şeyhi Seyyid Tâhâ kuddise sırruhûnun kendisine şöyle dediğini hatırlattı: “Sen insanlara önce işaretle emir ve muamelede bulun. Eğer işaretlerinden anlamazlarsa açık bir şekilde, sözlü olarak emret. Şayet bu da fayda vermezse, o (hasedinden ya da münkirliğinden bu şekilde davranan) kimselerden yüz çevir. ”

    Öyle Bir Yol Seçtik ki

    Gavs-ı Hizânî kuddise sırruhûnun halifelerinden, 19. yüzyılın Nakşibendî mürşidlerinden Şeyh Abdurrahman-ı Tâhî kuddise sırruhû Mektûbât’ında der ki: Şeriat Allah celle celâluhûnun dosdoğru yoludur. Hatta tarikat ve hakikat şeriatın zâhiri üzerine kurulduğu için şeriatın temeli olmuşlardır. Şayet maksat şeriatı yaşamak olmasaydı, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, “Hûd sûresi beni ihtiyarlattı” (Tirmizî, Tefsîr, 56) demezdi. Allah Teâlâ da, “Muhakkak ki sen sırat-ı müstakîm üzeresin” (Yâsîn 4) diye Resûlü’nü övmezdi. Yine Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem âhirete intikalinden önce muhacir ve ensara, “Tebliğ ettim mi?” (Buhârî, Hac, 132) diye sormazdı.

    Bilmelisin ki şeriatın kapısı haricindeki kapılar kapalıdır ve reddedilmiştir. Bu yüce tarikattan maksat da şeriatın emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından kaçınmaktır. Bişr-i Hâfî kuddise sırruhû şöyle anlatmıştır:

    Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemi rüyamda gördüm. Bana;

    – Ey Bişr! Biliyor musun Allah celle celâluhû neden akranlarının içinde senin şanını yüceltti, dedi. Ben de;

    – Hayır, bilmiyorum yâ Resûlallah, dedim. Allah Resûlü aleyhissalâtu vesselâm bana;

    – Sünnetime tâbi olman, sâlihlere hizmet etmen, kardeşlerine dürüst olman ve Ehl-i Beytimle ashabıma muhabbet beslemen sebebiyle Allah celle celâluhû senin şanını yüceltti, buyurdu.

    Yine Şeyh Abdurrahman-ı Tâhî kuddise sırruhû kaleme aldığı bir mektubunda şöyle der: Ey aziz kardeşim! “Kim bu işimizde (dinimizde) olmayan bir şey ortaya çıkarırsa o şey reddedilmiştir, makbul değildir” (Buhârî, Sulh, 5) hadis-i şerifi hükmünce, ister sûfîler olsun isterse başkaları, dinde olmayan bir şeyi ortaya koymaları caiz değildir.

    Bizim zannımıza göre insanları tarikata sokmak için onlara iltifat etmek, tarikata girdikten sonra da farz ve sünnetlerden önce nafileleri emretmek de dinde olmayan bir şey meydana getirmektir. Zira İmâm-ı Rabbânî kuddise sırruhû “İnsanların çoğu nafileleri önceleyerek farzları tahrip etmişlerdir” diyor.

    İlmi eksik sofiler farz ve sünnetleri yerine getirmekte gevşeklik gösterip zikir ve tefekküre önem veriyorlar. Cumayı ve cemaati terk ettikleri halde riyazet ve çile ile mücahede ediyorlar. Halbuki bir farzı cemaatle kılmanın onların bin çilesinden daha hayırlı olduğunu bilmiyorlar.

    Evet; şeriatın edeplerine uyarak yapılan zikir ve tefekkür çok faziletlidir. Ancak cemaat ve farzlar konusunda gevşeklik gösterip insanları nafilelere teşvik edenler kınanmıştır.

    Ey aziz kardeş! Beş vakit namazı kılmak ve insanların akidelerini düzeltmek için çalış. Çünkü Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyurmuştur ki: “Namaz müminin miracıdır.” (Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, 1/161). Yine, “Benim Allah ile beraber bir vaktim var” (Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2/244) buyurmuş ve bu da namaz olarak tefsir edilmiştir.

    “Küçük cihaddan büyük cihada döndük” (Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1/424) hadis-i şerifindeki “büyük cihad” ifadesini İmâm-ı Rabbânî kuddise sırruhû; “Öncelikli olanı ve takvayı terk ederek ruhsatlarla amel etmeye yönelten maddi veya manevi bütün unsurlarla mücadele etmek” olarak tefsir etmiştir.

    Biz öyle bir tarikat seçtik ki, o tarikatta öncelikli olmayanı terk etmek, ruhsatlarla amel etmemek ve takvaya sarılmak şart kılınmıştır. Bu şartlar büyük küçük günahlardan, mekruhlardan ve şeriatta olmayan bir şeyi dinde meydana getirmekten kaçınmayı da gerektirir.