İçeriğe geç

İslâm İtikat Mezhepleri Nedir?

    “Ze-he-be” kökünden türetilen mezhep kelimesi sözlükte gidilecek yol, yer ve gidilecek zaman manalarını ifade eder. Bu zahiri hedefe giden cadde ve sokaklarda bulunan asfalt yolu ifade ettiği gibi manevi hedeflere giden yola da karşılık gelir.

    Terim olarak ise dinî hükümlerin kaynaklarını bulmakta ve bu kaynaklardan hükümler çıkarmakta otorite sahibi olan âlimlerin sistemleştirdiği kaideler veya ortaya koydukları hükümlerin tamamıdır. İnanç esaslarını tespit için kullanılan kaideler ve görüşlerin tamamına itikadî, amelî konular için kurulan sistemlere ise amelî ya da fıkhî mezhepler denir.

    Mezhepler sistematik olarak Asr-ı Saadet’te ortaya çıkmadılar. Ancak bu Asr-ı Saadet’te hedefleri Allah Teâlâ’nın muradını anlayıp rızasını kazanmak olan ashabın takip ettikleri bir sistem veya kaidelerin olmadığı manasına gelmez. Dolayısıyla ashabın da dinî hükümleri anlamakta takip ettikleri bir yol yani mezhepleri vardı. Ancak o devirde bu sisteme henüz mezhep denmiyordu.

    Kimin mezhebi?

    Öncelikle hak mezhep sahibi imamlarımız “Biz mezhep kuracağız” diye yola çıkmamışlardır. Zaten “Mezhep kuracağım” diye yola çıkılmaz. Ancak İslâm devletinin topraklarının genişlemesi ve farklı dil, örf, adet, kültür ve geleneklere sahip toplulukların İslâm dinine girmeleri ile ilahi muradın kavranması bu insanlar açısından oldukça zor olmuş hatta imkânsız hâle gelmiştir. Zira Arapça bilmeyen biri için Arapça indirilen Kur’ân-ı Kerîm ve Arapça söylenmiş hadis-i şeriflerden hüküm çıkartarak İslâm’ı yaşamak mümkün değildir. Fransızca bilmeyen birisi Fransızca yazılan hukuk kitabından nasıl hüküm çıkarabilir?

    İnsan için en doğal öğrenme yolu bilmediği konuları bilen birine sormaktır. Allah Teâlâ Kur’an’da “Eğer bilmiyorsanız bilgi sahibi olanlara sorun” (Nahl, 43) buyurarak bu hakikati beyan etmiştir. Bu usulü Ashab-ı Kiram’da görmekteyiz. Zira onlar bazen âyetlerin, bazen hadislerin manalarını birbirlerine sormuşlardır. Tâbiin ise ashaba sorarak örenmiştir.

    Ashap ve tâbiin döneminde sorma ihtiyacı fazla değildi. Zira hem Arap diline hâkimlerdi hem dönemin örf, adet ve ıstılahları henüz değişmemişti. Zaman ilerledikçe hem örf ve adetler hem dil ve ıstılahlar değişti. Dolayısı ile âyet ve hadislerdeki muradı anlamak zorlaştı. Dilimizdeki şöyle bir örnekle bu meseleyi anlatabiliriz. Yüz yıl önce bu topraklarda yaşamış biri bugün dirilse günümüzde konuşulan dilin birçoğunu anlamayacaktır. Aradaki zaman farkı arttıkça anlama ve anlaşılma oranı azalacaktır.

    Bu sebeple âyet ve hadislerdeki asıl maksadı anlayamayan müslümanlar ilim ve takvalarına güvendikleri âlimlerin derslerine katılarak veya sorarak ilahî muradı öğrenmeye çalışmışlardır. Bu âlimlerin talebeleri hocalarının hüküm çıkarmada kullandıkları kuralları yazarak usûl kitaplarını, çıkardıkları hükümleri toplayarak ise furû kitaplarını yazmışlardır. Yani mezhepler hayatın normal akışında doğal olarak oluşan sistemlerdir.

    Mezhepler ashabın anlayışıdır

    Aslında mezhepler çoktur. Ancak İslâm toplumu tarafından hüsnükabul gören iki itikadî ve dört amelî mezhep vardır.

    “Madem ashabın takip ettikleri bir yol yani mezhepleri var, biz neden onların mezheplerini değil de sonradan gelen tâbiin hatta tebe-i tâbiinin mezheplerini taklit ediyoruz?” diye bir soru akla gelebilir.

    İslâm’ın ilk dönemlerinde Arap Yarımadası’nda kalem kâğıt gibi yazma materyalleri az bulunurdu. Bu sebeple ashabın anlayışı yazılarak değil, bilinerek ve ezberlenerek bir sonraki nesle aktarılmıştır. Yazma imkânı arttığında ise bu kaideler yazılmıştır. Mezhepler ise ashabın anlayışını yazan veya ortaya koyanlara nispet edilmiştir. Dolayısıyla biz aslında mezhep imamlarımızın kendi görüşlerini değil, onların ashaptan aldıkları kaide ve kurallar ile ortaya koydukları hükümleri taklit ediyoruz, uyguluyoruz. Yani mezhep imamlarımızın görüşleri ashabın anlayışıdır.

    Kim mezhep sahibi olabilir?

    Kur’an ve sünnetten hüküm çıkarmak nefsin arzu ve isteklerine göre değil belli kaide ve kurallara uyarak yapılmalıdır. Örneğin âyetlerin nüzül sebepleri, hadislerin neden dolayı söylendiği, bunların nasıh ve mensuhları, Arap dilinin gramer, etimoloji, ved’, mecaz ve diğer kullanımları gibi birçok kaide ve kuralları bilmek gerekir.

    Bir kişi yukarıdaki kuralları bilerek âyet ve hadislerden hüküm çıkarabilse dahi mezhep sahibi olamaz. Zira kullandığı kaide ve kurallar daha önce tesis edilmiş olan kaide ve kurallardan birinin altındadır. Dolayısı verdiği hükümler ile önceki mezheplerden birinin içine girecek ve ayrı bir mezhep olamayacaktır.

    İtikattaki mezhep imamlarımız

    Ehl-i sünnet ve’l-cemaat üst çatısında toplanan iki itikadî mezhebimiz vardır. Eşariyye ve Mâtüridiyye…

    İmam Eş’arî, tam ismiyle Ebü’l-Hasen Alî b. İsmâîl b. Ebî Bişr İshâk b. Sâlim el-Eş‘arî el-Basrî, Sahabe-i Kiram’dan Ebû Musa el-Eş‘arî radıyallahu anhın soyundan geldiği için el-Eş’arî diye bilinir.

    İmam Mâtüridî’nin tam ismi ise Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd el-Mâtürîdî es-Semerkandî’dir. İmam, bugün Özbekistan sınırlarında kalan Semerkand şehrinin Matürid köyünde doğması sebebi ile Mâtüridî nisbeti ile bilinir.

    Bu iki mezhep arasında imanı etkileyecek asıl meselelerde görüş ayrılığı olmamakla beraber bazı temel meselelerde ihtilaf vardır. Bu ihtilafların çoğu da bir meseleye farklı açılardan bakmanın doğal sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Yani aslında ihtilaf değildir. Farklı açılardan değerlendirmedir.

    Salih ve sahih bir imana ulaşabilmek için bu iki imamın ortaya koyduğu esaslara uygun olarak iman etmek gerekir. Büyüklerimizden öğrendiğimiz şu söz bize hedefe ulaşmanın yolunu öğretiyor: “Salih bir âlimi taklit eden kişi hedefine selametle ulaşır.” Allah Teâlâ cümlemize ehl-i sünnet yolunda istikamet üzere olmayı nasip etsin. Tevfik ve inayet O’ndadır…