Usulizade Hafız Mustafa Efendi’nin oğlu olan Şair Eşref’in tam adı Mehmed Eşref’tir. 1847 senesinde Manisa’da dünyaya gelmiştir. Hayatı boyunca hayır ve hasret gözyaşlarıyla yad ettiği annesi Arife Hanım, yine kendi deyimiyle ‘Eğitiminin en önemli ilk basamağını’ oluşturmuştur. Zira Arife Hanım hafız ve şairdir; dahası oğlunun ilk şiir denemelerinin yetkin bir kritikçisidir. Doğduğu ve yaşadığı dönem Osmanlı gerilemesinin en acılı günlerine isabet ettiği için civarında tanık olduğu kanunsuzlukları hicviyeler şeklinde ifşa etmekten geri durmayan Şair Eşref, 1912’deki vefatına kadar, ağır bedeller ödediği bu tarzından geri adım atmamıştır.
1858 yılında Erzurum’un Tortum ilçesinde dünyaya gelen Musa Kazım Efendi ise ciddi bir eğitimin ardından İstanbul Hukuk Mektebi’nde müderrislik, ardından da Mekteb-i Sultani, Darü’l-Fünun ve Darü’l-Muallimin’de hocalık vazifelerinde bulunur. 1907’de Bâb-ı Fetha Tetkîk-i Müellefât Başkatipliği’ne ve daha sonra da kurul üyeliğine getirilir. 2. Meşrutiyetin ilanından sonra İbrahim Hakkı Paşa, Mehmed Said Paşa, Said Halim Paşa ve Talat Paşa kabinelerinde dört kez şeyhülislam olarak görev alır. 1. Dünya Savaşı’nın ardından İttihat ve Terakki’nin önde gelen öteki üyeleriyle birlikte tutuklanarak on beş yıl kürek cezasına çarptırılır. Sürgüne gönderildiği Edirne’de 1920 yılında ölür.
Musa Kazım Efendi ve Masonluk
Musa Kazım Efendi’yle ilgili en belirgin husus masonluğa intisabıydı. Bu hususta şair dostu Eşref tarafından defalarca ikaz edilmesine rağmen masonluğun etrafında oluşturduğu o göz alıcı parlak zırhtan ayrılmak istememişti. Son derece yanıltıcı bir ifade olan ‘Aydın Din Adamı’ kimliği ilk defa onun şahsında müşahhas bir görünüm elde etmiş olmasına rağmen, gerek meslektaşları, gerekse de halk tarafından itibar gösterilen biri olmamıştır.
Bununla beraber Musa Kazım Efendi, Sultan 5. Murad ve Şehzade Kemaleddin Efendi’nin mason olmalarına aracılık etmiş fakat Sultan 5. Mehmed Reşat üzerinde aynı tesiri gösterememiştir. Mehmet Reşad Han, masonluk hususunda ağabeyi Sultan 5. Murad ile defalarca tartışsa da bilhassa o dönemde masum bir kültür ve yardım kulübü görünümündeki mason teşkilatlarının asıl yüzünü izaha imkân bulamamıştır. Bu teşkilatın en tesirli izahı, o dönem için Şair Eşref’in mısralarında belirse de şiirleri dergi ve gazetelerde yayınlamaları açısından sakıncalı ilan edilip göz ardı edilmiştir. Ne var ki Şair Eşref, Musa Kazım Efendi’nin Talat Paşa’nın sadaretinde tekrar meşihat makamına getirilmesine isyan etmiş ve yine yayın mecrası bulamasa da nihayet çok meşhur olacak şu dizeleri kaleme almıştır:
“Avdetiler ile hükümetimiz Benzedi devlet-i Yahuda’ya Bab-ı Fetva’yı da çıfıtlık edip Verdiler en sonunda Musa’ya…”
Şair Eşref sürgüne gönderiliyor
Bu hicvi işitir işitmez yağmurlu bir akşam saati, bugünkü İstanbul Müftülük binası olan Bâb-ı Meşihat’a çağıran Musa Kazım Efendi ile Şair Eşref arasında şu kısa ama sert konuşma cereyan etmiştir:
Musa Kazım Efendi, “Hoş geldin eski dostum” dedi. “Bunca yıllık hukukumuzu ayaklar altına alan hadsiz hicvin yüzünden şu beyannameyi kaleme almak zorunda kaldım! Öncelikle de senin dinlemeni arzu ederim. ‘…İslâm dinine muhalif olup bana isnat edilen bir mezhep veya mesleği şiddetle reddeder ve memleketin selameti ve diyanetin muhafazası namına bu gibi yalanlara asla ehemmiyet vermemelerini ve o gibi batılları bütün kalpleriyle ve lisanlarıyla reddetmelerini bütün İslâm ahaliye tavsiye ederim!’”
Şair Eşref ince, süzgün yüzüne yerleştirdiği müstehzi bir ifadeyle “Masonluktan hiç bahsetmemişsiniz” diye mırıldandı.
“Reddettim ya, işitmedin mi?”
Şair, başını yağmurun hafifçe tıpırdadığı pencereye çevirerek “İşittim elbette” dedi. “Ancak ben mason değilim, diyememişsiniz!”
“Senin gibi ömrünü tezvirata adamış sefilleri tatmin etmek elbette ki kolay değildir. Oysa ki müslümanın beyanı esastır! Muhtemelen bu hicviyeyi reddedecek bir başka şiir kaleme almazsan eğer, önünde yeni bir sürgün sayfası daha açılacak Eşref.”
Şair, bu defa tavizsiz bir tavırla yanıtladı: “Hakkı Şinasi Paşa, 20 Ağustos 1908 gecesi, yani bundan daha bir ay önce Tokatlıyan Oteli’nin müdüriyet kısmındaki gizli mason toplantısında sizin de bulunduğunuzu söylüyor. Üstelik talebeniz Abdülaziz Mecdi Tolun Efendi gibi güvenilir bir zat, sizin masonluğunuz ve bu kuruma gönülden bağlılığınızdan bana defalarca bahsetmişken, bu tehditlerinizden yılar mıyım sanıyorsunuz?”
“Yani?”
“Dahası var, büyük tarihçi Ali Fuat Türkgeldi, sizin masonluğa olan kuvvetli itikadınızı Şehzade Vahideddin hazretlerine anlatırken, ben dahi oradaydım.”
Kendinden emin ifadesi yüzünde solarken, “Yalan söylüyorsun” dedi Musa Kazım.
“Birtakım yalanlara güvenip kendimi tehlikeye atmayacağımı bilirsiniz Müftü Efendi hazretleri. Birbirimizi çok eski tanırız. Örgüt biraderlerinizden, padişahlar ve şehzadelerine, hatta talebelerinize kadar pek çok muteber isim masonluğunuza şehadet ederler. Ancak beni asıl üzen nokta bu değildir.”
Musa Kazım bu defa “Ya nedir?” diye sordu.
“Bu teşkilatın iç yüzünü gördüğünüz hâlde, hâlen onu parlak bir medeniyet mahfili olarak tanıtmaya çalışmaktaki ısrarınızdır.”
“Sence masonluk nedir peki Eşref?”
“Müftü Efendi hazretleri, masonluk, siyonist servet ve sermayesinin İslâm’ın can damarı olan kutsal Filistin topraklarında büyük bir yahudi devleti kurma maksadıyla sevk ve idaresidir. Bunun için de kendi cenahlarına çalışacak görkemli isimleri yanlarına çekmeye gayret ederler. Bunlardan bir kısmı gerçekten de gizli emellerden gafildir. İster istemez, vitrinde tutulan sizin gibi şöhretli şahısların sahte kardeşliğine aldanırlar. Ancak, asıl tehlike işin aslına vâkıf olanlardır! Yani sizin gibiler! Siz, perde gerisinde neler olduğunu, ne türden hıyanetler tezgâhlandığını gayet iyi bilir, ancak yine de tarafı olduğunuz gücün büyüklüğüne aldanırsınız!”
“Yıkıl gözümün önünden Eşref! Otuz ay Suriye çöllerinde sürgün gez de anla dünya kaç bucak, rezil!”
Şair Eşref, bu acı sözlerin ardından meşihat binasından ayrılır. Onu bekleyen uzun bir gurbet hayatına bir süre daha katlanmaktan başka çaresi yoktur.