Kategoriler
Kişisel Gelişim

İstikamet Üzerine Olmak Aile İle Mümkün

Her alanda bilgi kirliliğinin yaşandığı; değerlerimizi harap edilmeye çalışıldığı ve bu bulanıklığa her an maruz kaldığımız bir çağda yaşıyoruz. Kainat boşluk kabul etmeyeceğinden, kendimizi boş ve atıl bıraktığımız her an bir uyarıcının etkisi altındayız. Oysa bizi dışarının kötülüklerinden koruyacak, maddi ve manevi ihtiyaçlarımızı karşılayacak, ruhumuzu sükuna erdirecek çok büyük bir lütuf bahşedilmiş bizlere: Aile.

“Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir.

Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır” (Rum, 21) buyuran Rabbimiz, ailede halk ettiği sevgi ve muhabbetin, varlığının delili olduğuna dikkat çekiyor. Bu sevgi ve muhabbete, bu birlikteliğe sımsıkı sarılmak, birbirimiz üzerindeki haklarımızı hatırlamak ve ihmal ettiğimiz ilişkilerimizi onarmak, ruhumuzda derin yaralar açılmasına neden olan o boşlukları tamamlayacaktır.

Böylece o eksik kalmış, doyurulmamış manevi ihtiyaçlarımızı, yalnızlıklarımızı yanlış mecralarda tamamlamaya, boşluğu faydasız işlerle doldurmaya da çalışmayacağız. Hele ki evlatlarımızı; birbirine değer veren ve zaman ayıran Müslüman bir ailede yaşadıklarında, anne ve babalarından en temel ihtiyaçları olan sevgi ve ilgiyi gördüklerinde birlikte ailece huzurla vakit geçirmenin tadına vardıklarında, ekranlara bugün olduğu kadar yönelmeyeceklerdir belki de.

Müslüman için en büyük mesele olan dosdoğru olmak, “emrolunduğu gibi” istikamet üzere yol almak, ancak birbirimize karşı sorumluluklarımızı yerine getirdiğimizde mümkün olur.

İnsanın kendi cinsiyle yakınlık kurması sükunete sebep olur ve insanı kalp ızdırabından kurtarır” diyor Mehmed Vehbi Efendi Rum suresi 21. ayet-i kerimeyi tefsir ederken.

Bu ayet-i kerimede Allah Teala, insanlara kendi nefislerinden kendileriyle sükun bulacakları eşler yarattığını beyan eder. İnsan için yaratılan eş yine insandır, kendi cinsindendir.

Eşi insanın teskin olacağı yerdir. Genellikle maksada uygun olarak “rahatlayıp huzura kavuşmak” şeklinde tercüme edilen “liteskunu” ifadesi durmayı, sakin olmayı, yatışmayı ifade eder. Bunu sağlayacak ise yine ayet-i kerimenin beyanıyla Allah Teala’nın eşlerin arasına koyduğu meveddet ve rahmettir.

Meveddet sevgi demektir; rahmet ise şefkat ve acımayı içerir. Sevgi muhatıbının ihtiyaçlarını fark etmeyi, rahmet ise onun ihtiyaçlarına duyarlı davranmayı sağlar.

Karı koca birbirleriyle sevgi ve rahmet ekseninde yakınlık kurduklarında beraberlikleri maddi ve manevi ihtiyaçlarının karşılandığı, bu sayede duruldukları yer olur.

Dışarıda duygu ve düşüncelerini savuran her ne olursa olsun onlar bir araya gelerek savrulmamayı başarabilirler. Dahası onların ilişkisinin rengine boyanan aile de çocuklar için yatışacak bir yer haline gelir. Ya tam tersi olursa? Ailede teskin olamayan bireyler yüzlerini nereye çevirirler?

Gençler Çareyi Sosyal Medyada Arıyor

Nurettin Topçu “Her devrin gençliği, kendi enerjisini harcayabildiği alemde yaşıyor” der Türkiye’nin Maarif Davası adlı eserinde. Topçu’ya göre Eski Mısır’ın gençliği tabiatla çetin mücadelenin sahnesinde, Yunan gençliği olimpiyatlarda, ilk İslam dünyasının yaşattığı gençlik ise insanlığa hayır ve hizmet yarışında görülmektedir.

Biz de bugünün gençliğinin enerjisini “izleyici koltuğunda” harcadığını, üstelik hiçbir coğrafyayı atlamadan bunun böyle olduğunu söylesek istatistiklere göre yanılmış olmayız.

TUİK tarafından yapılan “Çocuklarda Bilişim Teknolojiler Kullanım Araştırması” 2021 yılı verileri 6-15 yaş gurubundaki çocukların yaklaşık %83’ünün internet kullandığını söylüyor. Bu çocukların yüzde %90’ı interneti hemen her gün kullanırken, bunların yaklaşık üçte biri interneti sosyal medya için kullanıyor.

Dahası sosyal medyayı kullanan çocukların yüzde seksene yakını için bu her gün yapılan bir aktivite. Araştırmada konumuz açısından en çok dikkat çeken veri düzenli sosyal medya kullanan çocukların sosyal medyada günde yaklaşık üç saat vakit geçirdikleri yönünde.

Bu verilere dayanarak sormamız gereken soru şu: Biz çocuklarımızla günde üç saat vakit geçiriyor muyuz? Onlarla sohbet etmek, eğlenmek ve değerlerimizi aktarmak için her gün üç saatimizi ayırıyor muyuz? Peki ya onlara ayırmadığımız vakti neye harcıyoruz?

Çocuk Ailenin, Aile Toplumun Aynasıdır

We Are Social ve Hootsuite tarafından yapılan “Digital 2021” araştırma verileri Türk halkının yüzde yetmişinin sosyal medya kullandığını ve bunun için günde ortalama üç saat harcadığını gösteriyor.

Buna günde ortalama üç saati de televizyon izleyerek geçirdiğimiz verisi eklendiğinde, çocuklarımızın “izleyici koltuğunda” oturmayı bizden öğrendiklerini söyleyebiliriz.

Çocuklarımız sadece internette ilişkileri bakımından değil; değer yargıları; dünya görüşleri ve yaşam tarzları ile de bizi yansıtıyorlar. Çocuklarımıza vakit ayırarak veya ayırmayarak, emek vererek veya vermeyerek bizde olanları ve olmayanları onlara aktarıyoruz.

Bir çocuğun kazanımları kadar kazanamadıkları da bizim eserimiz. Çocuklar bizden cömertliği öğrendiği gibi bencilliği de öğrenebilir; tevazuyu öğrendiği gibi kibri de öğrenebilir. Bizden gelişmeyi öğrendiği gibi yerinde saymayı, zamanı güzel kullanmayı öğrendiği gibi onu çarçur etmeyi de öğrenebilir.

Görünen o ki biz gün içinde saatlerce ekrana bakıp duygu ve düşüncelerimiz oradan oraya savrulurken, çocuklarımız da bizden aynı yerde aynı şekilde savrulmayı öğreniyorlar.

Ekranda Neyi Arıyoruz?

Çocuk-yetişkin fark etmeksizin bir toplumda bireylerin sosyal medya kullanım süresinin yükseliyor olması bize ne anlatıyor? Tüm bu insanlar çevrimdışı hayatta bulamadıkları neyi sosyal medyada arıyorlar?

İnsanları topluluk haline getiren temel unsur ihtiyaçlarıdır. İnsanlar farklı yeteneklere sahiplerdir. Birinin sahip olduğu diğerinde yoktur. Bu sayede herkes ihtiyaç duyduğunu elde etmek için diğeriyle ilişki kurmak zorunda kalır.

Bunlar maddi ihtiyaçlar olabildiği gibi sevme-sevilme, saygı, takdir, onay gibi manevi ihtiyaçlar da olabilir.

Manevi ihtiyaçların maddi ihtiyaçların gölgesinde kaldığı modern dönemde, eşyaya atfedilen önem ve bireyin eşyayla ilgili ihtiyaçlarını toplumla daha az temas kurarak karşılayabilmesi onu diğeriyle sınırlı ilişkide kalabileceği yanılgısına itti.

Sosyal medyanın insanların ilişki kurabildiği yeni bir alan olmasından yola çıkan kimi araştırmacılar, bireylerin manevi ihtiyaçları için “başkalarıyla ilişki kurma” zorunluluğunu sosyal medya yoluyla karşılama eğilimleri üzerinde duruyorlar.

Büyük ihtimalle bu yüzden sosyal medyada sergilediğimiz imajın sevilmeye, saygı duyulmaya, takdir edilmeye, onaylanmaya uygun olduğundan emin olmak istiyoruz.

Bu konuda yapılan araştırmaların bir kısmı sosyal medyanın bireyin toplumsallaşma ile hedeflediği kazanımlara ulaşmasına katkıda bulunduğunu söylerken. bir kısmı da sosyal medya etkinliklerinin insana anlamlı bir tatmin sağlamadığını hatta onu daha da yalnızlaştırdığını ortaya koyuyor.

2018’de İngiltere ve ardından 2021’de Japonya’nın “Yalnızlıktan Sorumlu Bakanlık” kurmaları, Asya ve Avrupa’nın iki ucundaki farklı toplumları etkisi altına alan bir yalnızlık sorunu olduğunu gösteriyor.

Yalnızlık modernleşen toplumlarda bireyselleşmenin artmasına bağlı olarak yüzleşilen sorunlardan biri. Yalnızlığı diğeriyle yakın ilişki kuramama, diğerlerine yabancılaşma durumu olarak tarif edebiliriz.

Pandemi Tecrübesinden sonra insanların sosyal ilişki kurma imkanları kısıtlandığı için yalnızlaştıkları akla gelebilir. Fakat aslında yalnızlaşmak için kalabalıktan uzaklaşmış olmak gerekmez.

İnsan başka insanlarla fiziksel olarak birlikteyken de yalnız hissedebilir. Yakından bir örnek olarak yanı evde yaşayan aile bireylerinin birlikte geçirdikleri vaktin azalması, birbirleriyle derin ve sürekli paylaşımda bulunmaktan kaçınmalarını gösterebiliriz.

Yakınlık Azaldığında Yabancılaşma Başlar

Yakınlık ihtiyacı karşılanmayan bireyin hissettiği rahatsız edici yalnızlık duygusuna teslim olması onu yabancılaşmaya götürür. Duygu ve düşünce olarak diğerlerinden izole olmanın etrafında olup bitenlere karşı kayıtsızlıkla sonuçlanacağı tahmin edilebilir.

Günümüzde toplumun her kesimi için söz konusu olan ama en çok gençleri tenkit ederken sıralanan; toplumsal sorunlara hatta aile içi sorunlara ilgisizlik, sadece kendiyle meşgul olma, menfaatperestlik gibi tavırların yabancılaşmayla ilgisi olduğunu anlamalıyız.

Avrupa’da huzurevlerinin çokluğu ve yaşlıların evde yalnız ölmesi gibi Türk toplumunun halen dramatik bulduğu bazı gerçekler, modern toplumda bireyin konumlandığı yalnız yerin doğal bir sonucuydu.

Henüz bir Avrupalı kadar diğerlerinde izole olmamış ve dolayısıyla ebeveyniyle daha yakın ve duygusal bağ kurabilen Türk insanı içinse onları yaşlılıklarında yalnız bırakma fikri doğru değildi.

Bu, toplumun da kınadığı bir durumdu. Fakat ülkemizde huzurevi sayısının artması ve yaşlıların yaşlılıklarını geçirecekleri yerin eskiye kıyasla ailelerde daha çok sorun haline gelmesi toplumda bu konuda bir anlayış değişikliğinin devam ettiğini gösteriyor.

Toplumsal ilişkilere bakış açımız başka birçok konuda da değişmeye devam ediyor. Mesela bazılarımızın düğün, doğum, cenaze gibi diğerleriyle temas kurduğumuz anları çevreleyen gelenekleri anlamsız bulduğunu biliyoruz.

Düğün yemeği vermek yerine balayına gitmek, bayram tatilleri akraba ziyareti ile değil otelde geçirmek gibi tercihler de toplumun değişen değerler anlayışına örnek olarak gösterilebilir.

Maddi ve manevi ihtiyaçlar etrafında ailede destekleyici tutumun gelişmesi için ailenin birlikte vakit geçirmesi gerekir. İhtiyaçların fark edilmesi ancak bu şekilde mümkün olur.

Diğerleriyle daha az temas kurmak insana bazı açılardan bir konfor alanı sunsa da öte yandan en temel insani ihtiyaçlarının karşılanmasına sebep oluyor.

Çevresindekilere yabancılaşan bireyin ancak sosyalleşerek karşılayabileceği ihtiyaçları için sosyal medyaya yöneldiklerini söyleyebiliriz. Orada zaten yabancı olduğu insanlarla kurduğu iletişimin insanın yalnızlık duygusunu ne ölçüde azaltacağı konusunda ise haklı şüpheler var.

Aile İlişkilerinin Temelinde Sevgi ve Rahmet Olmalı

Çocuğun anne babaya, karı kocanın birbirine yabancılaştığı; aynı evde herkesin kendi yalnızlığıyla baş başa kaldığı; sükunet bulma umuduyla saatler harcanan izleyici koltuğunda duygu ve düşüncelerin savrulduğu bir tabloda eksik olanın ne olduğunu biliyoruz.

Sosyal medya geçirilen üç saatin nasıl ikiye veya bire düşeceğini de tahmin ediyor olmalıyız. Aile içi iletişimin güçlendirilmesi, karı-koca ve ebeveyn çocuk ilişkisinin yaraların onarılmasın gerekiyor. Bunları yapmadan hapsolduğumuz yalnızlık duygusundan kurtulamayız. Yalnızlığımızla başa çıkmak için girdiğimiz yanlış yollardan da çıkamayız.

Eşlerin birbirinde, çocuğun ebeveyninde karşılayamadığı manevi ihtiyaçların aile dışındaki ilişkilerde de sorunlara yol açtığını da gözden kaçırmamalıyız. Bir arkadaşımızla anlaşamıyorsak anlaşılacak bir diğerini bulabiliriz. Ancak ailenin alternatifi yoktur. Ailede karşılanmayan ihtiyaçlar sosyal ilişkilerinde insana ömür boyu yük olur.

Ailenin bireyleri savrulmaktan koruyan, duygu ve düşüncelerinde istikamet üzere kalmalarını sağlayan işlevine sadece çocuklar değil yetişkinler de ihtiyaç duyuyor. Özellikle sokakta değilken bile sokakta olabildiğimiz çevrimiçi iletişim çağında zihnimizi bulandıran, kalbimizi huzursuz kılan sayısız etki altındayken istikametimizi yalnızca kişisel çabamızla korumamız zor görünüyor.

Destekleyen aile olmak için ise en başta aile içi ilişkilerin temeline ayet-i kerime de vurgulanan sevgi ve rahmet ilkesini yerleştirmek gerekir. Eşlerin birbirinin sevgisinden, çocukların da ebeveynleri tarafından sevildiklerinden kuşku duyduğu bir zeminde yalnızlaşma kaçınılmaz olur.

Sevgiyi görünür kılan da rahmet tavrıdır. Bu tavrın neticesi aile fertlerinin “Eşim/annem/babam benim ihtiyaçlarımı görüyor ve önemsiyor” diyebilmesidir.

Maddi ve manevi ihtiyaçlar etrafında ailede destekleyici tutumun gelişmesi için ailenin birlikte vakit geçirmesi gerekir. İhtiyaçların fark edilmesi ancak bu şekilde mümkün olur. Bu yüzden anne baba evde vaktinde bulunmalı; çocuklarıyla ve eşiyle zaman geçirmeyi öncelemeli, diğer işlerini buna göre düzenlemelidir.

Elbette birlikte vakit geçirirken neyle meşgul olunduğu da önem arz eder. Mesela sofraya ailece oturmak önemlidir derken kastedilen, sofrada hep birlikte haberleri takip etmek değildir. Asıl amaç yemek esnasında sohbet etmek, duygu ve düşünceleri paylaşmak, konuşmak ve dinlemektir.

Aile üyeleri daha fazla şeyi birlikte yaptıkça yakınlaşma imkanı bulurlar. Birlikte namaz kılmak, birlikte film izlemek, birlikte yürümek gibi…

Bu yüzden evde aile üyelerini bir arada tutan günlük rutinlerden taviz vermemelidir. Bu rutinler elbette istişare ile belirlenmeli ve böylelikle herkesin benimseyip keyif aldığı bir düzen kurulmalıdır.

Aile üyelerinden birinin mutsuz olduğu durumda ısrar edilirse yakınlığının zarar göreceği unutulmamalıdır.