Deprem denildiğinde birçoğumuzun aklına Japonya gelir. Fay hatlarının üzerinde bulunan bu ülke depremlerin sıkça görüldüğü bölgelerden biridir. Özellikle 11 Mart 2011 tarihinde Japonya’nın Tohoku bölgesinde meydana gelen dokuz büyüklüğündeki deprem, iki binden fazla kişinin can kaybına sebep oldu. Ancak hiçbir deprem insanların zihinlerinde meydana gelen fikir depremleri kadar büyük sonuçlar doğuramıyordu. Zira fikri depremler, insanların yalnızca geçici dünya hayatlarını değil, ebedi ahiret hayatlarını da etkilemekteydi.
Olayın aslı
Japonya kendini liberal bir devlet olarak nitelendiriyor. Bugün kendi benliğini hiçe sayarak ruhsuz bir bilimle kalkınmaya çalışan Japonya’da bazı aydınlar, Japonya’nın yok olmaya yüz tutan medeniyetini bilimle yeniden canlandırmaya çalışıyorlar. Japon gençleriyse dünyayı saran popüler kültürün Japonya’daki varyantlarının etkisi altındalar. Her şeye sahip ve tamamen özgür olduklarını iddia eden Japonlar, vicdanın sesini dindiren Batı oyuncaklarını terk edip kendileriyle yüzleştiklerinde olayın aslının hiç de öyle olmadığını anlıyorlar.
Japonya çok köklü bir kültüre sahip. “Book of Han” adlı kitaba göre Japonya’da M.Ö. 1200 yılından beri insanlar yaşıyor. Bölgede yaşayan eski insanlar tarımla uğraştıklarından antik Japonların inançları, doğa olaylarıyla sıkı bir bağ içindeydi. Güçlü bir mitolojiye sahip olan antik Japonlar, güneşten geldiklerine dair ilginç bir efsaneye inanıyorlardı. İnsanlar kendileri için yararlı gördükleri şeylerin altında mistik bir güç arıyorlar, kendi menfaatlerine olan birçok şeyi tanrılaştırıp birer efsane hâline getiriyorlardı.
Kültür meselesi
Japonya’da 6. yüzyıla kadar süren ciddi bir otorite eksikliği vardı. Fakat bu durum Japonya’nın kültürel varlığının oluşması hususunda hiçbir eksikliğe yol açmamış aksine 6. yüzyıla kadar kendine özgü oluşumlar göstermeye başlamıştır. Örneğin Japonların toplumsal birikiminin dışa vurumu olan samuray geleneği henüz devlet teşkilatı oluşmadan evvel ortaya çıkmıştır. 710 yılına gelindiğinde bugünkü Nara şehrinde Japonların bilinen ilk imparatorluk sarayı inşa edilmiş; Nara Japonların ilk başkenti olmuş ve samuray geleneği oluşan yeni kentte etkisini göstermiştir. Bunun yanında Nara’da Budizm öğretilerinin etkisi yoğun biçimde göze çarpmaktaydı. Esasında bu bölge yalnızca Japonların değil Budizm’in de mistik başkenti olmuştu.
Japonlar bu dönemde kendi içlerine kapanık olduklarından inanışları ve yaşayışlarıyla kendilerine özgü nitelikleri haiz bir millet olarak varlıklarını sürdürdüler. Ancak sahip oldukları bu özellik yavaş yavaş kaybolmaya başladı. Zira otoritesi gittikçe zayıflayan Japon imparatorluğu 16. yüzyılda yıkıldı. Bu dönemde hristiyan kaşifler Japon adalarına ayak bastı ve asimilasyon faaliyetlerine başlayarak ticaret adına sömürgecilik yaptılar. Devrin Japon aydınlarıysa Batı’nın kendi kültürel birikimlerini yok etme çabasının farkına varmış olacaklar ki bazı tüccarlar hariç ülkeye her türlü girişi yasakladılar. Böylece yeniden bir içe dönüş süreci başladı ve Japon kültürü kısmen koruma altına alındı.
Adım adım felakete
19. yüzyıldaysa yeniden bir dış açılım başladı. 1867 yılında veliaht Meiji tahta oturdu ve imparator olduğu ilk günden itibaren “modernleşme” yolunda ciddi adımlar attı. İmparator Meiji, Batı’dan daha kapsayıcı bir medeniyet fikrine sahip olmayan Japonlar için müspet görülebilecek ıslahatlar gerçekleştirdi. Nitekim Japonya Meiji döneminde o günkü konumundan daha iyi bir noktaya gelmiş, küresel anlamda güçlü bir statüye yükselmişti. Meiji dönemindeki Japon münevverleri çağdaş dünyaya uyum sağlamış fakat kültürlerini Batı’ya teslim etmemişlerdi.
Meiji’nin ölümü üzerine oğlu Taişo yeni imparator oldu. Babası döneminde komşu ülkelerle Japonya arasında oluşan gerginlikten dolayı Taişo, Çin üzerindeki etkisini güçlendirmek ve savaş sonrası bölgenin jeopolitik düzlemdeki müessir gücü olmak için 1. Dünya Savaşı’na katıldı. Savaş sonrası ülkesi için bir refah elde etti. Fakat Japonya 2. Dünya Savaşı’na da katıldı.
Savaşın başlarında her şey iyiye gidiyordu, ta ki 1945 yılına kadar… Zira bu tarihte ABD savaş uçakları Japonya’ya iki ayrı atom bombası attılar. Neticesinde iki yüz binden fazla kişi canından olurken binlercesi yaralandı. Çünkü kapitalizm sisteminin öğretileri modern insanın eline para putunu verdikten sonra bitmek bilmeyen bir hırsla madde uğruna her şeyin mübah sayıldığı bir ideoloji oluşturmuştur. Yani kimseye kalmayacak şu dünyaya hükmetme sevdasıyla binlerce insan öldürülmüş, binlerce masum yaralanmıştır. Bir Japon atasözü “Para eğer hizmetkârın değilse, efendin olur” der. Bu insanlar da canavarlaştı, hırslarıyla paranın kölesi olarak vahşice katliamlar yaptılar. Peki, ne kazandılar?