İçeriğe geç

Kurban Nedir?

    Babam bahsedene kadar bir yayla evimiz olduğundan haberim yoktu. Yol üstünde Hapkapan Vadisini gösterdi gelirken. Dedemle amcam virajı alamayıp oraya uçmuşlar yağmurlu bir gecede. Babam üniversite birinci sınıfmış. Okul bitip diploma aldığı yaz da annesi vefat etmiş bu evde.

    Anlattığı birçok şeyi ilk kez duyuyordum. Benimle küçük oğlu değil de arkadaşıymış gibi konuştu yol boyunca. Yaylaya varmış, bahçede yarısı kurumuş bir elma ağacının altında otururken çenesiyle evimizi gösterip “Şu üst katın biriketini ben taşımıştım.” dedi. Çocuk saflığıyla, “Ustalar yok muydu?” diye sordum. “Vardı ama eylül sınavlarından kaldığım için babam ceza vermişti bana. On dört yaşındaydım, senin yaşında.”

    Bir süre konuşmadan oturduk ağacın altında. Sıvaları çatlayıp yer yer dökülmüş, çatı çinkolarının uçları eğilirken sundurmanın bazı kısımları sarkmış iki katlı evi seyrettik. Bir ara dönüp baktığımda küllenmiş yılların soldurduğu bir çocuk gördüm babamın yüzünde.

    Sessizliği bozan ben oldum; “Böyle bir yazlığımız olduğunu bilmiyordum.” Dönüp bana şefkatle gülümserken “Buradan soğudum be evlat.” dedi. Yüzüne ikindi bulutlarının gölgesi düşerken susup tekrar eve dikti gözlerini. Ömrünün güz yıllarını yaşayan babamın alnındaki izlerin derinleştiğini, göz kenarlarında çizgileriyle saçlarında akların arttığını orada fark ettim.

    Elmanın altında geçmişine dalan babamı uyandırıp bu evi neden sevmediğini sormaya cesaret edemiyordum. Ama benim merakımı anlamış gibi, gözleri hâlâ evde, dalgın bir sesle anlatmaya başladı.

    “Böyle bir eylül başıydı o zaman da. Kurban bayramı yine sonbahar mevsimine denk gelmişti. Burada, yayladaydık. Üst kat yapılmamıştı daha. Köyden kurbanlık koçumuzu getirmişti amcam. Ama kurbanlıktan önce bir dolu akraba indirdi kasadan. Kuzenlerimi, evli kuzenlerin hanımlarıyla çocuklarını, kamyoneti boş bulunca binen köylüleri doldurup onların tabiriyle sosyete yaylasına çıkmıştı.

    Tarsus’a uğrayıp sınav sonuçlarıma bakmıştı gelirken. Matematik ve Kimya zayıf geldiğinden beklemeye kalmıştım. Salonda kahvaltı ederken maalesefli bir ses tonuyla bunu söyleyiverdi amcam. Daha fazla ayrıntıya girmeyip bekledi. Konuşmaya devam ederse aynı zamanda matematik öğretmenim olan müdür yardımcısıyla görüşmesini anlatırken kaçırdığı sevinç tınısını, boğazındaki gıcığı temizliyormuş gibi yaparak örtbas edemeyebilirdi. Haberi duyunca, tabağına bakarak ağzındakini çiğneyip durduğunu fark ettim babamın. Lokmasını uzun süre yutamadı.

    Annemin bahsettiği amcamla babam arasındaki gizli savaşa o gün açıktan şahit oldum. Amcam büyük olmasına rağmen babamı hep kıskanmış. Köyün en zengin adamının, Ömer Ağa’nın kızını alan, şehre göçüp rezil olmadan iş kuran, evlatlarının üniversite okumasını isteyen babamdı. Amcam ise fakir bir kızla evlenmiş, köyde kalmış, çocuklarının hepsi ilkokuldan sonra tarlaya ve sığır peşine gitmişti. Bu haberi getirerek ‘Şehirli oldun da ne oldu? Senin soyun da benimkiler gibi kafasız çıktı bak,’ demek istiyordu. Çünkü babam abimde de hüsrana uğramıştı. Sürekli okuldan kaçıp haytalık edince onu sanayide bir kaportacı arkadaşına teslim etmişti. Geriye ben kalıyordum tabi. Umudunu bende canlı tutmak istiyordu.

    Kahvaltıdan sonra getirdikleri koçu görmek için hep birlikte kamyonete doğru yürüdük. Babam, bahçe kapısına yaklaşınca döndü ve arkasından gelen bana baktı. “Sen…” dedi. Durdu. Gözlerinin parıltısında öfke, hayal kırıklığı, merhamet vardı. Şaşkınlıktan alt çenemin açıldığını geç fark ettim. O halim vicdanını acıtmış olmalı ki beni teselliye çalıştı. Bunun bir ceza olmadığını anlatabilmek için açıklamaya girişti. Yarın, bayramın ikinci günü, üst katı örmeye başlayacak ustalar. Bu yaz bitirelim inşallah. Sonunda bir “Hadi oğlum!” diyememişti ama. Herkesin içinde o kadar da yufka yürekli görünmek istememişti. Ama yüz ifadesi bunu söylemişti bana. Bu sırada amcamın çakır gözlerinde o sinsi sevinci yakaladım bir an. Ama hemen toparlanıp korumacı emmi rolüne büründü. “Dur kardeşim yaa. Yeğenim de görsün kurbanlığı.” Aslında görmeyi çok istiyordum ama babamın sözünü yere çalmak istemedim. Ne de olsa abisiydi. Olmaz, gitsin işine baksın. diyemezdi. Böylece amcam bir kez daha büyüklüğünü gösterecek, babamın ailesinin de reisi olduğunu kanıtlayacaktı.

    Babamla bir an tekrar göz göze geldiğimizde yalvaran bakışlarını okudum. Derhal atıldım. ‘Hiç mi kurbanlık görmedik amca, boş ver. Bildiğimiz koyundur işte,’ dedim. ‘Sizin kadar içli dışlı değiliz ama şehirde de bir miktar hayvan var yani.’ Son cümleyi arkamı dönmüş, dama çıkan merdivenlere doğru yürürken söylemiştim.

    O gün akşama kadar briket taşıdım evin arkasından dama. Ön tarafta tekbir seslerini, koçun kesilişini, kuzenlerin yardım etme ve deri yüzme yarışını, kadınların telaşını, ardından ateşin yandığını duydum. Dayanamayıp aşağı baktım gizlice. Büyük mangalı cevizin altına kurmuşlardı. Görülürüm de babam mahcup olur diye bir daha bakmaya cesaret edemedim.

    Sonunda çay kaşıkları bardakta tıngırdamaya başladı. Yorulmuştum. Terime karışan briket tozlarıyla yüzümde oluşan ince sıva sertleşmişti ikindiye doğru. Bitkin adımlarla indiğim bir sefer annemi merdivenin altında buldum. Bir şiş eti aceleyle elime tutuşturup kaçtı. Duvarın dibine oturup yemeye başladım. Tikeler soğumuş ve kurumuştu ama yine de çok lezzetliydi.

    Akşama doğru yine kamyonetin kasasına doluşup gitti amcamlar. Köylülerin neşeli sesleri dereden sonra duyulmaz olunca indim eve. Briketler biteli yarım saati geçmişti. Hava serinlemiş, çıkan akşam esintisi terden üzerime yapışan mintanımı buz gibi yapmıştı.

    Annemin uyarısıyla doğruca banyoya geçtim. Kazanı yakmıştı zaten. Etrafı toz etmemek için suyun ısınmasını banyoda bekledim. Öfkemi, yılgınlık ve yorgunluğumu o gün o iskemlede, sesimi dışarı duyurmadan ağlarken attım. Ama en önemlisi, o an anladım insanın Allah’tan başka kimsesi olmadığını.

    O kış babamla pek konuşmadık. Zaten konuşacak pek zaman da yoktu. Kendi berberiyle anlaşmış, benim çırak olarak yanında çalışmamı teklif etmişti. Dükkânı sabah sekizde ben açıyordum ve akşam on gibi ustayla birlikte kapatıyorduk. Müşteri olmadığında usta kahveye giderdi. Bu zamanları fırsat bilip akşamdan çıkardığım ders özetlerini çalışırdım. O yıl okulda Matematik ve Kimya’dan eylül sınavlarına girenlerin hepsinden yüksek not alarak lise ikiye geçtim. Lise ve üniversite yıllarımdan size ara ara bahsetmiştim ama o kurban bayramını annene bile anlatmadım. Aramızda kalsın oğlum, tamam mı?

    Yaylayı ve bu evi sevemedim ben. Ama sen istiyorsan büyüdüğünde gelirsin oğlum. Nihayetinde dedenden mirastır. Hadi bakalım şimdi yola koyulalım. Akşam olmadan Tarsus’a varalım inşallah. Almanya’ya dönmeden aracın bakımını yaptıralım, diye çıkmıştık sabah. Karanlığa kalırsak annenle anneannen telaşlanırlar.”

    Kalkıp arabaya bindik. Evin içini de merak ettiğimi babama söyleyemedim. Ön camda kıvrılarak uzayan yayla yolunu seyrederken büyüdüğümü hissettim. Çünkü babamla aramızda bir sırrımız vardı artık. O şimdi annemin yanındaki kabirde yatarken bu sırrı hâlâ saklıyorum.