Sözlüklerde “katında, yanında, nezdinde” anlamlarına gelen “ledün” tasavvufî bir kavram olarak Cenâb-ı Hak katından doğrudan gelen bilgiyi ifade eder. O’nun tarafından seçtiği kullarının kalbine vasıtasız olarak ilham edilen ilm-i ledün, aynı zamanda “sır ilmi” ve “bâtınî ilim” olarak da adlandırılır. Bu ilim kişiye özeldir ve satırlarda (kitaplarda) değil, sadırlarda (kalplerde) bulunur.
İlm-i ledün ayet-i kerimelerin herkes tarafından idrak edilemeyen derin manaları anlamına da gelir. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem tarafından bazı sahabilerine öğretilmiştir. Ebu Hüreyre radıyallahu anhunun şu sözünde bundan bahsedilir:
“Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellemden iki ilim öğrendim; birini yaydım, diğerini saklı tuttum. Onu da yaysaydım başımı keserlerdi.” (Buhârî)
Kehf suresinin 65. ayet-i kerimesinde ilm-i ledünden şöyle bahsedilmektedir: “Orada, kullarımızdan kendisine katımızdan bir rahmet verdiğimiz ve ledünnümüzden bir ilim öğrettiğimiz bir kulu buldular.”
Bu ayette zikredilen ilim hakkında İbn Acîbe hazretleri şöyle demektedir: “O öyle bir ilimdir ki herkes tarafından hakikati bilinemez, kıymeti idrak edilemez. Ledün ilmi gayb ilmidir yahut hakikat sırlarıdır. Onun Allah’ın zâtı ve sıfatları hakkındaki gerçek ilim olduğu da söylenmiştir.”
İmam Kuşeyrî hazretleri ilimlerin en kuvvetlisinin, doğrudan Allah katından olması hasebiyle ledün ilmi olduğunu belirtir ve sadece Allah’ın seçkin kullarına ilham edildiğini söyler. Elmalılı Hamdi Yazır da ilm-i ledünün akıl ve nakil aracığı ile değil, doğrudan doğruya Allah Teâlâ’dan öğrenilen ilim olduğunu söyler. Fahreddin Râzî hazretleri ise ledün ilminin geçtiği ayetin tefsirinde şöyle der:
“Ayetteki ‘kendisine ledünnümüzden bir ilim öğrettik’ ifadesi, o kulda olan ilimlerin vasıtasız olarak Allah’tan elde edilen bilgiler olduğunu gösterir. Sûfîler, mükâşefe yoluyla elde edilen ilimleri ilm-i ledün diye adlandırmışlardır.”
Elbette bütün ilimlerin kaynağı Allah Teâlâ’dır. Bunların büyük çoğunluğu Allah Teâlâ’nın bu âleme koyduğu nizam gereği okuyarak veya bir hocanın tedrisinden geçerek öğrenilir. Buna zâhirî ilimler denir. İlm-i ledün ise vasıtasız olarak Allah katından bahşedilen ilimdir ve kulun istek ve gayreti dâhilinde değildir. Doğrudan bazı sâlih kulların kalbine ilham edilir.
Kehf suresinde anlatılan Hz. Musa ile Hz. Hızır aleyhimesselam arasındaki hadise bize ilm-i ledün hakkından bilgi vermektedir. Sûfîler bu kıssadan hareketle Kur’an-ı Kerim’in ve hadis-i şeriflerin zâhir ve bâtın manaları olduğunu; zâhir mananın herkese açık, bâtın mananın ise sadece bazı sâlih kullara nasip olduğunu söyler. Fakat şeriatın hem zâhir hem de bâtın manaları topladığını da ısrarla belirtirler. Bu durumda zâhir manaya aykırı, onu reddeden bir bâtın manadan söz edilemez.
İmam Gazâlî hazretleri ilm-i ledünü ve nasıl gerçekleştiğini şöyle açıklar: “Sıddıkların ve Allah’ın rahmetine yakın bulunanların ilmidir. Bu ilim ancak kalp temizlenip, bütün kötü sıfatlardan arındığı ve nura döndüğü zaman verilir.”
Ledün ilminin sadece nübüvvet ve velâyet ehline mahsus olduğunu da belirten İmam Gazâlî hazretleri, Allah Teâlâ bir kula hayır dilediğinde kendisi ile onun arasındaki perdeyi kaldırdığını ve böylece kulunu birtakım kevnî sırlara ve hikmetlere muttali kıldığını söyler ve der ki:
“Hikmetin hakikatine ledün ilmiyle nâil olunur. Bu mertebeye ermeyen insan hakîm olamaz. Çünkü hikmet Allah vergisi olup, şu ayet-i kerime bu meseleyi açıklar: ‘Allah Teâlâ hikmeti dilediğine verir. Hikmet verilen kimseye çokça hayır verilmiştir. Bunu ancak akıl sahipleri tezekkür edebilir.’ (Bakara 269) Ledün ilmine nâil olanlar birçok ilmi tahsil etmekten, insanî öğrenimin zahmetlerinden kurtulurlar.”
İsmail Hakkı Bursevî hazretleri ise ilm-i ledünü şöyle açıklar: “İlm-i ledün marifet ilmidir. Bu ilim Allah tarafından öğretilir. Genel olarak her ilmin kaynağı Allah’tır. İnsanların kendi gayretleriyle öğrendikleri ilimler ledün ilmi kapsamına girmez. Ayrıca Allah’ın insanlara öğrettiği, fakat diğer insanlardan da öğrenilebilecek türden ilimler de bu ilim kapsamına girmez. Hz. Davud aleyhisselama öğretilen zırh sanatı buna örnektir. İlm-i ledün, Allah’ın dilediği kuluna verdiği, kendine has yüce bir sıfatı bulunan ilimdir.”
Ebû Yezid Bestamî hazretleri de ilm-i ledün sahibinin farkını şöyle açıklar: “Unuttuğu zaman cahil olacağı için kitaplardan bir şeyler ezberleyen kimseye âlim denilmez. Gerçek âlim okumadan ve ezberlemeden dilediği anda Rabbi’nden ilim alabilen kimsedir.”
Sözün özü, ilm-i ledün vehbî (kişinin istek ve çabasına bağlı olmayan, doğrudan Allah Teâlâ tarafından verilen) bir bilgidir. Gayb bilgisi ya da sırlar bilgisi de denir. Kişinin seyr ü sülûk ile Hakk’a yolculuk yapması, nefsini terbiye edip kalbini saflaştırması bu ilme nâil olma ihtimalini artırır. Nefsini terbiye etmeyen, Rabbi’ne doğru kalbî yolculuk halinde bulunmayan hiç kimse bu nâiliyete ulaşamaz.
Ledün ilminin gerçek olup olmadığının ölçüsü ise şeriattır. Hiçbir ilham İslâm’ın herhangi bir hükmüne aykırı olamaz. Şeriata aykırı herhangi bir ilham Rahmânî değil, şeytânîdir. Nitekim sûfîler, “dinin zâhirine aykırı olan her şey bâtıldır” ilkesini sürekli hatırlatırlar.