İmam Şiblî kuddise sırruhû bir gün bir caminin yanından geçerken vaizin “mahşer günü Allah şunu da soracak, bunu da soracak” diye uzun uzun anlattığını işitmiş. Ona seslenmiş: “Allah o kadar çok soru sormaz. Kuluna bir tek sual soracak: ‘Sen dünyada iken ben seninleydim. Peki sen kiminleydin?’”
Mesafe iki şeyin arasında olur. Dünya hayatı da ikilik üzerinedir. Dünya bu tarafta, ukbâ öte tarafta. Ben ayrı, başka insanlar ayrı.
Kendi içimizde de ikili yaratılmışız. Ruhumuz var, bir de onu bu dünya hayatında taşımaya görevli bedenimiz. Düşüncemiz var, bir de işlerimiz, yapıp ettiklerimiz var. Aklımız bir yanda, duygumuz bir yanda… Kendi içimizde bir hâlimiz var, bir de dışımızdaki…
Mesafe, kişinin kalbi ile aklı, niyeti ile ameli, hedefi ile bulunduğu yer, sözü ile özü arasında da vardır. Bunlar tabiidir. Çünkü insanın iradesi ve gücü arzularına her zaman erişemez.
Fakat mümin bu mesafeyi meşru görmez ve onu bir uçurum hâline getirmez. Bir kişinin kişilik değeri onun söyledikleri ile yaptıkları arasında mesafe olup olmadığına, varsa ne kadar olduğuna bakılarak tayin edilir. Eğer o insandaki öz ile söz, iş ile gidiş arasındaki mesafe sabit hâle geliyorsa o daha da tehlikelidir. O aralık bir uçurum hâline gelmiş demektir. O uçuruma ahlâk açığı diyoruz.
Bu açıkta ikilik ikircikliğe, ikiyüzlülüğe evrilebilir. Yalan, münafıklık, ikiyüzlülük, riyâkârlık, sahtekârlık, düzenbazlık hep o uçurumda hayat bulur. Mesele o mesafeyi görmezden gelmemektir. O mesafeyi büyütmek değil, daraltmaktır.
Mesafelerimiz yerimizi belirler
“Mesafe” ile ilgili dilimizde birçok atasözü ve deyim var. “Açlık ile tokluğun arası yarım yufka,” “arada kalmak,” “aradan çıkmak,” “aradan sıyrılmak,” “arası açılmak,” “arayı soğutmak,” “bir araya gelmek” bunlardan bazıları. “İki arada bir derede kalmak” diye de bir deyim var. İnsan da aslında sürekli arada derede bir yerdedir. Yönünü, yolunu şaşırırsa o arada takılır kalır.
Kişinin başka insanlarla, konularla, değerlerle olan mesafesi onun yerini tayin eder. Eğer sabit bir merkezi yoksa onda tutarlılık aramak boşunadır. Dindar insan sabitesi olan, hayatta bir merkezi olan kişidir. O merkeze yakınlığı ve uzaklığı ne olursa olsun kendini o merkeze göre tarif eder.
Mümin her işinde, düşüncesinde, tercihinde, bakışında, ilişkisinde Rabbi’nin emrini ve rızasını merkeze alan kişidir. İsterse çevresindeki bütün insanlar, toplum, millet, bütün insanlık başka bir şeyleri merkez kabul etsinler, müminin referansı değişmez. Çünkü bu dünya hayatı bir imtihandır ve asıl mükâfat âhirettedir.
Mesafe, arayı açmak, kendini ayrı tutmak anlamlarını da içeriyor. Araya mesafe koyduğunuz insanlar kendinizi ayrı tuttuğunuz insanlardır. Mesafenin kendini ayrı tutma anlamı kişiler hakkında olduğu gibi soyut konular hakkında da olabilir. Meselâ “matematikle pek aram yok” dersiniz.
Peki, Allah ile aramız nasıl? Açık mı, değil mi? Bilirsiniz, bir meczuba sormuşlar: “Allah’la aran nasıl?” Cevaplamış: “İyi, ama bir mesele var.” “Nedir?” demişler. “Hep O’nun dediği oluyor” demiş. İmam Şiblî kuddise sırruhû da bir gün bir caminin yanından geçerken vaizin “mahşer günü Allah şunu da soracak, bunu da soracak” diye uzun uzun anlattığını işitmiş. Ona seslenmiş: “Allah o kadar çok soru sormaz. Kuluna bir tek sual soracak: ‘Sen dünyada iken ben seninleydim. Peki sen kiminleydin?’”
Bizimle hiç mesafesi olmayan
Rabbimiz her şeyden münezzehtir, berîdir, hiç bir şeye benzemez. Aynı zamanda bize bizden yakındır. Mümin bunu bilir. Bunu bilmesi tam olursa o zaman O’nun dostu olur. Mevlâ Teâlâ mübârek kelâmında buyurur:
“O yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni, ona çıkanı bilir. Nerede olsanız O sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görmektedir.” (Hadîd 4)
“Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ın hepsini bildiğini görmüyor musun? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O’dur. Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O’dur. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlaka O onlarla beraberdir. Sonra kıyamet günü onlara yaptıklarını haber verecektir. Doğrusu Allah her şeyi bilendir.” (Mücadele 7)
Resûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem de bu hakikati bize göstermiştir. Ebû Mûsâ el-Eş’arî radıyallahu anhu şöyle anlatır:
“Biz bir yolculukta Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile birlikte idik. Tepelere çıktıkça ‘Allahu ekber, lâ ilâhe illallah’ diye yüksek sesle tekbir ve tehlil getiriyorduk. Bunun üzerine Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki:
– Ey Müslümanlar! Kendinize merhametli ve yumuşak davranın. Çünkü siz sağır veya burada olmayan birine seslenmiyorsunuz. Allah Teâlâ daima sizinle beraberdir; işitir ve size sizden daha yakındır. (Buhârî)
Bizde son asırda dine karşı olanların özellikle tasavvuf ehline karşı sık sık kullandıkları bir söz var: “Allah ile kul arasına girilmez!” Bir gün camide namaz kıldırıp evine gitmek üzere kalkan bir mürşide cemaatin içindeki bir münkir bağırmış:
– Efendi, kul ile Allah arasına girmeyin!
O büyük zât da cevap vermiş:
– Bir tek gerçek kul vardır, o da Resûlullah Efendimizdir.
Yine birine bir gün “Mürşidler kul ile Rabbi arasına girmiyor mu?” diye sorumuş. O da “Kul ile Allah’ın arası var mı ki girebilsinler?” demiş.
Çünkü Rabbimiz buyuruyor: “İnsanı biz yarattık. Onun için nefsinin kendisine neler fısıldadığını, neler telkin ettiğini de biz pek iyi biliriz. Çünkü biz ona şahdamarından daha yakınız.” (Kâf 16)
Yakınlığın anlamı
İki şey arasında mesafe azalınca ikisi birbirine yakın olur. Türkçe “yakın” kelimesi Arapça “yakîn”e benzer. “Yakîn” ise “kesin ve sağlam bilgi” anlamına gelir. Yakınlık her zaman bedence yan yana olmak demek değildir. Kişinin fizikî olarak yakınında olanlar ona uzak, uzağında olanlar ise yakınında olabilir. Nitekim eskiler bunu şöyle ifade etmişler: “Yemen’deki yanımdadır, yanımdaki Yemen’dedir.” Mesele kıymetli ve mübarek kılınan şeylere, değerlere, insanlara yakın olmaktır. Onlar asırlar evvel yaşamış olsalar da, onları sadece kitaplarından bilsek de…
Bu dünya ikiliğindeki imtihanımız birlenmeye çalışmaktır. Kendimiz ile aramızdaki mesafeyi kapatmak, dışımızdaki varlıklarla halleşmemizi de sağlar. Mesela kendini bilen bir insan karşısındakini de bilir. Ona göre davranır, haksızlık yapmamaya, onda bir eksiklik gördüğünde hemen kendi eksikliğini görmeye başlar. Onu kınayamaz. Onun da kendisinde olduğu gibi bir nefsi olduğunu hatırlar. Kendi ayıpları olduğu gibi başkalarının da ayıpları olabileceğini anlar.
Mesafeleri kapatan tek duygu sevgi ya da aşktır. Aşk senliği benliği, ikiliği ortadan kaldırır. Ben gider geriye sadece sen kalır. Bizim bütün aşk hikâyelerimiz aşkın mesafe tanımaması ile ilgilidir. O yüzden hep ayrılık üzerinedir. Çünkü gurbet aşkın körüğüdür. Nitekim Mevlânâ hazretleri kuddise sırruhû şöyle söyler:
“Aşk ateşe, mesafe rüzgâra benzer. Eğer ateş küçükse rüzgâr onu kolay söndürür. Şayet büyükse onu büyütür de büyütür.”
Merhum şair Cahit Zarifoğlu ise şöyle der: “Özlemek ne derin bir duygu böyle. Özlemek ne uzun bir mesafe!” İşte aşk böyle birleyicidir.
İnsan bir sevdiğini sever gibi Rabbi’ni sevse, gerçekten de arada nefsi, zanları, günahları, ayıpları kalmaz. O yüzden Yunus, “Aşk gelince bütün eksikler biter” demiştir. Aşk en büyük keramettir. Çünkü insanı kendi nefs kafesinden azat eden tek duygu budur. İnsan yalnız aşka düştüğünde kendini unutur.
Yıllar evvel şimdi rahmetli olan bir âlimle tanışmıştım. Sohbet ederken benden bir şey okumamı istedi. Ben de hâfızamdaki Mustafa Nakşî Dede’ye ait şu mısraları okudum.
“Ben ben değilim, ben dediğim sensin hep Ruhum dediğim, ten dediğim sensin hep.”
O âlim bu şiiri dinleyince ağladı ve bana sordu:
– Bu şiir neyi anlatıyor biliyor musun?
– Bilmiyorum efendim, dedim.
– Bu şiir fenâfillah makâmını anlatıyor, dedi.
Elbette biz o yüksek manevî makamları bilmeyiz. Ama kendimizi bilmek vazifemiz vardır.
Mesafeyi kapatmak ne kadar gerekliyse bazı durumlarda da mesafe koymak çok önemlidir. Mesela insanlarla beraber iş yaparken, arkadaşlık kurarken, çocuk yetiştirirken bu önemlidir. İnsanlara yakın olmak laubaliliği, mesafeli olmak da soğukluğu gerektirmez. İnsanlarla aramızda bir hata yapma payı bırakmak gerekir. Biz kendimize nasıl hata yapma kredisi veriyorsak onlara da vermeliyiz.
Bize düşen, Rabbimiz ile ve insanlarla aramızı güzel tutmaktır. Hak divanına duracağımız ve mesafenin ortadan kalkacağı Mahşer gününde yüzü kara çıkmamaktır. Bunun yolu bu dünya hayatında Allah’a yakınlığı aramak ve O’na yakın olanlara yakın olmaya çalışmaktır.