İçeriğe geç

Mürşidimin Himmetiyle Oldu Sözü Ne Kadar Doğrudur?

    Mürşidimin Himmetiyle Oldu Sözü Ne Kadar Doğrudur?

    Mürit bir nimete kavuşunca bunun, kendi çaba ve gayretinden kaynaklanmadığını aksine mürşidinin dua ve bereketi ile elde ettiğine inanmalıdır. Bu durumda kalp nimete değil onu verene bağlanmış olur. Hakikatte bunu, mürşidi vesilesi ile kendisine verenin Allah olduğuna iman ettiğinden, Allahu Teala’ya şükreder. Mürşidine ise teşekkür eder.

    Burada şöyle sorular akla gelebilir:

    Gerçekte bütün nimetleri yaratan ye dilediği kimselere dilediği kadarını ulaştıran Allahu Teala’dır. Böyle bir anda mürşidi düşünmenin ve onu nimete vesile görmenin ne faydası var?

    Bu durum sebebe bağlanıp asıl vereni unutma ve ileri safhada şirke düşme tehlikesi taşımaz mı?

    Bilinmesi gerekli olan ise şudur:

    Bir nimete ulaşan kimse için asıl tehlike onu kendi nefsinden bilip, ‘ben yaptım, ben çalıştım, ben kazandım’ diyerek gaflete düşmesidir. Elbette bütün mülkü yaratmak ve nimetleri taksim etmek Yüce Allah’a aittir.

    Ancak Yüce Allah’ın dünya alemindeki âdeti, her şeyi bir sebeple yaratmasıdır. Bu alemin ayakta durması için en büyük sebeplerden birisi, yeryüzünde Allah’a ihlasla kulluk eden, O’nu zikreden salih müminlerin bulunmasıdır.

    Rasulullah ﷺ Efendimizin ifadesiyle: “Yeryüzünde Allah Allah diye zikredenler bulunduğu sürece kıyamet kopmayacaktır.”

    (Kaynak: Müslim, Iman, 234; Tirmizi, Fiten, 35.)

    Kıyamet, dünyadaki hayatın sönmesi ve bütün hayat düzeninin bozulması demektir. Demek ki şu anda bütün insanlık, Yüce Allah’ın zikrini çeken salihlere teşekkür borçludur.

    Çünkü bu dünya onların yaşadığı ilâhi ahlak ve yaptıkları zikir sebebiyle ayakta durmaktadır. Eğer dünyada Yüce Allah’ın adı anılmayacak ve dini yaşanmayacaksa, dünya hayatı niye var olsun?…

    Şu hadisleri de burada hatırlamalıyız:

    “İnsanlar, Allahu Teala’nın kulları içinden seçtiği salihlerin sebebiyle yağmura kavuşur, onların bereketiyle müminler ilahi yardıma ulaşır, halktan umumi azap kaldırılır.”

    (Kaynak: Ahmed, Müsned, I, 112; Ebu Nuaym, Hilye, I, 8-9; Tabarani, el-Evsat, No:4113.)

    “Allah bu ümmete ancak aralarındaki zayıf görünümlü salihlerin duası, namazı, orucu ve ihlası sayesinde yardım eder.”

    (Kaynak: Nesai, Cihad, 43. Bu konuda bkz: Buhari, Cihad, 76.)

    İmam Rabbani (k.s), Hz. Peygamber’e varis olan ve dini hayatı canlandıran irşat kutbu bir veliyi (müceddid) tanıtırken şöyle diyor:

    “Müceddit öyle bir kimsedir ki, ümmete gelen bütün feyiz ve maneviyat ancak onun sayesinde olur. Onun aracılığı olmadan hiç kimseye irşat, hidayet, nur ve feyiz gelmez.

    Bu Allah’ın takdir ve tercihi ile böyle olur. Allahu Teala irşat kutbu yaptığı zatı vesile ederek dilediklerine pek çok faydalar ulaştırır. Bazen bundan irşat kutbu olan zatın bile haberi olmaz”

    (Kaynak: İmam Rabbani, Mektubat, 260 ve 317. Mektuplar.)

    İşte rabıta yaparak kendisine kalbin bağlandığı zat böylesi bir irşat kutbudur. Zaten bu yetki ve derecede olmayan kimseye, kendisinden feyiz almak için rabıta yapılması yasaktır.