Fesad, Allah’ın bir denge üzerine yarattığı âlemdeki şu düzeni bozmak demektir. Bu düzen insanın ilişkilerindeki, düşüncelerindeki, işlerindeki düzen olabilir. İnsanlar arasındaki denge olabilir. İnsanla toplum ya da toplumla devlet arasında olabilir. Toplumlar arasında veya devletler arasındaki düzen olabilir.
Osmanlı’nın son asrında Tanzimat döneminden başlayarak devlet ve toplum ciddi bir bunalım içine girdi. Bunu hep söylüyoruz. Artık Osmanlı yok ama toplumumuzda bu kişilik sorunu hâlâ şiddetle hissediliyor. Hâlâ kendimiz olamıyoruz, hep Batılı birileri gibi davranmaya çalışıyoruz. Olmamız gereken yer ile olduğumuz yer arasındaki uçurum bizi geriyor.
Yıllar evvel Pakistanlı bir mürşid ile tanışmıştım. Kendisi ülkemizi ziyarete gelmişti. Tercümanlığını yapıyordum. Bir ara bana: “Sizin insanlarınız neden bu kadar gergin?” diye sordu. Ben de: “Biz yüksekten düştük de ondan!” dedim. Öyle ya, erdemli bir toplumdan bugünkü perişan hâle düşünce pek çok arıza ortaya çıkıyor.
Son dönemlerde “Osmanlı çok sağlamdı ama birileri geldi yıktı” diye konuşanlar çok. Evet, onu yıkmak isteyenler oldu elbette. Ama hiçbir toplum kendisi zayıflamadan, çürümeden, bozulmadan birileri tarafından yıkılamaz.
Peki çürüme ve bozulma derken ölçümüz ne? Hangi “sağlam”a kıyas ederek karar veriyoruz? Bozulma veya düzelmeden bahsederken ölçümüzün her şeyde olduğu gibi Allah’ın ve Resûlullah Efendimiz’in ölçüsü olması gerektiğini unutmamamız gerekiyor. Tek ve gerçekten sağlam ölçü budur.
Bozulma ve düzelme
Kur’an-ı Kerim’de ve hadis-i şeriflerde insanların ve toplumların bozulması ile ilgili birçok kaide haber veriliyor. Bu beyanlarda bozulma ve bozgunculuk anlamında “fesad” kavramı geçer. “Fesad” “bozulmak, çürümek; sağduyudan sapmak” gibi anlamlara gelir. Râgıb Isfahânî fesadı “itidal çizgisinden uzaklaşıp bozulmak” olarak tanımlar. “İtidal” kelimesi ise “adalet” kelimesiyle aynı köktendir. “Yerli yerinde olmak, doğru yerde, ait olduğu yerde olmak” anlamındadır. “Fesad” bozulma, “ifsâd” ise bozma anlamındadır. Ayrıca bu kelimelerin “bağy” yani azgınlık, “isyân” ve “israf” yani aşırılık kelimeleri arasında ilişki vardır.
Demek ki fesad, Allah’ın bir denge üzerine yarattığı âlemdeki şu düzeni bozmak demektir. Bu düzen insanın ilişkilerindeki, düşüncelerindeki, işlerindeki düzen olabilir. İnsanlar arasındaki denge olabilir. İnsanla toplum ya da toplumla devlet arasında olabilir. Toplumlar arasında veya devletler arasındaki düzen olabilir. Bütün bu dengeler aslında tek bir denge üzerinedir. O da Allah’ın bütün varlığı yaratmadaki muradıdır. İnsanın, toplumun ve devletlerin bozulması hep tevhidden, adaletten, ilâhî dengeden, sünnetullahtan sapma sonucunda olur. Mümin veya kâfir, toplumların bozulması bu yol üzerinedir. Osmanlı da böyle yıkıldı.
“Fesad” kelimesi tıpta da kullanılır. İnsan metabolizmasındaki dengenin bozulmasına denir. Nitekim sindirimimizde bir sorun olunca “midem fesada uğradı” deriz. Hastalıklar insan vücudundaki dengelerin bozulmasıyla ortaya çıkar.
Denge noktası tam orta noktadır, itidaldir, normal olandır. Normalden aşağıya veya yukarıya doğru her sapma bir hastalığın habercisi olabilir. Hastanede bize yapılan tahlil ve tetkiklerde bakılan da budur. Vücutta bazı hormonların, enzimlerin veya salgıların dengeden sapıp çoğalması da azalması da genellikle bir hastalık belirtisidir. Aynen bunun gibi fertlerin de toplumların da denge noktasından ifrata veya tefrite doğru kayması toplumsal hastalıklara yol açar.
Günümüzde “fesad” veya “bozgunculuk, fitne, düzeni bozma” denilince aklımıza sadece devletle ilgili şeyler gelir. Oysa Kur’an’da fesad örnekleri olarak tartıyı eksik kullanmak, ekini ve nesli bozmak ya da yok etmek, akrabalık bağlarını koparmak da zikredilir.
Kur’an-ı Kerim’de fesadın karşıtı “salâh,” ifsadın karşıtı ise “ıslah”tır. İfsad Allah’a isyan ile, ıslah ise O’na itaat ile gerçekleşir. Fesad fâsıkların ve münafıkların, salâh da müminlerin vasfıdır. Yani sâlih müminler ifsad edenlerin bozduğu insânî, toplumsal ve dünya düzenini tamir ederler. Bu işleriyle hem dünya hem de âhiret saadetine ulaşırlar. Bu sayede yeryüzünde zulüm ortadan kalkar ve adalet hâkim olur. Adalet ise göklerin ve yerin düzenini sağlayan ilkedir.
Fesadın kaynağı
Her şey gibi bozulma da insandan başlar. İnsanlar toplumun, toplum da devletin ahlâkını belirler. Resûl-i Zîşân Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bize bunu şöyle bildirir: “Ameller kap içindeki sıvılar gibidir. Dibi güzelse üstü de güzel olur, dibi bozuksa üstü de bozuk olur.” (İbn Mâce) Bizde buna benzer bir atasözü vardır: “Süt ne ise kaymağı odur.” Yani genelde insanlar düzgün olursa dirlikleri, düzenleri ve devletleri de düzgün olur. Ama insanlar günlük hayatlarında bozuk, ahlâksız ve sapkın ise başlarında da böyle insanlar bulunur.
Burada “insan” dediğimizde sadece memur, esnaf, çiftçi veya işçiyi kastetmiyoruz. Hepimiz, ailemiz, çocuklarımız bu kapsamdayız. Kişi anne babasının rengini alır. Özellikle annenin bozulması çok kritiktir. Çünkü çocuğun mayası annedir. Anne bozulunca yetiştirdiği çocuklar bozulur. Çocuklar rezillikleri normal şeylermiş gibi beller. Onlar da ileride anne baba olduklarında evlatlarına şerleri hayırmış gibi öğretirler. Böylece her bir nesil bir öncekinden daha da bozuk olur.
İnsanlar böyle bozuk yetişip hayata atıldıklarında işleri de bozuk olur. Nice haramlara girer, yalancı, yolsuz, mazeretçi, bahaneci olur. “Ne yapalım düzen böyle, işler böyle yürüyor” diyerek bozukluğu ve bozgunculuğu normal görürler. “Başkası yapsın, benim işim değil,” “ne kadar ekmek, o kadar köfte,” “bu maaşa bu kadar iş,” “gemisini yürüten kaptan” diyen insanlar yüzünden işyerleri, kurumlar, toplum ve devlet bozulur. Toplumda ahlâksızlık ve rezillik normalleşir, yaygınlaşır ve bir süre sonra bunlar kural hâline gelir. İnsanlar haklıyı haksız, haksızı haklı gibi görmeye başlarlar. Haramzâdelerin her yaptıkları onlara hakmış gibi gelmeye başlar. Milletin hakkını, malını, vergilerini kendi malı gibi görmeye başlarlar. Bunları kendilerine, suç ortaklarına, akrabalarına, hemşerilerine, kökdaşlarına, destekçilerine ve kendi desteklediklerine peşkeş çekmeye başlarlar. Torpil her yerde kural hâline gelir.
Mahkemeler, vergi daireleri, ordu, polis, akademisyenler, bürokratlarda görev bilinci ve sorumluluk zayıflar. Eğitim, donanım ve ahlâkî seviye düştükçe düşer. Okulda, çarşıda, sokakta, evde, devlet dairesinde işini doğru yapan azalır. Şerliler korku, iftira, baskı ile düzgün insanları tasfiye ederler. Her yerde düzgün insanlar daha da azalır, sesleri çıkmaz olur. Bir yerlerde hâlâ düzgün insanlar kaldıysa onlar da ya diğerlerine uyup yozlaşır ya da bir köşeye çekilirler.
Bunun sonucu olarak eğitimden sağlığa, temizlikten savunmaya kadar bütün kamu hizmetlerinde aksamalar olur. İşlerin kalitesi düşer. Bir gün sürecek iş bir haftaya, bir hafta sürecek iş bir aya sarkar. İnsanlar ancak rüşvet ödeyerek veya torpil bularak hizmet alabilirler. Düzgün insanlar haklarını alabilmek, işlerini gördürebilmek için artık resmî kurumlara değil siyasî aracılara, mafyalara, çetelere para ödemeye başlarlar. Devletin gelirleri düşer, devlet adına hareket edenlerin gelirleri yükselir. Halktan daha çok vergi alınmaya başlanır. Yoksulluk artar.
Böyle bir ifsad düzeninde çok çalışanlar karşılığını alamaz. Hiç çalışmayanlar ise faizden, rüşvetten, ranttan, devlet desteklerinden semirirler. Bunlardan kimse vergi de alamaz. Çünkü vergi düzeni de yozlaşmıştır. Bunlar mahkemeye de götürülemez, çünkü yargı da yozlaşmıştır. Şerliler birbirini tutar, kendi aralarında çeteleşirler. Bunların yaptığı suistimaller, hırsızlıklar, yolsuzluklar, hatta cinayetler bile cezasız kalır. Şer çeteleri azdıkça diğer çeteler ile rant kavgasına girişir; birbirlerinin ayağına çelme takmaya, birbirlerini boğazlamaya başlarlar.
Şerlilerin yaptığı başka korkunç bir şey daha vardır. Şerliler şerlerini güzel sözlerle, söylemlerle, sloganlarla meşrulaştırırlar. Onların güzel sözlerine kanan cahiller onları hak ehli saymaya başlarlar. “Bize caiz, başkasına haram” anlayışı herkeste yerleşir. Şerliler kadar onlara uyan halk da ikiyüzlülüğü ve yalanı yol edinir. Bir kısmı rezilliğini örtmek, bir kısmı menfaat elde etmek, bir kısmı da şerlilerden korunmak için ikiyüzlülüğü benimserler. Böylece toplumda samimiyet ve içtenlik devreden çıkar, sahtelik ve sanallık çoğalır. Kimse sorunlardan bahsetmez, her şey güllük gülistanlıkmış gibi davranır.
Bu bozuklar kendilerini doğru, doğruları ise bozuk sayarlar. Geçmişte de buna benzer çok olay yaşanmıştır. Mesela Sebe Melikesi, ülkesinin Hz. Süleyman aleyhisselam tarafından fethedilmesi durumunda düzenin altüst olacağını düşünüyordu. Aynı şekilde Firavun, Hz. Musa aleyhisselam ve kavmini kendi kurdukları düzene karşı bir tehdit sayıyor ve onları “bozguncu” olarak niteliyordu. (Arâf, 127). Resûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem tebliğe başlayınca da müşrikler onu “düzen bozucu” olmakla suçlamışlardı.
Islah nerede başlar
Bozulmanın kanserleşmesinin bir başka sebebi ise toplumdaki dürüst, donanımlı ve erdemli insanların muteber sayılmamasıdır. İfsad ortamında mürşidlere, âlimlere, bilenlere, düşünenlere, dürüst insanlara örnek kimseler olarak bakılmaz. Onların yerine rezil, câhil, ahlâksız, edepsiz, nobran, kaba tipler hürmet görür. İlmin, liyakatin, ehliyetin, emeğin, hukuka uymanın, helâl kazancın kıymeti kalmaz. Yoksulluk, adaletsizlik, emniyetsizlik, huzursuzluk yayılır. Bir iç veya dış savaş anında ise yerle bir olur.
Evet; bozulma yani ifsad böyle işliyor. Düzelme yani ıslah da aynı sıraya göre çalışır. Yani önce insanlar, sonra toplumlar, kurumlar ve devlet düzelir. İnsandaki düzelme ise kalpte başlar. Resûllulah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyurur: “Dikkat edin! Bedende öyle bir et parçası vardır ki o ıslah olduğu takdirde bütün beden ıslah olur; ifsad olduğu takdirde bütün beden bozulur. İyi biliniz ki o et parçası kalptir.” (Buhârî)
Kişi önce niyetini düzeltir. Niyeti düzelince düşüncesi, düşüncesi düzelince işi, işi düzelince ahlâkı düzelir. Böyle yapan insanların sayısı yavaş yavaş ama istikrarlı bir şekilde çoğalır. Birkaç nesil içinde aileler, okullar, sokaklar, mahalleler, işyerleri, toplum ve devlet düzelir. Toplumun yönü ifsaddan ıslaha döner.
Kısacası kişiler ve toplumlar Allah’tan uzaklaştıkça bozulur, O’na yaklaştıkça düzelir. Bozulmaktan ve bozmaktan uzak durmak, düzelmek ve düzeltmek için Allah ile bağımızı çok kuvvetli tutmalıyız. Bugünkü gibi fitne zamanlarında bozulmanın düzelme, düzelmenin bozulma gibi gösterildiği devirlerde asıl kahramanlık, şartlara bakmadan Allah Teâlâ ve Resûlü sallallahu aleyhi vesellemin ölçülerini her şeyden üstün tutmak ve onlara can u gönülden uymaktır.