İçeriğe geç

Nikahımız Var

    Oldum olası klişeleri sevmem. Daha küçücük bi’ çocukken bile standartların, ezberlenmiş ve otomasyona bağlanmış cümlelerin, anonsların gerekliliğini sorgular ve kendimce çözümler geliştirirdim. Sanki bunu problem olarak gören ve benden çözüm isteyen varmış gibi!

    Bu yaşıma geldim de durum değişti mi peki? Elbette hayır! Hâlâ benzer durumlarla her karşılaştığımda iç sesimle karşılıklı uzun sohbetler ederiz. Mesela bir düğüne mi gittim? Üç yüz elli yıldır hiç değişime uğramadan mikrofondan yayılan o “çocuklarımızı pistten alalım” duyurusunu hâlâ anlamam. Onlar çocuk yahu, pistte olmayacaklar da nerde olacaklar? Gelinle damadın yanında oturup gelen takıları mı kaydedecekler deftere?

    Uçaklardaki anonslar da beni benden alır. Bir uçak memleketin hangi köşesinden kalkıp hangi köşesine iniş yapacak olursa olsun, pilotun bas sesiyle yaptığı o yarısı anlaşılmayan konuşma genellikle değişmez. Ve o konuşmanın hangimize nasıl bir faydası var diye düşünür dururum uzun uzun. “Sayın yolcularımız, kaptanınız konuşuyor…” Daha uçağa yeni binmişiz, abimizin yüzünü bile görmemişiz ve muhtemelen inince de görmeyeceğiz, nerden “bizim” kaptanımız oluyor? Birbirimize Rabbin selâmını verdik mi, nerelidir, kimin oğludur öğrendik mi? Daha iki kelâm etmemişiz, yok oturmanızı rica ederim, yok kemerinizi bağlayın, bi’ ton talimat! Şu şehirden kalkıyoruz, şu şehre iniş yapacağız… E, biliyoruz, bilet alırken şehir tercihi yapmışızdır heralde!

    Halbuki standart anonsun dışına çıksa, ben falan köyden filancagillerin oğlu, falancaların ortanca damadıyım dese.. Ardından da hoş geldiniz, birazdan kabin görevlisi bacımız size çay ikram edecek, rahatınıza bakın lütfen dese… Şivesi varsa şiveli konuşsa… “Gadağızı alırım bunalman, uçağı uçuran da götüren de Rabbımdır, herkeş besmelesini çeksin, hayırnan yola çıkak” dese… Daha samimi olmaz mı?

    Hadi bu tür ortamlar neyse, “bir süre orda kalıp hayatımıza döndüğümüz anlar” deyip geçelim. Ama bu standart sözlerin değişmesini en acil bulduğum bir kısmı var ki, yıllardır kanayan yaramdır. Hayır hayır, sizi aradığınıza pişman eden çağrı merkezleri konuşmalarını söylemeyeceğim. Onları nasip olursa ayrı bir yazıda anlatmak istiyorum. Bence konuşma metnini bir an evvel değiştirmesi gereken kişiler, nikâh memurları.

    Yıllardır gelin ve damadı aynı kalıp sözlerle, aynı samimiyetsiz ve soğuk kelime öbekleriyle dünya evine uğurlayan nikâh memurlarının acilen yeni ve samimi şeyler söylemesini istiyor benim gönlüm. “Hastalıkta-sağlıkta” diye başlayan ve hem çiftin hem de davetlilerin heyecandan çoğunu dinlemediği uzun cümleler yerine, daha gerçekçi ve hayatın içinden şeyler söyleseler daha güzel olmaz mı?

    . . .

    – Sayın davetliler, hepiniz hoş geldiniz. Bildiğiniz üzere bugün buraya bu iki genç kardeşimizin dünya imtihanlarının büyük bir kısmını içinde barındıran evlilik çatısı altında birleşmelerine şahit olmak üzere geldik. Mademki bunca evli çift görüp de buna rağmen hâlâ evlenmekte ısrarlılar, yapacak bi’ şey yok. Bu saatten sonra bize düşen, efendi gibi görevimizi yapıp, kendilerine duâcı olmaktır.

    – Anlayamadım?

    – Anlarsın güzel kardeşim. Ortalama 6 – 7 yıl sonra ne demek istediğimi anlarsın! Evet, sayın şahitlerimizi de buraya alalım… sizler de hoş geldiniz. Çiftin yakınları mısınız?

    – Evet, ben gelinin üniversiteden arkadaşıyım.

    – Ben de damadın asker arkadaşıyım.

    – Ve buna rağmen arkadaşlarınıza acımadan buraya geldiniz, öyle mi?!

    – Efendim?!

    – Yok bi’ şey. Nikâha geçelim. Evlenmek istediğinizi bize yazılı olarak bildirdiniz ve evlenmenize kanunî bir engelinizin bulunmadığı tarafımızca tespit edildi. Şimdi evlenmek istediğinizi bir kez de misafirler ve şahitler huzurunda sözlü olarak beyan ederseniz evlenme akdinizi gerçekleştireceğim. Siz, sayın Hayal Dünyaevi, yanınızda oturan nişanlınız Ufuk İstikbal Bey’i hiç kimsenin baskı ve etkisi olmaksızın özgür iradenizle kendinize eş olarak kabul ediyor musunuz?

    – Ev…

    – Duur!! Evet demeden önce daha detaylı sormak zorundayım kızım. kulağını, beni iyice dinle güzel yavrum. Ben senin baban yaşındayım, sen de benim bir kızım sayılırsın. Yani diyorum ki, şu yanında oturan nişanlının maksimum birkaç ay sonra çoraplarını top yapıp salonun ortasına fırlatmasına… bazı hafta sonları arkadaşlarıyla geç saatlere kadar dışarıda olmasına… diş macununu her seferinde uyarmana rağmen hep ortadan sıkmasına… bazı geceler sabah ezanlarına kadar bilgisayar oyunu oynamasına… sana şimdilerde söylediği ponçik sevgi sözcüklerini bir süre sonra unutup amcaoğluymuşsun gibi davranması ihtimaline… kesin böyle olur demiyorum ama ihtimaline… hepsine birden evet diyor musun?

    – Şey… ben tam olarak şey yapamadım şimdi… neyse, tamam tamam, gerilmeyelim en iyisi. EVET!

    – Benden günah gitti… Evet, sırada damat bey var. Siz, sayın Ufuk İstikbal Bey, yanınızda oturan nişanlınız Hayal Dünyaevi Hanımı hiç kimsenin baskı ve etkisi olmaksınız özgür iradenizle kendinize eş olarak kabul ediyor musunuz?

    – Siz bana da detaylı sorular sormadan hemen bi’ evet diyim bence! EVE…

    – Demeee!.. deme bi’ dakika! Bak ne diyorum, yanında oturan nişanlının yaşayacağınız evdeki her şeyi, havlulardan tuzluğunuza kadar her şeyi pembeye boyamasına… ilk birkaç ay seni işten dönüşünde iki dirhem bir çekirdek giyinip kuşanıp karşılayıp, sonra sonra dizleri çıkmış eşofman altıyla karşılamasına… çay bardağı daha ağzınla buluşmadan araya telefonun objektifini sokup 47 ayrı poz verdirip yedi düvele “çay qeyfi” paylaşımları yapmasına… söz, nişan, düğün yıldönümlerinde, doğumgünlerinde, mahallî kurtuluş günlerinde ve kabotaj bayramında hediyeler alıp sürprizler yapmadığın takdirde yaklaşık üç gün sana tavır yapmasına… senin ailenden daha fazla kendi ailesi ile bir araya gelinen organizasyonlar tertip etmesine… Hepsine evet diyor musun?

    – Neyin peşindesin amcacım sen?! Böyle nikâh mı kıyılır yahu!

    – Ben realist insanım oğlum, hakikatleri bilmeden evlenmenize gönlüm razı olmuyor naapiim? Evet, kabul ediyor musun?

    – EVET! EVET! SANA İNAT EVET!

    – Bi’ saniye, ne demek sana inat? Sen benimle sırf bu adama inat mı evleneceksin yani?

    – Öyle demek istemedim hayatım, ben adama kızgınlığımdan öyle dedim.

    – Tabi tabii, bilinçaltındaki duygum dışa vurdu demiyosun da! Gidiyorum ben!

    – Hayal, otur kızım yerine, Bismillah diyin bi’ anneciim, hadi kıyılsın şu nikâh da düğünümüz başlasın yavrucum, bak misafirlerimize de ayıp oluyor! Hadi güzel kızım… Memur bey siz de kıyın şu nikâhı artık!

    – Haa, az daha unutuyodum! Misafirler demişken… Her ikiniz de sırf misafirleriniz birkaç saat eğlensin diye dünya kadar borcun altına girip yıllarca ödemeye evet diyor musu….

    – Bırakın boğacam bu adamı! Ben oğlan babasıyım boğmak bana düşer! Bırakın atarım kendimi şurdan!

    . . .

    Nikâh memurları beni dinleyip bu kadar detay verirse memlekette düğün törenini nihayete erdiren babayiğitler çıkar mı bilmem. O yüzden beni dinlememeleri en güzeli tabi.

    Neyse ki evliliğin güzelliklerini, eşlerin cennete giden yolda birbirinin bileti olduğunu, mümin kişilerin bu hayalî nikâh memurumuzun sıraladığı ıvır zıvır detaylara kafayı takıp birbirlerine hayatı zindan etmeyeceğini, etmemesi gerektiğini yıllardır anlatıyorum da bu yazıdan sonra büyük linçler yemeyeceğim. Yani, öyle umuyorum.

    Evimin adresini tespit edip dalağımı almak üzere beni apartman girişinde kıstıran bir çift ve aileleri ile karşılaşmazsam, önümüzdeki ay görüşmek üzere…

    Kaynak: SEMERKAND DERGİSİ