İçeriğe geç

Önce Bağla, Sonra Tevekkül Et

    Tevekkül, her türlü sebebe başvurduktan sonra sonucu Allah’tan (celle celaluhu) bekleme, işlerini Allah’a (celle celaluhu) bırakma, yeis ve kederden kurtulup alemlerin Rabbi olan Allah Teala’ya güvenmektir. İnsanın, kendini her durumda Allah’ın (celle celaluhu) irade ve takdirine teslim ederek O’ndan gelene rıza göstermesi tevekkülün özünü oluşturur. Tevekkül müminin şiarıdır. Zira bilir ki Allah’ın (celle celaluhu) kudretinin üstünde bir kudret, O’nun merhamet ve şefkatinin üstünde bir merhamet ve şefkat yoktur. Tevekkül eden kula Allah Teala kafidir. Mümin diğer mahlukların da kendisi gibi aciz ve nakıs olduğunu bilir ve Allah’a (celle celaluhu) itimat ve tevekkül ile teslim olur. Ayrıca tevekkül hiçbir şey yapmadan, zahiri sebeplere başvurmadan her işini Allah’a (celle celaluhu) bırakmak değildir. Tevekkülün ölçüsünü, nasıl olması gerektiğini Fahr-i Kainat Efendimiz (aleyhi’s-selatu ve’s-selam) kendisine “Ben devemi salıvererek mi tevekkül edeyim, yoksa bağlayarak mı?” diye soran bir sahabiye, “Deveni bağla, sonra tevekkül et” (Tirmizi, Kıyamet, 60) buyurarak, en güzel şekliyle ortaya koymuştur.

    Tedbirleri Aldıktan Sonra Allah’tan (c.c) Gelene Razı Olmak

    Tevekkül, Müslümanın kadere iman etmesinin bir sonucudur. Tevekkül eden kişi, kayıtsız şartsız alemlerin Rabbi olan Allah Teala’ya teslim olmuş, kaderine razı kimsedir. Kadere iman her şeyden el etek çekip miskin bir şekilde oturmayı gerektirmediği gibi, tevekkül de tembellik ve miskinliği gerektirmez. Gerçek tevekkül sahipleri ekmeden biçilemeyeceğini, amelsiz cennete girilemeyeceğini, ibadet ve taatte bulunmadan Allah’ın (celle celaluhu) rızasına ulaşamayacağını bilir. Tevekkül, sebeplere teşebbüs edip gerekli tedbirleri aldıktan sonra, Rabbü’l-Alemin’in verdiği neticeye razı olmaktır. Bu şekilde davranan bir mümin huzurlu yaşar, maişet noktasında endişe duymaz, tedbirini alıp gerekli olanı yaptığından her daim ümitvar olur. Alemlere rahmet olarak gönderilen Rasulullah Efendimiz (aleyhi’s-selatu ve’s-selam) Allah Teala’ya tevekkül etmekle ilgili şöyle buyurur: “Eğer siz Allah’a hakkıyla tevekkül ederseniz, kuşları rızıklandırdığı gibi sizi de rızıklandırır.” (Tirmizi, Zühd, 3)

    Sabredenlerin Yardımcısı Allah’tır (c.c)

    İnsanoğlunun sıkıntı ve zorluklara, bela ve musibetlere direncini sağlayan dayanma gücü sabırdır. Sabır insanın güzel bir huyudur. Tahammülü zor ve nefse ağır gelen şeylere katlanmak ancak sabırla kolay olur. Allah Teala’nın emirlerini yerine getirmek; dinin hoş görmediği, nefsin meşru olmayan arzu ve isteklerine mukavemet gösterebilmek, hayatta elde olmadan başa gelen ve insana büyük elem, keder ve acı veren bela ve musibetlere göğüs gerip üstesinden gelebilmek ancak sabırla olur. Kur’an-ı Kerim’de yetmişten fazla ayette geçen sabır, insan tabiatına aykırı olan zorunlu hallere uymak ve güçlüklere karşı koymaktır. Sabrın gayesi beklenmedik olaylar karşısında tedirgin olmamak, paniğe kapılmamak ve gelen sıkıntıya tahammül etmektir. Allah (celle celaluhu) sabredenlere mükafatını hesapsızca vereceğini müjdelemiş ve bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak Allah’tan yardım dileyin. Şüphe yok ki Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara, 153)

    Sabredene Müjdeler Olsun

    Sabır; iman, ibadet, ilim ve hikmet başta olmak üzere bütün faziletlerin başıdır. Sabırlı kişi müjdelenmiştir. Allah Teala iyi işler yapıp birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenlerin kurtuluşa ereceklerini haber vermiştir. (Asr, 3) Fahr-i Kainat Efendimiz (aleyhi’s-selatu ve’s-selam) ise sabır ile ilgili şöyle buyurmuştur: “Sabır üçtür. Musibete karşı sabır, taat üzerine sabır, masiyetten sabırdır. Kim musibete sabrederse ve onu Allah’tan geldiğini düşünerek güzel bir şekilde karşılarsa Allah Teala ona üç yüz derece verir ki her bir derecenin arası yer ile gök arası kadardır. Kim itaat üzere sabrederse Allah Teala ona altı yüz derece verir ki her bir derece arası yerin üst sınırından yedi tabaka altına kadardır. Kim masiyete sabrederse Allah Teala ona dokuz yüz derece verir ki her bir derecenin arası yerden arşa kadardır.” (Ali el-Muttaki, Kenzü’l-Ummal, nr. 6515)