Öncelikle II. Abdülhamid Han tahta çıktığında devlet ekonomisi çökmek üzereydi. Üstüne 93 Harbi’nin ağır yenilgisi ve savaş tazminatları da eklenince devlet artık iflasın eşiğine gelmişti. İlk iş olarak Osmanlı-Rus savaşına neden olan Midhat Paşa’yı görevden alan genç Sultan, meclisi de feshetti. Dolmabahçe Sarayı’na alternatif olarak Yıldız Sarayı’na taşınarak devleti oradan yönetti. Çünkü biliyordu ki Dolmabahçe kuşatılmış bir saraydı ve herhangi bir padişahın oradan devleti yönetme imkânı yoktu. Bu onun belki de meclisi kapatıp Meşrutiyet yönetimine son vermesinden sonraki en radikal kararlarından ilkiydi. Devletin bütün gücünü kendisinde yani tek merkezde topladı ve böylece iflas eden ekonomiyi düzeltecek çalışmalara hızlı bir şekilde başladı. Ancak ülkenin içinde bulunduğu durum sadece ekonomik sorunlarla sınırlı değildi. Filistin’de bir Yahudi devleti kurmak isteyen Siyonistler ve bağımsız bir Ermenistan hayaliyle yanıp tutuşan Ermeni komitacılar her türlü fitne ve kargaşayı çıkarmaya çalışıyordu. Bu arada İttihat ve Terakki Cemiyeti de feshedilen Meclis’in yeniden açılması için Sultan’a karşı isyan bayrağını açmışlardı. Doğal olarak bu üç farklı grup tek bir “ortak düşman” etrafında çok kısa bir zaman içinde birleşeceklerdi. Bu arada Mason locaları, Carbonari örgütü ve bu gruplara bağlı ulusal ve küresel medya da toptan işin içine girecekti. Her grubun istediği hayali gerçekleştirmek için tek engel olan bu “ortak düşman” ortadan kaldırılırsa, doğal olarak herkes istediğini kolaylıkla alabilecekti. İşte meselenin kilit noktası bu “ortak düşman” kavramında yatmaktadır aslında.
Kategoriler