Hz. Mesih’in Meryem’den (aleyhisselam) İslamiyet gelinceye değin fetret devresi 570 yıl sürdü. Bu yıllar boyunca kafirlerin kalplerine hayat verecek Mesih nefesli bir nebinin ortaya çıkmamış olması, insanların ilahi sınırları aşmalarına sebebiyet verdi.
Yine şeytanların ayartmaları yüzünden Allah’ın adının yüceltilmemesi, halkın inançlarını karış kuruş etti. Bu sebeple Peygamber Efendimiz’in sallallahu aleyhi ve sellem yüzünün kutlu güneşi Mekke ufkundan ışıklar saçarak doğmuş, oradan Medine yöresini nura boğmuş; yine onun cömertlikle feyizler saçan varlığı bütün alemi huzura kavuşturmuştur.
O taze fidan, bir hafta kadar annesinin sütünden uzak durunca Hamza b. Abdülmüttalib, Ebû Seleme b. Esed el-Mahzumi ve Abdullah b. Cahş el-Esedi’yi de emziren, Ebu Leheb’in cariyesi Süveybe emzirmişti.
Üç dört ay sonra sütannelik şerefi, mübarek Halime bint Ebu Züveyb’e nasip oldu. O da bereket kaynağı Peygamber Efendimiz’i sallallahu aleyhi ve sellem Mekke-i Mükerreme’den alıp Beni Bekr b. Sa’d kabilesinin bulunduğu yere götürdü.
Çünkü havanın kötülüğünden ve Batha’nın sıcak kumlarından Mekkeliler’in çocukları etkilenmesin diye Harem’i şerif yakınlarında bulunan Arap kabilelerinin emzikli kadınlarına çocuklarının verilmesi ve bu münasebetle rahat ve huzurlu olunması, Arap ileri gelenlerinin uyguladıkları bir yöntemdi.
Dört mevsimde Arap kabilelerinin emzikli kadınları Mekke-i Mükerreme’ye gelir ve emzirtmek üzere verilen Kureyşli çocukları yanlarına alarak kaldıkları yere dönerlerdi. Süt kesilmesi vaktinde aldıkları çocukları anne ve babalarına geri verirlerdi.
Peygamberlik semasının güneşi Efendimiz’in sallallahu aleyhi ve sellem doğduğu sene, Beni Sa’d kabilesinin kadınları da önceden olduğu gibi Mekke’ye gelmişlerdi. Allah’ın yardımı ve izniyle mübarek Halime, varlık beşiğinin süsü olan Resulullah Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem sütanneliği şerefine erdi.
O talihli kutlu sütanne ise bunları şöyle anlatıyor:
Çocukları emzirtme mevsiminde Beni Sa’d kabilesinin kadınları ile Mekke’ye doğru yola çıkmıştık. Yoldaşım olan kadınların hepsi acelecilik arabasına binmişlerdi. Bizim devemiz zayıf, eşeğimiz aksak ve çelimsiz idi. Kafileden ayrılmamaya çalışarak yol almaya gayret ediyor ve etrafa dikkatle bakarak gidiyorduk. “Ne talihli süttür o kadının sütü ki peygamberlik bahçesinin gül goncasına nasip olacaktır” şeklinde gaipten gelen sesi duyup şaştım. Bulunduğum kervan Mekke’ye ulaşıp Kureyşli büyüklerin çocuklarını almıştı.
Bir müddet sonra ben de Allah’ın Harem’ine girdim. Zenginlik ve bolluk sahibi kimselerden birinin çocuğunu alamadığım için perişanlık ve üzüntüye kendimi kaptırdım. Bir köşede oturup beklemeye başladım.
Birden güzel yüzlü bir kişi ortaya çıktı ve “Acaba emzikli kadınlardan sütannelik için tutulmamış bir kadın var mıdır?” diye sorması beni soyunu sopunu sormaya mecbur etti. Yanına giderek soyunu sopunu, adını sanını sorup Mekke’nin en önde geleni Abdülmuttalib b. Hâşim olduğuna dair bir cevap alınca hürmet gösterdim.
Bu uğurlu hizmeti yerine getirebileceğimi beyan ettim. İsmimin ne olduğu, kabilemin ne şekil de anıldığını sorduktan sonra Beni Sa’d kabilesine mensup Halime olduğumu anlayıp tereddüdü yok oldu. “Merhaba bi’s-sa’d ve’l-hilm latifesiyle müteşekkir bir şe kilde tebessüm etti. “
Merhaba bi’s-sa’d ve’l-hilm: “Saadet ve hilim ile merhaba” demektir. Buradaki latife “saadet” ve “hilm” kelimeleriyledir. Çünkü Beni Sa’d (“Saadet” oğulları) kabilesine mensup Hz. Halime’nin ismi, “hilim yumuşak huyluluk) kökünden gelmektedir.
Ey saadetli Halime! Muhammed isminde nazlı bir yetimim var. Beni Sa’d kabilesinin diğer kadınları emzirmek istediler, onların sütünü kabul etmedi. Eğer senin göğsündeki sütünden yüz çevirmezse pek çok kazanca sahip olursun zannederim” dedi.
Ancak durum bir kere de kocamla görüşüp istişare etmeyi gerektirdiğinden aramızda geçen konuşmaları kocam Hâris’e anlattım. O da “Ey Halime! Bir başkası sahip çıkmadan hemen git de o yetim inciyi kucağının sadefine alıp gel” sözleriyle memnuniyetini belirtti. Beni sevinç deryasına saldı.
Abdülmuttalib ile beraber Hz. Amine’nin (radiyallahu anhà) iffetli evine girdik. O ay yüzlü kadın bizi alıp nur beşiği içine yatırılmış ve saadet örtüleriyle sarılmış olan nazlı ay parçasının yanına götürdü. O nazlı çocuğun melekleri andıran yüzüne hayran olduğumdan sanki bedenimde olan damarlarım süt kesildi. Sağ mememi mübarek ağzına koydum. Tereddütsüz kabul etti; fakat sütkardeşlerinin hakkına riayet ederek sol mememi emmekten geri durdu.
Hz. Halime, insanlığın efendisi Hz. Peygamber’i (sallallahu aleyhi ve sellem) emzirmek gibi dünyalara değer önemli bir hizmeti görmeye başlayınca tarifi mümkün olmayan bir zenginlik ve bolluğa kavuştu. İki sene sonra bebeği annesine götürdü.
Fakat ayrılığın takat getirilemez ateşine tahammül edemedi. Havanın sıcak oluşu dolayısıyla Peygamber Efendimiz’in bünyesinin bundan etkileneceğini ileri sürdü. Annesinin rızasıyla onu yanına alarak ikinci kere kendi bulunduğu yere götürdü, bağrına bastı. Burada Resûlullah Efendimiz’in göğsünün yarılması (şakku’s-sadr) hadisesi gerçekleşti.
Hz. Halime anlatıyor:
Resûl-i Ekrem’in (sallallahu aleyhi ve sellem) süt kardeşi oğlum Hamza, bir gün koşarak gelip, “Ey anne süt kardeşim Muhammed’in imdadına yetiş, Beyaz elbiseli iki kişi ortaya çıkıp onun saf göğsünü yardılar. Heybetleriyle de beni kaçırdılar” şeklinde başın dan geçenleri anlattı. Kocamla beraber yetiştiğimizde o dolunay bir köşeye nurlar saçarak oturmuştu; fakat tertemiz yüzünde bir başkalık vardı, sanki ışıltılı yüzünün aynası bakılamayacak derecede cilalanmıştı.
Kucağıma alarak göğsüme basıp dehşet verici bu olayı sordum. Sütkardeşinin söylediklerine uyan şekilde cevap aldım. Bu durum dan lezzet aldığını, ağzında şeker varmışçasına tatlı tatlı tarif edip anlatmasından anladıysam da Allah göstermesin, ileride kendisine bir delilik hali gelir korkusuyla “Musibetin ilacı, vuku bulmadan önce yapılmasıyla olur” hükmünce götürülüp annesine teslim edilmesini kocam Hâris’ten istedim.
Kocam, “Ey doğru sözlü Halime! Bu kutlu kandil, bizim evimize büyüklüğüyle gölge salalı beri sayısız, sınırsız faydalarını gördük. Bu şerefli zatın, Rahîm olan Allah’ın seçilmiş bir kulu olduğu şüphesizdir. Ancak yine de onun, zamanımızdaki hasetçilerin hile ve oyunlarından korunması bizim sorumluluğumuza düşen bir görev olduğundan o kıymetli mücevher emanetinin düşündüğünüz gibi sahibine teslim edilmesi uygundur” dedi. Hemen sonrasında götürüp teslim ettik.