Hz. Amine radiyallahu anhå, Peygamber Efendimiz’i sallallahu aleyhi ve sellem beş yaşında iken Halime den aldı. Bakıp besleme işini kocası Abdullah’ın hizmetçisi olup miras yoluyla daha sonra Hz. Peygamber’e sallallahu aleyhi ve sellem geçen Ümmü Eymen’e verdi.
Hz. Amine, bir sene sonra cihanın göz bebeği ile beraber Medine-i Münevvere’ye gidip bir ay kadar Dârün nâbiga sarayında kaldı. Daha sonra geri dönerken yolda hastalanıp Ebvâ’da toprak örtüsüne bürününce Ümmü Eymen hazretleri, kutlu beşiği yanına aldı.
Mekke Mükerreme’ye vardıklarında dedesi Abdülmuttalib’e teslim etmeye gitti. Abdülmuttalib, insanlığın efendisinin hizmetinde bulunma şerefini yüklenerek kendi neslinden olan evlatlarından daha çok hürmet ve saygı gösterdi, yanında olmadıkça bir yere gitmesini kesin bir haram saydı.
Bir sene sonra Arabistan’da yeşil bir ot görülse zümrüt nazarıyla bakılır derecede büyük bir kıtlık baş gösterdi ve Hicaz ahalisi belalara duçar oldular.
Sonunda Rakite bint Ebû Sayfi b. Hâşim’in gördüğü rüya üzerine rahmet duası etmesi için o kutlu inci Peygamber Efendimiz’i Ebû Kubeys dağına götürdüler.
Onun gelişinin bereketiyle ilâhî feyiz bulutları rahmet yağmurları saçmış ve o yüce beytin sakinlerinin kupkuru kalmış topraklarını yeşilliğe çevirmiş, o ihsan pınarının kerametli elinin hayır ve bereket kaynağı olduğu bütün alemce bilinir olmuştur.
Abdülmuttalib, bir sene sonra yaşlılıktan ötürü yatağa düşünce, peygamberler sultanının hizmetini oğlu Ebu Talib’e vasiyet etti.
O da sağlık ve sıhhatli yerinde oldukça yüklendiği bu hizmeti feyiz, bereket kaynağı ve dünyalara değer bir nimet vesilesi bilerek onun korunup yetiştirilmesi uğrunda canını feda etmeyi boynunun borcu bildi.