Merhaba güzel insanlar! Merhaba yüreği umut dolu, güzel olan her şeyi tüm kalbiyle kucaklamış olan herkes! Tıpkı yavru bir serçenin kanatlarıyla özgürce uçmayı öğrenişi gibi acemi gülümseyen çocuk ruhlu dostlar, merhaba!
Alışık olmadığınız bir giriş yaptım biliyorum ama böyle yapmazsam başıma bir şey gelir diye korktum. Çünkü biliyorsunuz artık mutsuz olmamız kanunen yasak. Sabah gözümüzü açar açmaz önce kendimize, sonra takipçilerimize ve sonra da karşılaştığımız herkese pozitif enerji püskürtmezsek suç işlemiş sayılıyoruz! Yani en azından bu kadar insan güne böyle başlayınca, dedim, herhalde bi’ ben kaldım; kanunda cezası falan var. Pozitif olmayan ve oldurmayanlar vatandaşlıktan da çıkartılıyor olabilir, emin değilim.
Eskiden ne güzel, kafamızı bozan bir şey olunca efendi gibi delirir, iki bağırıp çağırır, daha da geçmezse bi’ abdest alıp toparlardık. Canımız mı sıkıldı, tercihen yalnız kalabileceğimiz bir kuytuya çekilir, iki damla yaşı kirpiğimizden çenemize uğurlardık. Sonra da bir dostumuzu arar, olmadı çıkar yanına gider, dönüşte de pazara uğrayıp terapinin âlâsını alır gelirdik.
Şimdi öyle mi? Şimdi üzülen, dert tasa çeken, sinirlenen olursa insan içine çıkamıyor! Çünkü mutlaka hemen o olumsuz duygulardan arınmalı, kendimize telkinler vermeli, kendi başımıza beceremiyorsak İnstagram’da bunu yapan zibilyon tane sayfadan birine kapılanıp canlı yayın seanslarına katılmalıyız! Yoksa hafazanallah gökkubbeyi olumsuz duygu bulutları kaplar da yağmur gibi depresyon yağar tepemizden aşşaa!
. . .
– Ay, beklettim canım, kusura bakma, çıkışta hocaya sormam gereken sorular oldu da cevapları not aldım.
– Yok, beklemek sorun değil de araba ters yerde, trafik yoğun burda biliyosun. Neyse, nasıl geçti arınma seansın?
– Hayır, arınma geçen haftaydı, bugün travma temizliği demosu vardı.
– Çamaşır suyu falan götüreydin evden!
– Zaten hep dalga geç sen, hiç ciddiye alma bu konuları. Bi’ kere de benimle gelsen, bi’ seansa da birlikte katılsak olmaz di mi?
– Neyini ciddiye alayım Allah aşkına! Karikatür gibi mevzu. Katılsam dinlemeyi falan bırakır gülerim ben orada.
– Nesi karikatür yaa?! Bilimsel izahları var bi’ kere her yaptığımızın. Bak bugün mesela travmaların atalardan gen aktarımıyla sonraki nesillere geçtiğini anlattılar.
– Siz de bağdaş kurup dinlediniz?
– Dinledik tabi. Ay neler anlattı bilsen. Mesela diyelim ki dördüncü kuşakta var olan bir fobi bizde tekrar ortaya çıkabilirmiş, ay ben şok!
– Nası yani? Şimdi benim dedemin babası ördekten korkuyorsa ben de mi korkacakmışım? Hahahaaa… Ördek nerden geldiyse aklıma. Ne adamım ben yaa… Bak yine aynı kamyon! Huooop! Biraadeeer! Bırak kamyonu da rallici ol sen rallici, şehir içi yollar dar geliyo sana! Nası yok bi şey? Az daha hızlı olsam kaza yapmıştık. Ehliyeti kişisel gelişim kursundan mı aldın gardaşım!
– Aşk olsun ama, trafik kavgasında bile yaşam koçumu laf arasına sıkıştırıyosun! Sen de seanslara katılsaydın bu kadar gergin olmazdın. Kapat camı uzatmayın, olay çıkmasın.
– Mecbur muyum koçum! Aman, şey, hayatım! Ben mecbur muyum bağdaş kurup içinizdeki kötülükleri evrene salmanızı mantıklı bulmaya? Sağa çekti bak. Bak bak hareketlere bak. Gel gel, in gel hadi bakalım!
– Sakın inme Necati, bak ölümü gör! Ver ellerini bana, avuç içlerini yukarı kaldırıp gözlerini kapat, söylediklerimi tekrarla. Kamyoncunun tüm öfkesini kabul ediyorum… Onu ve öfkesini tüm kalbimle, sevgiyle kucaklıyorum…
– Kucaklayacam ben şimdi onu!
– Hayırdır gardaş eller kollar falan, ne ayak?! Sabahtan beri bize mi şekil yapıyon sen?
– Hayrına hayır gardaş! Az çekil şöyle sen, bırak elimi Makbule! Arabada kal sen. Çekil dedim!
– Yok size şekil yapmıyo kamyoncu bey, ay dur inme dedim Necati aaa! Allah, levye mi o?! Ama bakın bu şekilde gerilmek çok sağlıksız… mental sıkışmalar kaslardaki sıkışm… bırak o levyeyi Necati kurban oliim! Bak kamyonda üç kişi daha varmış gel noolur… Bak yeşil tuttum ölümü gör Necaatiiiii…
. . .
Ne gereği var? Hissettiğimiz her olumsuz hâlden bir belaymış gibi ışık hızıyla kurtulmaya çalışmaya ne gerek var? Hepsi beşeriyete dâhil değil mi? Hepsi bizi kâmil insan olma yolunda pişiren, her biriyle baş etme biçimimizin bizi insan yaptığı vasıtalar değil mi şu imtihan dünyasında? Neden vebadan kaçar gibi kötü hissetmekten kaçıyoruz? Neden üç tarafı denizlerle çevrili canım yurdumun otuz iki tarafı kişisel gelişme, arınma, iyi hissetme manyaklıklarıyla dolup taşıyor?
Kitabımda da yazdım, “mutluluk ayıptır” dedim. Ama muhtemelen henüz alıp okumadığınız için bunu duymadınız. İnsan dediğin sürekli mutlu olabilir mi? Biz bu dünyaya mutlu olmaya mı geldik? Aksine, dünya mümin için imtihan yurdu olduğundan hırpalanmaya, üzülmeye, hayal kırıklığı yaşamaya ve onlara karşı olan tutumumuzla kendimizi Rabbimize sevdirmeye geldik. Ha, bunlar olup biterken Rabbimiz çok merhametli olduğu için bize her şeye rağmen mutluluklar bahşediyor, o ayrı. O O’nun cömertliği. Ama hayatımızın amacı sabah kalkıp da bütün günü pozitif olmak için hırpalanmaya harcamak olamaz, bunu söylemeye çalışıyorum.
Bu mevzu uzun, daha çok söyleyeceklerim var ama onları mümkün olursa yüz yüze konuşuruz artık. O gün gelinceye kadar hepinizi evrenin uçsuz bucaksız şefkatiyle selamlıyor, zihninizdeki tüm negatif enerjiyi serbest bırakmanızı diliyor ve yeni doğan her günün güzelliklerini hepiniz adına onaylıyor, kabul ediyorum… Şaka şaka, Rabbime emanet ediyorum. Rabbim sizi de, evlâd ü iyâlinizi de pozitif enerji lobisinin şerrinden muhafaza buyursun.