Rabıtaya şirk demek, bu sözü söyleyeni sıkıntıya sokar. Kalbin herhangi bir şeye ilgi duyup bağlanmasına da rabıta diyebiliriz. Bu tür bağlanma, iyi veya kötü olabilir. Kalbin sevip bağlandığı bu şey, bir insan olabileceği gibi eşya, dünya, para gibi şeyler de olabilir. Bu manadaki rabıtayı bütün insanlar farklı isim, şekil ve derecelerde yapmaktadırlar.
Rabıtayı inkâr etmek, insanı inkâr etmek demektir.
Çünkü rabıta, düşünmek, hayal etmek, sevmek, özlemek, özenmek ve etkilenmekten ibarettir. Bu bir insanın en tabii halleridir. Bir insanın en tabii halini tümüyle reddetmek yerine, yanlış davranışını ıslah etmek daha uygundur.
Şu nokta çok önemli:
Rabıta bir ibadet değildir; kalbi ibadete hazırlamak için kullanılan bir metottur. Rabıta, Kur’an’da ve sünnette emredilen tefekkürün bir çeşididir. Bu anlamda bir nevi murakabedir. Allahu Teala’nın zatı dışında her şey tefekküre konu edilebilir. Çünkü hadisler, Allah’ın bizzat şeklini düşünmeyi yasaklamıştır. (Kaynak: Ebu Nuaym, Hilye, VI, 67; Tabarani, el-Vasit, No: 6311; Beyhaki, Şuabül-İman, No:126; El bani, Sahiha, No:1788.)
Diğer yandan tefekkür ise emredilmiştir, farzdır. Kalbin en önemli vazifesi de tefekkür yoluyla uyanmak ve Yüce Allah’a bağlanmaktır.
Tefekkür kainattaki ilâhi sanata bakıp, Yüce sanatkârı tanımak ve ona hayran olmaktır. Tefekkür varlıklarda gizlenen ilâhi güzellikleri ve tecellileri gönül gözüyle seyretmektir. Kainattaki bütün güzelliklerin, üstünlüklerin, izzet ve şerefin asıl sahibi Allahu Teala’dır. İnsan olsun melek olsun, her kimde ne varsa O’nundur. Aklın vazifesi O’nu tanımak, gönlün vazifesi O’nu aramak, kalbin vazifesi O’nun sevgisini tatmaktır.
Yüce Yaratıcı zatını nur ile gizlemiş, bazı tecelliler ile perdelemiştir. Ardından bütün akıllılara, adeta ‘Bana gelin, beni tanıyın, benim dostum olun’ dercesine haber göndermiştir.
Tasavvuf büyükleri, rabıtanın öz itibariyle şu ayetlere dayandığını belirtmişlerdir:
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sadık kullarımla beraber olun. ” (Kaynak: Tövbe, 119.)
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun, O’na yaklaşmaya vesile arayın. Onun yolunda mücahede edin ki kurtulușa eresiniz. ” (Kaynak: Maide, 35.)
Her iki ayet de bize takvayı emrediyor. Takvayı elde etmek için birinci ayette Allah’ın sadık kulları ile beraberlik emredilmiş, ikinci ayette ise takva yoluna sevk edecek bir vesileye yapışılması ve nefsi terbiye için bütün yolların denenmesi istenmiştir.
Allah’ın sadık kulları ile beraberlik ya beden ile ya da kalp ile olur. Asıl mesele onlarla Allah yolunda kalp ile beraber olmaktır: Beden ile beraberlik bundan sonra fayda verir.
Bedeni camide, kalbi caddede olan birisi, gerçekte camide değildir.
İşte rabıta, Allahu Teala’nın sadik kulu ve kâmil dostu olan mürşit ile kalp, gönül, hayal, sevgi, fikir, fiil ve bedenle beraber olmaktır.
Mürşitle ilk beraberlik onun terbiyesine girmekle başlar. Ardından mürit onunla aynı meclisi, aynı mekanları, aynı işleri, aynı ibadetleri paylaşmaya başlar. Bundan sonra mürit, kalben mürşidine yakınlık duyar.
Mürit mürşidini yakından tanıdıkça, onun Allah’a karşı sevgisini, güzel edebini gördükçe kendisine hayran olur. Onu Allah için sever. Onun gibi samimiyetle Allah adamı olmaya ve güzel amel yapmaya yönelir.
İşte asıl hedef bu kalp ve gönül beraberliğidir. Bu sevginin ve beraberliğin sonucu mürşitteki ihlas, takva, edep ve ilâhi aşk, müridin samimiyet derecesine göre kendisine geçer.