19. yüzyılın sûfî âlimlerinden Abdülmecîd Hânî kuddise sırruhû “el-Hadâiku’l-Verdiyye” adlı eserinde Şâh-ı Nakşibend kuddise sırruhû ile ilgili şunları nakleder:
Şâh-ı Nakşibend kuddise sırruhû ilk hallerinden birini şu şekilde anlatır:
Bir gün cezbe haliyle kendimden geçtim. Bu durumda dışarı çıktım. Ayaklarım dikenden yara oldu. Gece olduğunda Seyyid Emir Külâl kuddise sırruhûyu ziyaret etmek istedim. Hava çok soğuktu. Üstümde sadece eski bir kürk vardı. Seyyid Emir Külâl kuddise sırruhûnun konağına vardığımda müridleriyle oturuyordu. Beni görünce, “Bu da kim?” dedi. Beni tanıttılar. “Onu buradan çıkarın” dedi.
Dışarı çıktığımda nefsimin bu yoldan ayrılıp azgınlık yaparak teslimiyetten uzaklaşmasından korktum. Ancak Allah Teâlâ rahmet etti ve kendime şunu söyledim: “Yüce Rabb’in rızasına kavuşmak için her türlü sıkıntıya katlanacağım, bu kapıdan da uzaklaşmayacağım.”
Daha sonra alçak gönüllülük ile başımı o büyük kapının eşiğine koyarak içimden şunu geçirdim: “Başıma ne gelirse gelsin buradan ayrılmayacağım.” Üstüme ağır ağır kar yağıyordu ve hava da çok soğuktu. Orada o şekilde kaldım. Sabaha karşı Seyyid Emir Külâl kuddise sırruhû dışarı çıkarken orada olduğumu fark etti ve beni kaldırıp evine götürerek şöyle müjdeledi: “Bu saadet giysisi, senin kıymetini anlatır.” Daha sonra kendi eliyle ayağımdaki dikenleri ve yaraları temizledi. Bu esnada çok feyizler verip manevi lütuflarda bulundu.
Yine Şâh-ı Nakşibend kuddise sırruhû anlatır:
Arayış içindeki ilk günlerimin birinde Allah Teâlâ’nın sevgili kullarından biri ile karşılaştım. O vakitler cezbem çoktu. Bana, “Gördüğüm kadarıyla sen sahabiden birini andırıyorsun” dedi. Ben de, “Eğer Allah dostlarının himmet nazarı olursa umarım söylediğiniz olur” dedim. Bana, “Vaktini nasıl geçiriyorsun?” dedi. Ben de, “Bulduğumda şükrediyor, bulamadığımda sabrediyorum” dedim. Gülümseyerek şunu söyledi: “Bu söylediğin kolay bir şey. Önemli olan nefsini zora sokup bir hafta gıda bulamasan bile nefsinin sana isyan etmemesidir.”
Onun bu sözü üzerine tevazu göstererek bana yardımcı olmasını istediğimde şunu söyledi: “Gönül almaya çalış, güçsüzlerin hizmetine koş. Zayıf ve gönlü incinenleri himaye et. Halktan bazıları gelirleri olmayıp tam bir tevazu ve kırıklık içinde yaşar. Onları arayıp bul.”
Onun bu emrini tutarak dediği şekilde uzun müddet gayret ettim. Daha sonra benden hayvanlara bakmamı, onların hastalıklarını tedavi etmemi istedi. Yaralarını sarıp temizlememi, iyi niyetle ve samimi şekilde bu işleri yapmamı emretti. Bu hizmeti de anlatıldığı gibi yaptığımda o hale gelmiştim ki yolda yürürken bir köpeğe rastlasam hemen durur, onun geçip gitmesini bekler ve adım atmazdım.
Bu halim yedi sene sürdü. Daha sonra şöyle dedi: “O ilgilendiğin hayvanların bakımını yaparken huzur bulacaksın.” Onun bu emrini ganimet bilerek gayretimi eksiltmedim. Onun işaret ettiği doğrultuda verdiği müjdeyi bekledim.
Bir köpeğin bakımını yaptığım günlerin birinde, bende bir hal oluştu, ağlamaya başladım. Ben ağlarken köpek sırt üstü yatarak ayaklarını göğe dikip hazin sesler çıkarmaya, inlemeye başladı. Ben ise ellerimi açarak kırık bir gönülle âmin dedim. Köpek sustu ve dönüp gitti.
O günlerin birinde evden ayrılıp bazı yerleri gezdim. Yolda güneşe tutkun bir keler (bir tür kertenkele) gördüm. Bu hayvanın rengi güneşin rengine göre değişir. Güneşe dalmış, onun güzelliğine hayran bir görüntüsü vardı. Onun bu halinden büyük bir vecde kapılarak kendi kendime şunu söyledim: “Ondan şefaat dileyeyim, şimdi o şefaat makamındadır.” Karşısına tam bir edeple durup ellerimi kaldırdım. Ben bu haldeyken o hayvan daldığı âlemden ayrıldı, sırt üstü yere yatıp göğe yüzünü döndürdü. O bu vaziyetteyken âmin dedim.
Daha sonra o zat bana yollarda halkın rahatça yürümesine engel olan şeyleri temizlememi emretti. O yedi yıl içinde bir müddet bu iş için koşturdum. Yolların taşından toprağından eteğim hiç temiz olmadı. Sonuç olarak bana ne emretmişse tam bir niyetle yerine getirdim. Bu yaptıklarımın olumlu neticelerini gördüm ve hallerimde yükselmeler oldu.
Üç Edep
Şâh-ı Nakşibend kuddise sırruhû bir sohbetlerinde şöyle demiştir:
Bizim yolumuzun üç kuralı vardır:
• Allah’a karşı edep. Sâlik, içi ve dışıyla kulluğunu kusursuz yapmaya gayret edecektir. Emirleri tutup yasaklardan kaçınacaktır. Yüce Rabb’in muhabbetinin dışında kalbine hiçbir şeyi almayacaktır.
• Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme karşı edep. Âyet-i kerimede şöyle bir uyarı vardır: “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin.” (Âl-i İmrân 31)
Bu emre uyarak ona tâbi olma makamında erimelidir. Her durumda O’na uymayı zorunlu bir görev bilmelidir. Şunu da kesin bilmelidir ki Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem Cenâb-ı Hak ile kulları arasında bir vasıtadır; onsuz bir yere ulaşılamaz. Her şey âdeta onun emri altındadır.
• Şeyhlere edep. Bu edep Hakk’ı arayan sâlik için gereklidir. Çünkü onlar Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme uymaya bir vasıtadır. Mürşidler Cenâb-ı Hakk’a davetçidirler. Öyleyse bir mürid şeyhinin yanında olmasa bile hallerine dikkat etmelidir.