12. yüzyılın meşhur sûfî âlimi İmam Gazâlî rahmetullahi aleyh “Kimyâ-yı Saâdet” adlı meşhur eserinde şöyle der:
Bütün beden; el, ayak, göz… Bunların hepsi sağlıklı şekilde görevlerini yapabilmeleri içindir. Göz iyi görmek, ayak normal yürümek içindir. Bunun gibi kalbin de manen sağlıklı olması gerekir ki vazifesini yapabilsin. Kalp bunun için yaratılmıştır. Ona kendi görevini yapmak kolay gelir. Çünkü bu onun tabiatıdır. Kalbin görevini yapabilmesi için iki şey gerekir: Biri irade, diğeri kudret.
Burada irade Allah Teâlâ’dan başkasını sevmemektir. Çünkü yemek nasıl bedenin gıdası ise Allah Teâlâ’nın muhabbeti de kalbin gıdasıdır. Her kimde yeme isteği kaybolur ya da zayıflarsa o kimse hasta demektir. Bunun gibi bir kalpten de Yüce Allah’ın muhabbeti kaybolur ya da azalırsa o kalp hastadır. Bunun için Allah Teâlâ buyurmuştur ki:
“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, zarara uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız evler size Allah’tan, Resûlü’nden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin! Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez.” (Tevbe 24)
Kudret ile ortaya çıkan şey ise Allah Teâlâ’nın emir ve yasaklarına uymanın kişiye kolay gelmesidir. Böyle bir kimse kendisini zorlamaya ihtiyaç duymaz. Aksine Cenâb-ı Hakk’a itaatten zevk alır. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bu konuda şöyle buyurmuştur.
“Göz aydınlığım (kalp huzurum ve neşem) namazda kılındı.” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/128; Hâkim, el-Müstedrek, 2/160)
Kişi irade ve kudretle ortaya çıkan bu manaları kendisinde bulmaz ise bu durum o kimsenin kalbinin hasta olduğunun belirtisidir. Böyle kişi derhal bunların tedavisiyle uğraşmalıdır.
Kişi bazen de bu sıfatta olduğunu zanneder fakat öyle değildir. Çünkü insan kendi kusurunu göremez. Kişi kendi kusurunu dört yolla bilebilir:
Birincisi: Kişi kâmil bir mürşidin huzurunda oturmalıdır. O mürşid onun kalbine nazar eder ve kusurlarını ona bildirir. Bu zamanda böyle mürşid az bulunur.
İkincisi: Kişi şefkatli bir dostu kendisine denetçi yapar. Bu dost yağcılık yaparak onun ayıplarını gizlemez, haset de etmez. Böyle bir dost da az bulunur.
Davud Tâî rahmetullahi aleyh insanlardan uzaklaştığında neden böyle yaptığı sorulunca demişti ki: “Kusurlarımı benden gizleyen kimseleri ne yapayım?”
Üçüncüsü: Kişi, kendisine dost olmayan, hatta düşmanlık edenlerin kendisi hakkında söylediklerini dinlemelidir. Çünkü düşmanın gözü daima kusurlara takılır. Abartılı konuşsa da sözlerinde doğruluk payı vardır.
Dördüncüsü: Kişi insanlara bakmalı, kimde bir kusur görürse kendisi bunlardan kaçınmalı, nefsinin de o gördüğü kusurlarla malû olduğunu olduğunu düşünmelidir.
Kişi ne kadar ahmaksa kendisini o kadar iyi zanneder. Akıllı kimse kendisini kusurlu görendir. Hz. Ömer, Huzeyfe el-Yemân’a “Sen Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin münafıklar hakkında söylediği sırları biliyorsun. Söyle, bende münafıklık izlerinden bir şey görüyor musun?” diye sorardı. Allah ikisinden de razı olsun.
Şu halde herkesin kendi kusurlarını öğrenmek istemesi gerekir. Çünkü hastalık bilinmez ise ilaç da kullanılamaz.