İçeriğe geç

Senin Değil Onun İstediği

    Şazeliyye tarikatı pîrlerinden İbn Atâullah el-İskenderî kuddise sırruhûnun “Hikem-i Atâiyye” adlı eserine Şeyh Said Ramazan el-Bûti rahmetullahi aleyh tarafından yapılan şerhi tefrika halinde sunmaya başlamıştık. Altıncı hikmetin şerhine devam ediyoruz.

    6. Hikmet: Dualarında ısrarcı olmakla beraber talebinin gecikmesi seni ümitsizliğe sevk etmesin. Cenâb-ı Hak dualarının kabulünü vaad etmiştir, fakat senin kendin için arzu ettiğini değil, O’nun senin için murat ettiğini vaad etmiştir. Yine senin murat ettiğin vakitte değil, Zât-ı Ulûhiyyeti’nin murat ettiği vakit için vaad etmiştir.

    [Bûtî merhum, talebin dua niteliği kazanmasının iki şarta bağlı olduğuna işaret etmişti. Birincisi, Hakk’a iltica ederken uyanık bir kalp ve zihin ile boyun bükerek acziyeti itiraftı. İkincisi de bütün hata ve günahlara samimiyetle tevbe etmekti. Devam ediyoruz.]

    Talebin dua niteliği kazanması bu iki şarta bağlı olduğu için, insanın kendisi için ettiği dua çoğunlukla kabul edilir. Ancak yakın veya uzak çevredeki bir topluluk için ettiği dua cevap bulmaz. Çünkü insanın kendisi için dua ederken evvela bütün hata ve günahlarından samimiyetle pişman olup tevbe etmesi nispeten kolaydır. Ne var ki, bir grup veya toplumun tamamı için dua edildiği vakit, bu ön şartların bütün bir cemiyet için yerine getirilmesi o kadar kolay değildir. Takdir edersiniz ki toplum istikametini yitirmiş, isyana düşmüş, nefsini ilâh edinmiş kimselerle doludur. Samimi ve sâdık kulun bütün cemiyet için duası, tevbenin şartlarının yerine getirilmesine bağlıdır. Bu şart da dua edenin tevbesi ile dua edilenin tevbesinde vücut bulur. Hal böyleyken istikameti şaşmış, isyana gark olmuş kitleler adına nasıl tevbe edebiliriz?

    Hak Teâlâ hazretlerine, benim de içerisinde bulunduğum cemiyeti selamete çıkarması, hepimize ihsan ve nimetlerini artırması, lütfuyla ümmet-i Muhammed’e yardımı için dua ettiğim vakit, gaipten bana adeta şöyle hitap edildiğini düşünüyorum:

    Kendileri için dua ettiğin ümmete hem tek tek ve hem de topyekün, günahlarından ve işledikleri zulümden tevbe etmeleri gerektiğini ve duaların kabulü için gereken şartları hatırlat. Şayet isyandan uzak durur ve şartları yerine getirirlerse, işte o vakit Hakk’a niyaz et, duan müstecap olsun. Bu iş boyunu aşıyorsa şartlarına riayet ederek sadece kendin için Allah’a dua et, samimi isen O duana icabet edecektir.

    Duanın gerekli şartlarıyla edepleri yerine getirildiği zaman Cenâb-ı Hak duaya icabet edecek ve talep edilen şey gerçekleşecektir. Ancak icabetin harfi harfine istenen hal ve surette gerçekleşmesi hayal edilmemeli. Aksine Allah’ın vaad ettiği icabet, bizim isteklerimizden daha geniş ve daha genel olsa gerektir.

    Allah’ın duamıza icabet etme biçimi, bizi hedefe ulaştıracak biçimde gerçekleşecektir. Ne var ki icabetin tam olarak bizim istediğimiz ve hedefe ulaşmamıza vesile olacağını düşündüğümüz biçimde gerçekleşmesi de zorunlu değil.

    Bir vakit, Allah Teâlâ’dan neticesinden hayır umduğum, elde etmem gerektiğini düşündüğüm bazı şeyler istedim. İstediğim şeylerin niteliklerini de ayrı ayrı belirttim. Cenâb-ı Hak, yerlerin ve göklerin gaybına vâkıf, hadiselerin ileride ne getireceğini, nasıl sonuçlanacağını bilendir. O, istediğim ve neticesinden hayır umduğum şeylerin hakikatte hayırsız olup kimi zaman tam aksi istikamette netice vereceğini de bilir. Neticede, lütuf ve keremiyle şu kuluna merhamet ederek istediğim, duamda zikrettiğim şeyden beni alıkoydu. Hiç aklıma hayalime gelmeyecek başka bir vesileyle hayırlı bir neticeye beni eriştirdi. İşte bu, şu âyette ifadesini bulan manadır:

    “Hakkınızda hayırlı olduğu halde bir şeyden hoşlanmamış olabilirsiniz. Sizin için kötü olduğu halde bir şeyden hoşlanmış da olabilirsiniz. Yalnız Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara 216)

    İşte bu duruma, İbn Atâullâh hazretleri altıncı hikmette şu cümleyle işaret etmektedir: Cenâb-ı Hak dualarının kabulünü vaad etmiştir. Fakat senin kendin için arzu ettiğini değil, O’nun senin için murat ettiğini vaad etmiştir.

    Örnek gösterdiğim şu hakikat nicelerinin hayatında adeta vücut buldu, buluyor ve bulacak. Çokları, hayallerine ve hedeflerine erişebileceği zannıyla gönlünü bir mesleğe, bir memuriyete, bir işe bağlar da hararetle o işin olması için duaya başlar ve bekler de bekler. Sonra bakar ki beklediği iş olmuyor, Allah duama icabet etmedi zanneder. Halbuki Hak Teâlâ onun için başka vesileler yaratmakta veya hiç hesap etmediği bir surette hedefine erişmesi için başka bağlar kurmaktadır.

    Allah’ın onun için seçtiği vesileleri bir düşünelim bakalım. Bu vesileler kulun gönlünü bağladıklarından kat kat daha hayırlıdır. Şu halde kul, gönlünü bağladığı şeyden onu alıkoyduğu ve hiç aklında olmayan bir şeyle ona ikram ettiği için Hakk’a hamd etmeli değil midir?

    Sürekli hatrıma düşen ve asla unutmadığım bir mesele var. Eskiden çok zaman, mutluluğun kendisinde olduğunu düşündüğüm şeylere gönül vermiş, gece gündüz bu isteklerime nail olmak için dua etmiştim. Ne var ki bunların hiçbiri gerçekleşmedi. Şeytan Cenâb-ı Hak hakkında kötü bir zanna beni sevk edemeden evvel, Hak Teâlâ murat ettiğimden daha hayırlısına beni eriştirdi de o tehlikeye düşmedim. Talep ettiğim şeyin harfiyen gerçekleşmemesi sebebiyle de Allah’a hamd ettim. Çünkü uğruna dua ettiğim, istediğim şey aynen gerçekleşse, boyutunu kestiremeyeceğim bir musibete maruz kalacaktım.

    İşte bu, Allah’ın kuluna büyük bir lütfu ve ikramıdır. Kul bu vesileyle görünürde hayır, fakat aslında büyük bir musibet olan o ışıltılı, parlak manzaraya aldandığı vakit ayan beyan ortaya çıkan cehaletini fark eder. Cenâb-ı Hak lütuf ve rahmetiyle o sahte, yanıltıcı parlaklığı keser. Kuluna bunların da ötesinde, onu isyan çukurundan uzak tutacak ve ebedi saadete eriştirecek surette, hayallerine ve umduklarına farklı vesilelerle kavuşturur.