Kategoriler
Kişisel Gelişim

Sosyal Fitne Nedir?

İdeolojik saplantılar, siyasi fanatizm gibi arızalı yaklaşımlar üzerinden dinin polemik konusu haline getirilmesi, kayıtsız kalamayacağımız bir mesele.

Türkçeye Batı dillerinden geçen “polemik” diye bir kelime var. Doğruya ulaşmayı amaçlamayan sert tartışma, ağız dalaşı, muhatabı alt etmek için yapılan laf cambazlığı anlamlarında kullanılıyor. Kelimenin kökeni Yunanca ve “sözle savaşmak” demek. Daha doğrusu cahiliye dönemi Arap kabilelerinde olduğu gibi eski Yunan şehir devletleri arasındaki savaşlara özgü bir kavga yöntemi polemik. Vuruşmak üzere karşı karşıya gelen düşman taraflar, silahlara davranmadan önce birbirlerini aşağılayan şiirlerle adeta bir hakaret yarışına giriyorlar. Böylece kendilerini gayrete getirirken karşı tarafı öfkelendirerek hataya sevk etmek suretiyle avantaj kazanmak istiyorlar.

Bu çok eski savaş yöntemi sosyal medya mecralarında yeniden hayat buldu. Siyasetten spora kadar hemen her alandaki kamplaşmalardan birinin mensubu olanlar, diğerlerine karşı kaba, kırıcı, ötekileştirici bir polemik dili kullanıyorlar. Yapılan paylaşım ve yorumlarda yalandan, suizandan, çarpıtmalardan, mesnetsiz suçlamalardan, iftiralardan geçilmiyor. Üstelik çoğu zaman yüz kızartıcı, edep dışı ifadelerle aktarılıyor bunlar. Sosyal medya alanlarındaki denetimsizlik, sahte hesaplar ve kullanıcıların takma bir ismin arkasına saklanabilme imkânı, bu tür söylemlerdeki pervasızlığı artırıyor. Böyle saldırılara maruz kalanlar da öfkelerini yenemeyip aynı pervasızlık ve üslupla karşılık verebiliyorlar. Kısaca iki taraflı körüklenen bir ateş, birliğimizi, dirliğimizi, bizi biz yapan değer ve ölçülerimizi her geçen gün biraz daha yakıp yok ediyor.

Başka alanlardaki yangın neyse de daha ziyade ideolojik saplantılar, siyasi fanatizm, Müslümanların bireysel yanlışları, İslâmî yapılara dönük itibarsızlaştırma kampanyalarının oluşturduğu önyargılar üzerinden dinin polemik konusu haline getirilmesi, kayıtsız kalamayacağımız bir mesele. Öfkeye kapılıp bu alandaki fitne ateşine odun taşımaktan sakınmak gerekiyor.

Öfkelenmemek mümkün değil, ama…

Mukaddesata, kişilerin namus ve şereflerine yönelik saldırılar karşısında öfke duymamak mümkün değil elbette. Fıtrî bir duygu olması hasebiyle hiç öfkelenmemek insan tabiatıyla bağdaşmaz. Fakat her fıtrî duygu gibi öfkenin de ifratı, tefriti ve itidali vardır. İfratı, tehevvür ve gayzdır. Tehevvür, kırıp dökmelere sevk eden anlık parlamalar şeklindeki geçici öfkedir. Öç alma duygusunu şiddetlendirerek muhafaza ettiren sürekli öfkeye ise gayz denir. Öfkenin tefriti; korkaklık, sefihlik, izzetsizlik sebebiyle sergilenen bir vurdumduymazlık yahut tepkisizlik hali diye tarif edilen öfke yoksunluğudur. İtidali ise hamiyet veya şecaattir. Ulema, öfkenin ifrat ve tefrit derecesini rezîlet saymış; Müslümanları, bu aşırılıklardan arınıp bir fazilet olan itidaline ulaşmaya çalışmakla yükümlü tutmuştur.

Buna rağmen maruz kalınan edepsizliklerin şiddeti veya mizaç sertliği gibi sebeplerle müminler de çoğu zaman ifrat derecesindeki bir öfkeye kapılabilmektedir. Esasen böyle durumlarda kalbe doğması engellenemeyen tabii bir duygudur bu. Öyle olduğu içindir ki Kur’an-ı Kerim’de (Âl-i İmran 134) takva sahibi kullar dahi “öfkelenmeyen” değil, “öfkelerini yutan” müminler diye nitelenmiştir. Ayet-i kerimedeki öfke “gayz”dır. Meallerde “yutkunmak” diye karşılanan kelime ise, sözlük anlamı “içi su dolu kırbanın ağzını sıkı sıkı bağlamak” olan bir fiilden mecazdır.

Yani müminlerin kalplerinde de bazen ifrata varan bir öfke duygusunun belirebileceği, ancak bunun söz veya davranış halinde dışa vurulmaması gerektiğine işaret buyurulmuştur. Âlimlerimizin “rezîlet” saydığı şey de aslında gayz veya tehevvürün kendisi değil; bu duyguların sevkiyle düşünülmeden, mümin izzetini zedeleyecek şekilde davranılmasıdır. Çünkü aşırı öfke, kişiye kendini, dolayısıyla aklını ve ölçülerini kaybettiren bir çeşit geçici delilik halidir. Bu halde iken tepki vermek, “öfkeyle kalkan zararla oturur” fehvasınca zarara, yanlışa, pişmanlığa veya mahcubiyete sebeptir.

Akl-ı selim neyi gerektirir?

Müslümandan beklenen, haklı olarak öfkelendiği durumlarda da öfkesini yenebilmesi, İslâm’ın ölçülerine uymayan söz ve eylemlerden kaçınmasıdır. Evet, bu zordur. Nitekim hadis-i şerifte, “Gerçek pehlivan hasmını yenen değil, öfkelendiğinde nefsine hâkim olup öfkesini yenendir.” buyurulmuştur. (Müslim, Birr 107) Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem bu zorluğu tespitle kalmamış, üstesinden nasıl gelineceğine dair pek çok hadis-i şerifinde tavsiyelerde bulunmuşlardır. Öfkeyi yenebilmek için “euzü billâhi min’eş-şeytân’ir-racîm” diyerek istiâze okunması, kişi ayakta ise oturması, oturuyorsa uzanması, abdest alınması, iki rekât namaz kılınması, öfke hali geçinceye kadar sükût edilmesi yahut başka bir şeyle meşgul olunması bu tavsiyeler arasındadır. Öfke halindeyken yine Efendimiz aleyhissalâtü vesselâmın öğrettiği, “lâ havle velâ kuvvete illâ billâh” şeklindeki “havkale duası”na sığınılması bizde daha yaygındır. “Güç, kuvvet ve halden hale döndürme kudreti Allah Teâlâ’dandır” mealindeki bu dua ile kul, öfkesine hâkim olmak, gayzını hilme dönüştürmek için Rabbi’nden yardım istemektedir.

Öfkeyle tepki göstermeye mâni bu tedbirlerin hepsi hilm halini kuşanmak içindir. Hilm, müminin vakar ve izzetini muhafaza yükümlülüğünün ve akl-ı selimin sevk ettiği ahlâkî bir fazilettir. “Sabırlı, temkinli, ağırbaşlı olmak” demektir. Cehaletin, saldırganlığın, kabalığın, dolayısıyla bütün bunları barındıran aşırı öfkenin zıddı sayılmıştır. “Öfkenin kabarması halinde ölçüleri, itidal ve sükuneti korumak” diye tarif edilmiştir. Genellikle yumuşak davranmayı gerektirdiği için “rıfk” zannedilse de hilm rıfktan ibaret değildir. Hakaret içeren saldırılara karşı İslâm’ın ölçüleri, akl-ı selim ve mümin vakarı neyi gerektiriyorsa öyle mukabelede bulunmaktır. Meşru dairedeki hamiyet yahut şecaatin sertliği de hilme dâhildir. Zira hilm, şiddetli öfkenin olduğu kadar, korkaklığın, zayıflığın, acizliğin, hafifmeşrepliğin de zıddıdır.

Kime, nasıl karşılık verilmeli?

Sosyal medyada hakaret ederek, alaya alarak manevi değerlerimizi polemik konusu yapanlara öfkeyle alelacele tepki vermek bu yüzden yanlış. Önce durup düşünmemiz; kime, niçin, nasıl mukabelede bulunacağımızı belirlemek üzere ölçülerimizi hatırlamamız lâzım. Bir kere her saçmalığa, her iddia veya ithama cevap yetiştirmek zorunda değiliz. Cevap vermek zarureti varsa ve bunlar küfür ehlinden geliyorsa, onlara karşı Kur’an-ı Kerim’de (Fetih 29) haber verildiği üzere “sert” olmak boynumuzun borcudur. Ancak sertliği bu konu bağlamında “alttan almayan, hakikati eğip bükmeyen tavizsiz bir dil” olarak anlamalıdır. Edep sınırlarını aşan, sövüp sayan bir üslup sertlik değil; Müslümanın vakarını zedeleyen yakışıksız bir davranıştır. Kaldı ki En’am suresinin 108. ayet-i kerimesinde mealen, “Allah’tan başkasına tapan müşriklerin medet umdukları (putlarına) sövmeyin ki onlar da cahillikleri sebebiyle taşkınlık edip Allah’a sövmesinler.” buyurulmuştur.

İnkârcıların bir kısmı tahsili, makamı, unvanı ile mağrur; her şeyi bildiğini zanneden ukala, kibirli tiplerdir. Rasyonel akıldan, bilimden, çağdaşlıktan dem vurup İslâm’a reddiyeler sıralar, inananları küçümserler. Alaycı, aşağılayıcı, tahrik edici sataşmaları daha ziyade Müslümanları öfkelendirip yanlışa zorlamak içindir. Böyle tahsilli cahilleri, Kur’an-ı Kerim’de öğretildiği gibi (Furkan 63), “Allah akıl fikir selameti versin” anlamında “selam” deyip yanlarından geçip giderek muhatap almamak daha doğrudur. Eğer ifsada yol açacağı endişesiyle iddialarına cevap vermek gerekiyorsa, meselenin doğrusu o kişi ya da iddialara atıf yapılmadan, aksiyoner bir yaklaşımla ortaya anlatılmalıdır.

Fakat sosyal medyadaki mukaddesatımıza dair çirkin paylaşımların büyük kısmı, Müslüman olduğunu söyleyen ama cehaleti aşikâr, itikadı sakat yahut fıskı sabit kimseler tarafından yapılmaktadır. Hayat tarzlarının veya tercihlerinin İslâm’a aykırı olduğu söylendiğinde hırçınlaşıp saldırganlaşmaktadırlar. Böylelerini bulundukları araftan küfür ve inkâr kutbuna itmemek için incitici bir dil kullanmaktan sakınmalıdır. Şahsiyetlerini hedef almamalı, günahlarının yanlışlığına odaklanılmalıdır. Onlara iyiliklerini istediğimizi hissettirmeli, Hakk’a ve hayra çağrımızı hikmetle, güzel öğütle yapmalıdır.

Hidayet Allah’tandır. Sosyal medyada da bize düşen polemik yapmak değil; muhataplarımıza hakikati, doğruyu, Allah Teâlâ’nın rızasına uygun olanı hatırlatmaktır.