Stokçuluk İslam tarihi boyunca fıkhi bir mesele olarak çok yönlü ele alınmıştır. Esasında bir tüccarın yahut üreticinin elindeki malı bekletmesi ve istediği zamanda elinden çıkarmasında bir beis görülmemiştir. Ancak maksat stokçuluk ve vurgunculuğa döndüğünde ittifakla haram olduğu belirtilmiştir.
Tarihteki stokçuluk teşebbüsleri ile verilmiş fıkhi hükümlerin iç içe okunması ve buna göre anlaşılması önemlidir. Günümüzde artık stokçuluk çok yönlü ve grift bir hale bürünmüştür. Anlaşılması için Bediûzzaman hazretlerinin “bir asır önce günah çeşidi yüz adet ise günümüzde beş yüz adet oldu” dediği gibi, stokçuluğun sebep ve usulleri de globalleşen dünyada çok çeşitlenmiştir.
İçindekiler:
Peygamber Efendimizin ﷺ Stokçuluğa Karşı Emir ve İkazları
İslam’da pazar ve tüccarlık söz konusu olduğunda sıkça tağşisten bahsedilir. Tağşis, “hile yapmak ve bir şeyin kalite ve saflığını bozmaktır.” “Bizi aldatan bizden değildir.” hadisi şerifinde Efendimiz ﷺ kullandığı “ğaşşena” fiilinden türemiştir.
Hicretten sonra Medine-i Münevvere’de ilk yapılan işlerden biri pazarın kurulmasıdır. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, Semra binti Nüheyk radıyallahu anhayı pazara muhtesip yani müfettiş tayin etmiştir.
Efendimiz, ﷺ hileye hileye karşı ikaz ettiği gibi stokçuluğa karşı da uyarmıştır. Medine’ye gelen erzağın tamamını satın alan Hakim b. Hizam’a stokçuluk yapmaması uyarısında bulunmuş, yine Medine’de tek bir sahabinin elindekiler hariç bütün erzakın tükendiği bir sırada ilgili şahsa stoklarını piyasaya çıkarıp dilediği gibi satmasını ve karaborsacılıktan kaçınmasını emretmiştir.
Ayrıca stokçuluğa yönelen bazı satıcıların ellerindeki stokları satışa sunmalarını buyurmuş, ancak narh koymayıp fiyatlarını mevcut arz-talep dengesine göre belirlemelerine izin vermiştir.
Esnafın kendi kendini denetlediği, ahlaki kaidelere uyduğu bir pazarda narh gibi taban ve tavan fiyat uygulamalarına ihtiyaç yoktur. Ancak ilerleyen asırda alimler, idarecilere narh uygulanmasını tavsiye ederek hem tüccarı hem de halkı korumuşlardır.
Asrı Saadette stokçuluğu yasak olan maddeler temel gıda maddeleridir. Çünkü kıtlık ve yokluk vardır. Dolayısıyla karaborsacılığa en elverişli şeyler bunlardır. Hz. Ömer ve Hz. Ali radiyallahu anhüma devirlerinde de temel gıda maddeleri konusunda karaborsacılıkla mücadele edildiğini görüyoruz.
Özellikle Hz. Ali Mısır valisi Malik bin Eşter’e yazdığı uzun mektupta karaborsacılık konusuna hassaten değinmiş ve şöyle buyurmuştur: Stokçuluğa ve karaborsacılığa izin verme. Çünkü Peygamber Efendimiz ﷺ bunları yasaklamıştır.
Alışverişler doğru tartılarla ve iki tarafa de zarar vermeyecek uygun fiyatlarla yapılmadır. Emirlerine rağmen bir kimsenin stokçuluğa ve karaborsacılığa yanaştığını görürsen aşırıya kaçmamak şartıyla cezasını hemen ver.”
Mektuptaki “aşırıya kaçmama ifadesi” ticaret erbabına karşı siyasetin dengesini ihtiva etmektedir. Çünkü ticaret erbabı halkın maslahatı için çalışan, halka hizmet eden bir zümredir. Onlara zulmedilmesi, halka zulmedilmesi demektir. Ayrıca ticaret erbabının korkup kaçması, alım satımdan uzak durması gibi bir risk söz konusudur.
Tarih boyunca eman ve emniyettin olduğu coğrafya ve şehirlerde ticaret gelişmiş ve halk refah içinde yaşamıştır. Osman Gazi’nin son demlerinde Orhan Gazi’ye ettiği nasihatte “Zulmeyleme rençberlere, var gerisin ne yaparsan” demesi konunun ne kadar hassas olduğuna işaret etmektedir.
Stokçuluk ve Karaborsacılığın Hükmü
Fakihler yaşadıkları dönemdeki ihtiyaçlara göre stokçuluk hükümleri vermişlerdir. Bu durum sanki bir ihtilaf varmış gibi manzara sunsa da aslında, stokçuluk tariflerinden maksadın bir olduğu anlaşılmaktadır. Temel gıda maddelerinin stokçuluğu devamlı yasakken özellikle darlığının kamu zararına yol açtığı durumlarda et, meyve, üzüm şırası, bal, peynir, kuru üzüm, tereyağı, susam yağı, iç yağı ve zeytinyağı gibi katkılarda ihtiyaç maddelerinden sayılarak yasak kapsamına dahil edilmiş, bunların stokçuluğu kıtlık anında haram, diğer zamanlarda mekruh sayılmıştır.
Mutlak karaborsacılık yasağına ilişkin hadisleri ve muhtemel kamu zararını esas alan Süfyan es-Sevri, İmam Mâlik, Ebû Yusuf ve Şevkani gibi rahmetullahi aleyhim bir grup fakih ise yokluk veya kıtlığı sıkıntı doğuracak her türlü ihtiyaç maddesini bu çerçeveye sokmuştur.
Günümüzde özellikle gıda, sağlık, tekstil, inşaat, ulaşım, taşımacılık, haberleşme ve enerji sektörlerinin ürettiği bazı temel mal ve hizmetlerin karaborsaya düşmesinden geniş halk kitlesinin büyük zararlar gördüğü göz önüne alındığında stokçuluk yasağının kapsamını geniş tutan böyle bir genellemenin toplum yararını koruma ve haksız zararı önleme bakımından dinimizin maksadına uygun düştüğü görülür.
Osmanlı Devleti’nde pazarın denetimi ve stokçuluk mevzusu, umûr-ı külliyeden sayılmıştır. Yani kamuyla alakalı mevzular veya devletin umumi işlerine dair stratejik meselelerdir. Bu sebeple stokçuluk sadece bir şehrin veya bir meslek erbabının meselesi olarak görülmemiştir.
Osmanlı’nın Stokçuluğa Karşı Mücadelesi
Bu meselenin niçin ve nasıl böyle ciddiyetle ele alındığını Osmanlı’nın günlük hayatına dair ferman ve sair vesikalardan öğrenebiliriz. Kanunui devrine ait bazı fermanlarda üzüm, pirinç ve koyun stokçuluğu yapan Yahudi esnaftan bahsedilir ve bu kişilerin men edildiği görülür.
Yine bu devirde vezir-i azamın düzenli olarak bizzat denetime çıktığını, her meslek erbabını ve günlük fiyatları birebir kontrol ettiğini, sadece çarşı esnafını değil, kadı ve muhtesipleri de denetlediğini görürüz. Çünkü asırlar içinde stokçuluk yapan, stokçuluğa teşebbüs eden zümrelerin sadece esnaf zümresi olmadığı anlaşılmıştır.
Kaynaklar tüccar kesiminden başka müsellim, mültezim, yeniçeri, yeniçeri yamağı, emin, kasapçı ve nihayet halkın kendisi gibi çok değişik resmi ve sivil kimlikli zümrelerin de bu suça karıştığını göstermektedir.
Çoğunluğu 1700’lü yıllardaki İstanbul şeriyye sicillerine baktığımızda özellikle bir esnaf erbabının başka esnaf zümresine müdahil olmaması, pazara gelen malların eşit dağıtılması, tekelciliğe teşebbüs eden şahısların men edilmesi yahut cezalandırılması gibi mahkeme kararlarına rastlıyoruz.