İçeriğe geç

Süslü Püslü Hayat

    Suslu Puslu Hayat

    nsanların görünüşle, zâhirle ilgili takıntıları, aslında içlerindeki büyük boşluğu örtmek içindir. İçi boş olan dışına abanır. Yaradan’dan kopan insan görünüşe ve gösterişe daha çok önem vermeye başlar. Güzelliğin kriteri Hakk’ın değil nefsin hoş gördüğü olur. İnsan ruhunu değil bedenini önemsemeye başlar. Ruh arka planda kalır, beden öne çıkar. Bedeni süslemek, kafasına göre değiştirmek, beden zevkleriyle oyalanmak en önemli işi olur. Ruhun ihtiyaçlarını ihmal eder. O zaman da derin bir boşluğa ve karanlığa düşer.

    Kozmetik ürünlerden tutun, markalı kıyafetlere kadar bir gösteriş toplumu olduk. Gelirine giderine, yakışıp yakışmadığına bakmadan herkes modaya kapılmış gidiyor.

    Dilimizde “gösteriş budalası” diye bir deyim var. İnsanları kötülemek için söylenen bu deyimi güzel bir sıfatmış gibi görmeye başladık. Oysa bunun adı zâhirperestliktir, yani görüntüye esarettir.

    Estetik ameliyatı yaptıranların sayısı inanılmaz boyutlarda. Rabbinin takdiri olan vücudundan, yüzünden, saçından, kaşından memnun olmayanlar bıçak altına yatıveriyorlar. Güya daha güzel, daha genç olacaklar. Oysa dert daha güzel olmak değil, daha güzel görünmek. Yani kendine değil, başkalarına oynuyorlar. Başkalarının zevkinin, düşüncesinin, yargılarının esiri oluyorlar.

    Güzel olmak mı güzel görünmek mi?

    İş güzel olmaktan güzel görünmeye dönüştü. İnsanlar ikiliğe düştü. Çünkü Cenâb-ı Hakk’ın beğendiğine bakmayıp başkalarının beğendiğine bakan insan bölünme halindedir. Bu modaya kapılanların Hak rızasını aramak gibi bir davaları olmadığı da belli. Çünkü bedenimiz, kıyafetlerimiz, aksesuarlarımız, mobilyalarımız hep fâni. Bu kadar fâni şeyleri üstümüze başımıza, evimize, altımıza doldurarak kendimizi değerli görmek ve göstermek korkunç bir yanılgıdır.

    Özellikle insanın kendisini genç gösterme çabasının altında ölümü göz ardı etme çabası var. Oysa kimse ne yaşlılığı ne de ölümü geciktirebilir.

    Bedenimiz bize Rabbimizin bir emaneti. O mukaddes emaneti belli modaların peşinde, başkaları beğensin, beğenilenlere benzeyelim diye eğip bükmeye, ekleyip çıkarmaya başladığımızda o emanete ihanet etmiş oluyoruz.

    Süs ve güzellik

    Başka bir meselemiz de güzelliği süse püse indirgemek. Bir şey ne kadar süslü olursa o kadar güzeldir sanıyoruz. Evlerimiz ağzına kadar zevksiz, kaba, uyumsuz süslerle dolu. Mobilyalarımız nedense hep altın renginde oymalı. Çirkin bibloları sağa sola diziyoruz. Halının rengi bir tarafa, eşyanın rengi bir tarafa bakıyor. İşyerleri ve resmî daireler de debdebe ile donatılıyor. Kıyafetlerimiz “ben buradayım” diye bağırıyor. Kadın tesettürü bile artık bir moda alanı hâline gelmiş durumda. Tesettürün “göze çarpmama” ilkesi unutulmuş; aksine artık göze çarpmak için kıyafet ve ayakkabı bakılıyor. Bu arada erkeklerin de tesettürü olduğunu unutuyoruz. Onlar da vücutlarını teşhir eden şeyleri girmekten geri durmuyor. Hanımıyla, beyiyle bu hercümercin içinde yaşadığımız gibi evlatlarımızı da buna alıştırıyoruz.

    Bütün bu karmaşanın kökü kendini, yerini, ismini, sıfatını şaşırmak. Bizim ismimiz de yerimiz de yurdumuz da sıfatımız da Hakk’a imandır. Bir mümin Allah’ın kendisini ve her insanı en güzel surette yarattığını bilir. Çünkü Rabbimiz İnfitar suresi’nin 5. ayetinde buyurur: “Ey insan! Seni yaratan, şekillendirip ölçülü yapan, dilediği bir biçimde seni oluşturan cömert Rabbine karşı seni aldatan nedir?” İnsan kendi görünüşünü, kendi bedenini, kendi çevresini Hak ile arasında perde yapınca kendisini aldatmış olur.

    Dışı dolu içi boş

    İnsanların görünüşle, zâhirle ilgili bu takıntıları aslında içlerindeki büyük boşluğu örtmek içindir. İçleri boş olan dışına abanır. Yaradan’dan kopan insan görünüşe ve gösterişe daha çok önem vermeye başlar. Güzelliğin kriteri Hakk’ın değil nefsin hoş gördüğü olur. İnsan ruhunu değil bedenini önemsemeye başlar. Ruh arka planda kalır, beden öne çıkar. Bedeni süslemek, kafasına göre değiştirmek, beden zevkleriyle oyalanmak en önemli işi olur. Ruhun ihtiyaçlarını ihmal eder. O zaman da derin bir boşluğa karanlığa düşer.

    Çünkü insanın görünür hayatını şekillendiren ilkeler, değerler, inançlar hep soyuttur, görünmezdir. Bunlara sahip olmayan, mecburen gelip elindeki tek somut varlık olan bedenini parlatmaya, insanların gözüne sokmaya çalışacaktır.

    Bugün dünyada görünüş ve gösteriş neredeyse hayatın tek değeri hâline gelmiş durumda. Bedeni daha güzel göstermeye yarayan ürünlere “kozmetik” diyoruz. Bunların arasında deri bakımı, saç bakımı, makyaj, parfüm, deodorant ve ağız temizliği ürünleri başta geliyor.

    “Kozmetik” kelimesi eski Yunanca “kosmos” kelimesinden gelir. Dilimizdeki “kâinat” ve “evren” kelimelerinin karşılığıdır. Asıl anlamı ise “düzen vermek, nizam kurmak”tır. Diğer bir anlamı ise “bir kadını giydirmek, süslemek…” Bugün daha çok kullandığımız anlam buradan çıkıyor.

    Bir de “estetik” lâfı var. Bu da eski Yunancadan geliyor. Aslı “hissetmek, duyu organlarıyla algılamak” anlamıdır. Genel anlamda güzellik ile ilgili olan şeyler demek. Ama bugün “estetik” denilince özellikle kadınların daha genç ve güzel görünmek için yaptırdıkları ameliyat ve işlemler akla geliyor. Bunların çeşitlerine bakınca dehşete kapılmamak mümkün değil. Dövme yaptırma, kaş çizdirme, dudak renklendirme, çene sivriltme, kirpik taktırma, dişleri porselenle kaplatma, yanak doldurma, yanak içini inceltme, dudağını şişirme, gamze yaptırma, burun küçültme, saça ek yaptırma, elmacık kemiğini doldurma, yüzü gerdirme, gözleri çekik yapma, gözlerine renkli lensler takma ve burada sayamadığımız daha niceleri…

    İnsanlar bunları yaptırmak için bıçak altına yatıyorlar, acılar çekiyor, servetler ödüyorlar, bazen ülkeden ülkeye gidiyorlar. Bütün bu çaba on-yirmi sene sonra kırışıp çizgilerle dolacak, eskiyecek, vakti geldiğinde kanı çekilecek ve toprakta çürüyecek bir beden için. Keşke bu çabanın yüzde birini içimizi güzelleştirmek için göstersek.

    Küresel endüstrinin müşterileri

    Kozmetik ve estetik ürünlerinin ve bu alandaki faaliyetlerin tümüne birden “güzellik endüstrisi” deniyor. Düşünsenize, güzelliğin de bir sanayisi var. Bu bile “güzellik” anlayışının nasıl sınâî, sun’î, yani yapay ve ticarî olduğunu bize gösteriyor. İnsanlar güzellik aramıyor, onlara güzellik satılıyor.

    Bu güzellik ürünlerinin genellikle kadınlara yönelik olması da manidar. Kadın “özgürlük ve eşitlik” nâmı altında nesneleştiriliyor, metalaştırılıyor, araçsallaştırılıyor. Araba lastiği reklamından emlak pazarlamasına kadar kadınların gösterişli makyaj ve kıyafetlerle ekranları, dergi ve broşür sayfalarını doldurmasının asıl sebebi bu. Bunu herkes biliyor ama kimse söylemiyor.

    Kozmetik ürünlerinin reklamlarına baktığımızda bunu daha rahat anlıyoruz. Hep şöyle sloganlar duyuyoruz: “Her kadın güzeldir.” Bu ise her kadının o kozmetik ürünü satın almasına bağlı. Bütün bu reklamlar şehvetli görüntüler içeriyor. Mesela şampuan reklamları. Herkes bunu görüyor, biliyor ama ortada büyük bir aşağılama, insan onurunu ayaklar altına alma yokmuş gibi davranıyor.

    Kozmetik ürün reklamlarında genellikle sinema veya müzik dünyasının meşhurları kullanılır. Çünkü her insan parlak, yüksek ve üstün gördüğünü taklit eder. Kimi kaşını gözünü bir meşhur artiste benzetmeye çalışır, kimi ise kıyafetini…

    Estetik konusu artık yaygın bir psikolojik mesele. Meşhur bir kadın şarkıcı, kendisiyle yapılan bir mülakatta şöyle diyor: “Her sene estetik ameliyatı oluyorum. Çünkü estetik ameliyatı yaptırmadığım zaman huzursuz oluyorum.” Bu cümle aslında ruhî durumunun ne kadar bozuk olduğunu yansıtıyor. Kendisinden, kendi mayasından, kendi binasından memnun olmayan kişi, o binayı inşa eden Yaradan’dan da razı değil demektir. Oysa Allah’ın rızası, kulun O’ndan razı olmasıyla irtibatlıdır.

    Güzellik sanayiinin çirkinlikleri

    Bu görünüş ve gösteriş takıntısı bazı insanların bir hastalığı olabilir. Fakat kozmetik ve estetik sektörü öyle küçümsenecek bir şey değil. 2021 yılında dünyada güzellik ürünleri harcaması 511 milyar dolardı. Bu rakamın 2025’te 716 milyar dolara yükseleceği öngörülüyor. Bu rakam 85 milyon insanın yaşadığı ülkemizin bir yıllık gelirine eşit. Dünyanın pek çok yerinde açlıkla mücadele eden insanları uzun yıllar boyunca doyurabilecek bir miktar.

    Kozmetik piyasasının neredeyse yarısını deri bakım ürünleri oluşturuyor. Bu alanda yıllık gelirin üç yıl içinde 177 milyar dolar civarına çıkacağı öngörülüyor. Saç bakım ürünleri kozmetik piyasasının yüzde 22’sini, makyaj ürünleri ise yüzde 16’sını oluşturuyor. Kozmetik satışlarının üçte ikisi Asya Pasifik ve Kuzey Amerika ülkelerinde, beşte biri ise Batı Avrupa ülkelerinde gerçekleşiyor. Amerika’da kozmetik ürün satışları bu yıl itibariyle 100 milyar doları bulacak. Dünyada ürünleri en çok satan on kozmetik şirketinin hepsi Batılı. Aynen silah, ilaç ve bankacılık sektörünün devleri gibi…

    Bu devasa kazançlar insanlar ikna edilmeden elde edilemez. Her şey insanın bir malı satın almasının onu daha şık, daha iyi ve güzel yapacağına ikna etmektir. İkna ise insanın nefsine hitap eden psikolojik mesajlarla yapılır. Zaten psikoloji bilimi daha çok insanları bir ürünü veya siyasî mesajı satın almak için çalışır. Reklam sloganları bilinçaltına hitap eder.

    Meselâ dünya çapında meşhur bir sabun markasının bazı reklam sloganları şöyle: “Derinize şarkı söyleten sabun” (1955), “En iyi eczanelerde arayınız” (1980), “Duyarlı insanlar için duyarlı sabun” (1988), “Bir damla, bütün gün, her gün” (1995), “Dermatologların güneş korumasında bir numaralı tavsiyesi” (2006), “Güzel ve faydalı” (2007)…

    Meşhur bir deri bakım kremi markasının bazı reklam sloganları ise şöyle: “Güzellik sessizliktir” (2007), “Güzelliğin zamanı yok” (2007), “Güzellik özgürlüktür” (2008), “Güzellik ben buradayım demektir” (2009), “Güzellik güvendir” (2009), “Güzellik. Şimdi ve ebediyen!” (2009).

    Zaaf sömürüsü

    Bunlara bakınca kozmetik ürünleri insanlara kaçınılmaz, mutlak bir ihtiyaç olarak benimsetmek için birçok yanıltma, aldatma ve kandırma yöntemleri kullanıldığını anlıyoruz. Bunlardan birincisi insanların kendilerinden veya vücutlarından duydukları güvensizliği sömürmektir. Özellikle kadınların duygularını sömürürler. İnsanların kendilerinde gördükleri eksiklikten kurtulması için mutlaka o ürünü alıp kullanması gerekir.

    Meselâ reklamda kullanılan slogana göre meşhur bir şampuan markası “kadınların ne diyeceğini insana önemsetir”miş. Birçok kozmetik reklamında “önem, güç, kuvvet, özgüven, öne çıkmak, liderlik, fark etmek” gibi kelimelerin kullanılması insanların güçsüzlük algısının istismarından ibarettir.

    En çok kozmetik tüketimi yapılan ülkelere bakınca bu işin Batı’ya karşı aşağılık kompleksine yaslandığı anlaşılıyor. Bizim ülkemizdeki reklamlara dikkat ediniz. Banka reklamlarından tutun, kozmetik reklamlarına kadar gösterilen kadın erkek, çoluk çocuk genellikle sarı veya kızıl saçlı ve mavi gözlüdür. Bu reklamlara bakan da bizde hep böyle tiplerin olduğunu sanır. Bizde esmerlikten utanıp saçlarını boyayanların ise haddi hesabı yok.

    Aynı kompleksi Batı dışı diğer toplumlarda da görürsünüz. Afrika kökenli kadınlar onlarca yıldan beri beyaz kadınlara benzemek için deri rengini açan kremler satın alıyorlar. Bunlar korkunç yan etkilere yol açsa da kullanmaya devam ediyorlar. Kıvırcık saçlarını düzleştirmek için servet harcıyorlar. Japonlar ve Koreliler ise çekik gözlü olmalarından utanıp, beyaz kadınlara benzemek için göz kapağı ameliyatları yaptırıyorlar.

    Bilimsel onay aldatmacası

    İkinci taktik bu ürünlerin tıp uzmanlarının onayladığı ürünler olduğunu söylemektir. Pek çok kozmetik ürün reklamında uzay üssü gibi laboratuvarlar gösterilir. Beyaz önlüklü doktorlar, dişçiler ve eczacılar arzı endam ederler. Bunlar insana güven veren uzmanlardır güya. Oysa çoğu oyuncudur. Bazen de reklamlarda ürünün ne kadar etkili olduğunu gösteren bazı araştırmalara atıfta bulunurlar. Bunlar da hep düzmecedir. Firmaların para karşılığı yaptırdığı sahte araştırmalardır.

    Bazen de ürünlerinin ne kadar tutulduğunu gösteren bazı kamuoyu araştırmalarından bahsederler. “Ülkenin bir numaralı, en çok tercih edilen, en sevilen, en popüler ürünü” gibi laflar derler. Tabii ki bunlar yalandır. Para bastırıp yaptırdıkları güdümlü anketleri güya bilimsel gerçek gibi sunarlar.

    Sahtekârlık, hangi alanda yapılırsa yapılsın aynıdır. İnsanlar kendilerine çıkar sağladığı için yalan söyler. O yüzden politikacılar gibi kozmetikçiler de çıkarlarını çoğaltmak için yalana başvururlar. Birileri bu ürünlerden dolayı ölse, sakat kalsa, zarar görse de kim bunu açığa çıkarabilir ki? Parayı basar, bu zararların ortaya çıkmasını engellerler. Hatta ürününün ne kadar sağlıklı olduğunu gösteren “bilimsel” araştırmalar yaptırır, yayınlatırlar.

    1970’lerin sonuna kadar Batı’da sigaranın “sağlığa yararlı” bir şey olduğunu söyleyerek reklam yapıyorlardı. Peki, diyelim ki bir gün yalanları ortaya çıktı. O zaman da o yalanı başka bir yalanla örterler. Bir süre de bu şekilde kârlarını katlamaya devam ederler. Bu siyasetten tıbba, bilimden sanata kadar böyledir.

    Üçüncü yaygın taktik sürü psikolojisine hitap etmektir. “Bu kozmetik ürünü herkes kullanıyor, sen hâlâ kullanmadın mı?” tarzında mesajlar verirler. İnsanların yalnız veya ayrı kalma korkusunu tetiklerler. Gariban tüketici de “aman modanın dışında kalmayayım” duygusuyla o ürünün esiri olur. Moda tamamen bu psikolojiye dayanır.

    Modalar, trendler ve
insan onuru

    Moda sadece kıyafetle ilgili değildir. Estetik, kozmetik, elektronik aletler, araba, saat, dekorasyon, mobilya, müzik, resim, mimarî hatta bilim bile moda olgusu içine girer. Moda, insanın ürettiğinden ziyade insanı üreten bir şeye dönüşmüş durumdadır.

    “Moda” kelimesi Fransızca “usul, yöntem, tarz” anlamına gelen “mode” kelimesinden gelir. Bu kelime ise Latince “ölçü, usul” anlamındaki “modus” kelimesinden gelmiştir. Dolayısıyla moda, bu kök üzerinden “modern” kelimesiyle akrabadır. “Demode”, dönemin genel beğenisine uygun düşmeyen, eski tarz demektir. İnsanların büyük kısmı demode olmaktan korktuğu kadar başka bir şeyden korkmaz.

    Moda çılgınlığı tüketim çılgınlığının lokomotifidir. İnsanların ihtiyacı olup olmadığına bakmaksızın sürekli yeni bir şey satın almaları gerektiğini düşünmesi korkunç bir zihin mühendisliğidir. Yenisi alınınca eskisi atılır. Bu ise muazzam bir kaynak israfına yol açar. O israf milyarlarca insanı hayatta tutacak seviyededir.

    Amerikalılar her gün 815 milyar kalorilik gıda tüketirler. Bu miktar, ihtiyaçtan 200 milyar kalori daha fazladır. Aradaki fark tam 80 milyon insanı besleyebilir. Bir yanda tüketerek kendini değerli ve güzel sanan milyarlarca insan, diğer yanda ise karnını doyurmadan gün geçiren milyarlarca insan… Bunlar ayrı ayrı dünyalarda yaşamıyor. Çoğu aynı ülke içinde, aynı şehirde, hatta aynı semtte yan yana yaşıyorlar.

    Marka takıntısı ise tüketim çılgınlığının bir parçasıdır. Markalı kıyafetler, aksesuarlar, araçlar insanların kullanmaktan ziyade göstermesi ile ilgilidir. O yüzden ürünlerin üzerinde marka logoları ve isimleri kocaman yazılır. Bu pahalı ürünleri satın almaya güç yetiremeyenler ise sahtelerini alıp kullanırlar. Korsan markalı ürünler sektörü bu yüzden dev bir sektör hâlindedir. Dünyada “çakma” markalı ürünler piyasasının 450 milyar dolar değerinde olduğu belirtiliyor. Markalı ürünleri diğerlerinden ayıran şey her zaman kaliteli olması değildir. Fiyat farkı kalite farkından değil, tüketiciyi büyüleyen algıdan dolayıdır. Bu algıyı da reklam ile oluştururlar. Bu markaların kârları maliyetleriyle kıyaslanamayacak derecede astronomik ölçülerdedir.

    Çevrecilik ve doğallık yalanı

    Dördüncü taktik, zamana uygun bir söylem tutturmaktır. Siyasette, ticarette, tıpta hangi mesajlar pompalanıyorsa aynısını kozmetik alanda da görürüz. 1970’lerden sonra “güçlü kadın” sloganı ortaya çıktı. Bu tamamen kadını işgücü olarak kullanıp daha çok kâr elde etmek için tasarlanmış bir işti. Kadını nesneleştiren bu tuzağı sosyolojiden sinemaya, siyasetten kozmetiğe kadar her alanda görüyoruz.

    Aynı şekilde Batı son kırk yıldır “çevrecilik ve doğallık” modasını pompalıyor. Yiyecekte, içecekte, siyasette, ticarette, turizmde önümüze konan bu “doğallık” hikâyesi de aslında bir aldatma alanıdır. Kozmetik firmaları bu modaya uyup “doğal” ürünler pazarlamaya başladılar. Bugün bütün dünyada yılda 54 milyar dolarlık “doğal” kozmetik ürünü satılıyor. Üstünde “doğal” yazsa bile kozmetiklerde kanser başta olmak üzere insana türlü zararlar veren kimyasal maddeler vardır. Kozmetik firmaları siyasetçilere de rüşvet verdikleri için bu sahtekârlıklarını engelleyecek kanunlar çıkartılmaz.

    Doğallık yalanı bir yana, kozmetikler insana ve çevreye müthiş zarar veren şeyler. Kozmetik ürünlerin iklime zararı büyük. Meselâ pek çok kozmetik ürünün içinde yer alan palmiye yağını elde etmek için tropik bölgelerde 2015-18 yılları arasında 750 kilometrekarelik yağmur ormanı yok edildi. Plastik ambalajlar başka bir bela. Havayı, bitki örtüsünü ve denizleri çok kötü etkiliyor. Koku katılan bazı kozmetikler ise atmosfere zararlı maddeler yayıyor. Bir araştırmaya göre kokular, saç spreyleri ve deodorantlar neredeyse arabaların saldığı kimyasal gaz kadar atmosfere zararlı gazlar yayıyor.

    Gerçek güzellik

    Güzellik, kulun doğruluk ve iyilik ile beraber üç temel sıfatından biri. Kul, doğru ve iyi işleri yaparken de güzel olmalı. Güzelliği esas alan medeniyetimiz, Endonezya’dan Fas’a, Tanzanya’dan Sibirya’ya kadar müthiş örnekler ortaya koymuş. Mimarîden kıyafete, kitap sanatlarından şehirciliğe kadar… Tevhidin gereği olarak sûrete değil, sîrete odaklanmışız. Çiçeğin aynısını çizmektense onu stilize etmişiz, üsluplaştırmışız. Soyutlamaya uygun sanatlara büyük ağırlık vermişiz. Hat, ebru, müzik gibi… Allah’ın bizi âlemi güzelleştirmek için vazifeli kıldığından sadece binalar, sokaklar, şehirler gibi somut işlerde değil; oturmada kalkmada, konuşmada, insanî ilişkilerde güzelliği esas almışız.

    Dikkat ederseniz bu cümleleri hep geçmiş zamanla ilgili kurduk. Çünkü son iki asırdır medeniyetimizin özü olan kulluğu unutup, Batılı ne varsa merkeze, öne ve üste aldığımız için güzellikte de ekseni kaçırmış durumdayız. Artık sanatımız örnek alınan şeyler değil. Hiçbiri özel ve özgün değil. Bizi yansıtmıyor. Çoğu kopya, çalıntı, taklit… Aynı şey fikriyatımızdan ticaretimize, konuşma tarzımızdan siyasetimize kadar böyle. Ne işe giderken bindiğimiz otobüste ne tartıştığımız insanlarla ne sokakta yürürken doğru, iyi ve güzeliz. Doğruluk ve iyilik ile olduğu kadar hakiki güzellik ile olan bağımız zayıflamış durumda.

    Mümin için güzel demek, aslında âhenkli, ölçülü ve yerli yerinde olan demektir. Bir insanda veya nesnede bunlara bakmadan sadece süslemeye önem verirseniz, o insan ya da o şey güzel olmaktan çıkar. Bu ilkeyi insanın konuşmasına, yürümesine, iş yapma tarzına, insanlarla ilişkisine kadar yayabiliriz. Süs tek başına güzellik demek değildir. Her güzel süslü değildir, her süslü de güzel değildir. Güzeli daha güzelleştiren süs vardır, güzeli çirkinleştiren süs vardır.

    Eskiden annelerimiz eve borç harç alınan radyonun, televizyonun; sonraları telefonun üstüne bir oya örüp sererlerdi. Şoförler dolmuşlarını, taksilerini, kamyonlarını, otobüslerini çiçek motifleriyle, türlü sözlerle süslemeye çalışırlardı. Taksi ve dolmuş şoförleri dikiz aynalarına bebek patikleri, ilk çıktığında CD’ler takarlardı. Biz gençken hercâî aklımızla bunlara güler, bunlarla dalga geçerdik. Öyle ya, bu soğuk metal aletleri süslemeye çalışmak da neyin nesiydi? Ama şimdi düşündüğümüzde bu süslemelerin aslında soğuk ve sert bir makineyi insanîleştirme, doğallaştırma, güzelleştirme çabasına yaslandığını anlıyoruz.

    Çirkinliği güzel görmek

    Soğuk ve renksiz araçları süslemekten, bugün çirkinlikleri güzellik gibi görmeye kadar geldik. Allah’ın men ettiği nesneler, işler, sözler maalesef hayatımızın aslî unsurları hâline geliyor. Allah’ın kerih ve kabih gördüğü işler neredeyse hayatın olmazsa olmazları gibi algılanıyor. Tesettürü sade ve hükümlere uygun olan hanımlar garipseniyor, sürekli alışveriş yapmayanlar ayıplanıyor. Eski model arabası, telefonu, çantası, mobilyası olana küçümseyerek bakılıyor.

    Güzellik sadece maddi bir şey değil. Güzellik algımız bozulunca diğer bütün dengelerimiz de bozuluyor. Aslımızdan kopunca her türlü çirkinliği güzelmiş gibi kabul edip ona sarılıyoruz. İnsanlıktan da böyle böyle çıkıyoruz. İki asırdır Batı kompleksiyle hareket ettiğimiz için bugün güzel saydığımız şeylerin Hak nazarında güzel olup olmadığını bilmiyoruz, araştırmıyoruz. Hatta merak bile etmiyoruz. Kimi “eskiden beri hep böyle” diyerek geçmişi, kimi de “bu çağa uymak lâzım” diyerek Batı’yı kopyalamaya çalışıyor.

    Oysa her işte olduğu gibi güzellik alanında da temel ölçümüz tevhiddir. İster bizden önce, ister yaşadığımız çağda beğenimiz, zevkimiz, tarzımız Allah’ın rızası ve Resûlü’nün sünneti üzere olmalı. Ölçüyü böyle koyunca normal saydığımız aşırılıklar hemen kendini ele verir. Hangi zevklerde, alışkanlıklarda, güzel sandığımız işlerde Hak çizgisini aştığımız belli olur.

    Kişi neyi güzel sayarsa kendisini ona göre güzelleştirir. Modeli ne ise ona benzemeye çalışır. Bu iç güzellikte olduğu gibi dış güzellikte de böyledir. O hâlde biz Rabbimizin güzel saydığını güzel sayalım. Güzelliğin baş örneği olan Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’i doğrulukta, iyilikte olduğu gibi güzellikte de takip edelim. Dünyada da, âhirette de geçerli olan güzellik sadece budur.