İçeriğe geç

Takke Meselesi

    “Hayri, bu takkeyle olmaz. Önce sana bir takke bulalım.”

    Beni dinlemiyorlardı bile. Ben onlara kızarken onlar, takkemi yenileme derdine düşmüşlerdi. Sadece yenileme olsa kolay. Ancak bu meselede bile fikir ayrılığını derinleştirdikçe derinleştiriyorlardı ya! Hayretle izliyordum.

    Cezmi görüşünü sağlamlaştırmış, hatta kendi kendine hayaller kurmaya bile başlamıştı: “Benim görüşüm belli. El işi olmalı. Hanım eli değmeli. Gül işlemeli, dantel bir takke. Ne de yakışır hafızıma! Vay be şimdiden seni rahlenin ardında görüyor gibiyim. Gözlerim kamaştı Hayrii!”

    Azmi de kendi cenahına geçmiş, fikir kalesini muhkemleştirmiş, Cezmi’yi dinliyor, izliyordu. Sıra kendine gelince, Cezmi’nin her bir hareketine sözüne karşı bin söz hazırlamış bir edayla kendinden emin anlatmaya başladı: “Hafızın bir ağırlığı olmalı. Kur’ân-ı Kerîm okuyacaksın. Öncelikle yakışmalı. İzleyenler ‘Ne güzel, maşallah’ demeli. Çocuklar hayran hayran izlemeli. Gençler ‘Acaba bu takkeyi nerden buldu?’ diye içinden geçirmeli. Bi de…”

    Hemen araya girip “Durun bi ya! Bi de beni dinleyin!” dedim.

    Azmi’nin kolundan tutup sarsarak araya girmesem ceng ü cidal devam edecek, ben de araya kaynayacağım. Gerçi onların böyle hallerini izlemeye bayılıyorum. İşi kavgaya götürmeden, birbirlerine hakaret etmeden saatlerce kendi fikirlerini savunabiliyorlar. Fitneye de düşmezler. Aralarına çomak sokmak isteyenlere aldırış etmezler. Çünkü kimseyi duymazlar. Tartışırlar da tartışırlar. Usulca, sakinden, uzun uzun…

    Dediğim gibi onları izlemek çok keyifli oluyor. Hacivat ile Karagöz’ü izler gibi. Ama bu sefer mesele başka. Onlar bu tartışmayı körükledikçe ben hâlden hâle, takkeden takkeye savruluyorum. “Konuşup duruyorsunuz. İkiniz de güzel söylüyorsunuz. Fikirleriniz de güzel. Amma benim de bi fikrimi sorun.”

    Azmi dayanamadı: “Hayriciğim, tamam da biz senin yerine düşünüyoruz zaten. Senin kendini yormana gerek yok!”

    Azmi atılır da Cezmi geri kalır mı? “Biz bir haftadır tartışa tartışa bu fikri buraya getirmişiz. Sen bi sus hele! En az yirmi ihtimal üzerinden bu iki seçeneğe geldik.”

    “En az yirmi mi?”

    “Tabi ya, sen ne sanıyorsun? Fesinden kalpağından başlayıp Özbek, Tatar, Kırgız, Afgan, Malezya, Moritanya’ya kadar gittik. Müslümanların ne kadar çok takke çeşidi varmış. Hepsi bir başka güzel. Bazılarını hemen tedarik edemeyiz dedik. Bazılarını da sen beğenmezsin, beğensen de cemaat karşısına öyle çıkamazsın deyip eledik.”

    Cezmi böyle anlatırken Azmi araya girdi: “Anlayacağın eleye eleye bu iki takkeye kaldık. İşte ben diyorum ki, şöyle biraz uzunca, bembeyaz, ak pak bir takke olsa. Bizim Ulu Cami’deki müezzinin takkesi gibi. Seni az heybetli gösterir. Nurlu yüzünle pek de yakışır kardeşime.”

    Cezmi “Haklısın Azmiciğim, haklısın. Ama hanımeli bir takke bu meclise daha yakışır. Ana kuzusu hafızımız, şöyle güzel örme bir dantel takke ile çıkıp Kur’ân-ı Kerîm okumalı!” dedi.

    Azmi ile Cezmi’nin arasına düşmüşseniz, dönüp dolaşıp yeniden tartışmaya devam ettiklerine defalarca şahit olursunuz. Girdaba düşmüş gibi kurtulamazsınız da. Ama ben kendimi bu girdaptan kurtarmalıyım.

    “Durun! Hiç konuşmayın! Sadece beni dinleyin! Bi kere ben daha hafız olmadım.”

    İkisi birden “Tamam da olacaksın, bu meseleyi konuştuk seninle. Kalan cüzleri de haslayıp bitireceksin bu işi” deyiverdiler.

    “Evet, konuştuk. Amma daha bitmedi. Kurstayken biraz tembellik etmesem o zaman biterdi. Neyse… Hafız demeyelim. İkincisi benim belki takkem vardır ve sizin kendinizi bu kadar yormanıza gerek yoktur. Hiç böyle düşündünüz mü, bana sordunuz mu?”

    “Soralım öyleyse. Var mı?”

    “Var tabi, dedemin takkesi. Ninem örmüş. Çok güzel bir takke. Gözüme kestirmiştim. Dedem bu bahaneyle bana verir belki. ‘Sana vereceğim ama hak edince’ diyordu. Yani anlayacağınız fırsat bu fırsat, o takkeyi kazanmam lazım. Bana yardım etmelisiniz.”

    “Tamam yardım ederiz. Sen söyle ne yapmamız gerekiyor?”

    “Susun! Bu konuyu konuşmayın artık.”

    “Ama buraya kadar getirmişken…”

    “Şimdi buzdolabına koyun. Sonra çıkarır, ısıtırız. Ne dersiniz?”

    Azmi “Hayriciğim, senin şu müstakbel takkeyi bir görsek, belki biz beğenmeyiz” deyince kızmak yerine güldüm. “Beğenirsiniz ama ortak çıkmak yok, baştan söyleyeyim.”

    Cezmi “Hadi o zaman şu takkeyi bi görelim, dedengile gidiyoruz” der demez Azmi “Haydi, müstakbel hafızım kalk gidiyoruz” deyip beni kaldırdılar.

    Bir yandan bakalım yolda dedemin takkesi üzerine ne tür senaryolar yazacaklar diye düşünürken “Hadi gidelim” dedim.