Tasavvufun amacı sadece ve sadece Allah Teala hakkında samimi olmak (ihlas), Onu gereği gibi tanımak (marifetullah) ve takva sahibi olabilmektir. Tasavvuf terbiyesi veren mürşitlerin Allah’tan Teala başka bir derdi ve hedefi yoktur. Olsaydı kendilerine ‘Allah dostu & ehlullah’ değil, ‘dünya dostu & ehli dünya’ denirdi.
Zunnun el Mısri’nin (k.s.) belirttiği gibi ehlullah, her şeye karşı Allah’ı Teala tercih etmiş, buna karşılık Allah’ta (Teala) herkes arasında onları dostluğuna seçmiştir.
Niçin tasavvuf terbiyesi gerekir? Neden bir mürşit terbiyesi gereklidir? Bu soruların cevabını: “Bir mürşit terbiyesine girmekten maksat, hakiki imana ulaşıp ilahi emir ve hükümleri muhabbetle uygulamaktır” diye veriyor, büyük arif İmam Rabbani Hazretleri ve şunları ekliyor:
“Tasavvufun amacı olan Fena ve beka hallerinin elde edilmesinden asıl gaye, yakin halinin meydana gelmesidir. Bundan başka bir gayenin olduğunu düşünmek (mesela, Allah’ın bir insan bedenine girdiğini veya kendisinin Allah’ın zatında kaybolduğunu, veyahut ibadetlerinin kendisinin üzerinden düştüğü bir makama ulaştığını söylemek gibi…) dinden çıkmak demektir.
Asıl maksat aş ve muhabbet değil, kulluktur. Aşk, cezbe ve muhabbet güzel kulluk için gereklidir. Velayet mertebelerinin en son makamı kulluktur. Ondan daha üstün bir makam yoktur.
Tarikat ve hakikat menzillerini aşıp geçmekten maksat ise rıza makamı için gerekli olan ihlasın elde edilmesidir. Başka bir şey değildir. Yeri gelmişken tasavvuf terbiyesinin hedefi olan ihlasın, kudsi hadiste de geçtiği üzere, Allah’ın sırlarından bir sır olduğunu ve Cenabı Hakkın onu sevdiği kulların kalbine koyduğunu zikretmekte fayda vardır.
Kalp bu ilahi sır ile Yüce Rabbine bağlanır. Hep Allah’ın rızasını arar. Sırf Allah’ın sevgisiyle ibadet yapar. İşte ihlas budur. Bir kulun ihlas sahibi olup olmadığının göstergesinin ne olduğu ise, büyük veli Ebu Talip el Mekki (k.s) şu sözleri ile açıklar:
“Kalbinde Allah’tan başka bir muradın oluşmaması için gayret et. Böyle bir istek sende gerçekleşince iş tamamdır. İsterse keramet ve harikalardan, manevi hal ve tecellilerden sana bir şey verilmesin fark etmez”.