Şer‘î tesettür birçok menfaat ve faydalar içermektedir. Bunların içerisinden en önemlilerinden birkaçını aşağıda zikredelim:
1. Kadınların esas vazifesi olan ev işleriyle ve çocuk terbiyesiyle meşgul olmalarını sağlamak.
2. Karı koca arasında iş bölümü oluşturarak düzeni ve yaşantılarında tutumlu olup israftan kaçınmalarını sağlamak.
3. İffetli ve namuslu bir erkek, ailesinin yabancı kimselerle görüşüp konuştuğunu ve oturup söyleştiğini gördükçe incinip üzülür, kuruntu ve şüpheye girer, bu yüzden eşlerin arasında ürkme ve tiksinme meydana gelir. Bu durum eşiyle aralarında nefrete ve aile saadetini tehdit eden mevzuların oluşmasına yol açacağından bu gibi aile mutluluğunu, birlik ve beraberliğini bozacak durumları önlemek.
4. Ahlâksızlık ve zina gibi çirkin işlerin çoğalıp yayılmasını engelleyerek iffet ve namus çerçevesinde aile saadetini temin etmek.
İşte bunca faydalı ve güzel durumlara zemin hazırladığı için daha önce de belirttiğimiz iki kısım tesettür, kat‘î bir şekilde farz kılınıp Müslümanlığın şiarı olarak görülmüştür.
Onun için ayrım yapmadan fıkhın belirttiği tesettüre riayet etmeyenler ile sözlü, yazılı ve fiilî olarak bunun ihlal edilmesi için çaba sarfedenleri engelleyip cezalandırmak, halkın yöneticiliğini yapan yetkililerin dinen temel vazifeleridir. Bu hususta müsamaha gösterip ihmal edenler şer‘î vazifelerini yerine getirmedikleri için Hak Teâlâ huzurunda mesul olup ilâhî cezaya ve azaba müstahak olurlar.
Müslüman kadınlara fahişelik vesikaları vermek; meyhane, kerhane, bar ve dans salonları gibi dinen haram olan yerlere gitmelerine müsaade etmek kat‘î anlamda haram olduğundan, milletin iradesini üzerine almış olanlardan buna müsaade edenler veya bu konuda lâkaytlık gösterenler böylece meydana gelen bütün bu çirkinlikler ve haram işlerden dolayı ilâhî huzurda mesul olup büyük ve dehşet verici bir âkıbetle karşılaşacaklardır.
İslâm’ın şiarı ve rükünlerinden birini kaldırıp yok etmek için çaba sarfedenlere karşılık vermek ve bu konuda müdafaada bulunmak yani dinî bir vazife olan “emir bi’l-ma‘rûf ve nehiy ani’l-münker” davranışını yerine getirmek, durumuna göre her müslümana vâciptir.
Özellikle baba, anne, koca gibi veli konumunda olan aile reisleri kızlarının, hanımlarının ve tüm aile efradının davranışlarını kontrol altında tutup onları oluşabilecek ahlâk dışı kötü davranış ve durumlardan muhafaza etmelidir. Bununla beraber nâmahrem kimselerle görüşüp bir araya gelmekten, fuhuş ve ahlâksızlıkla iç içe gelmiş hayâsız ve iffetsiz kadınlar ile görüşüp konuşmaktan, özellikle yabancı kimselerin bulunduğu ortamlarda tesettürsüz bulunmaktan menetmeleri farzdır. Peygamber Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem] hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:
“Hepiniz çobansınız ve hepiniz çobanlık yaptıklarınızdan sorumlusunuz.”
Bu hadis-i şerife binaen çocuklarına ve eşine kötü terbiye veren veya bu konuda ihmalkârlık gösteren herkes aile fertlerinin yaptığı tüm fenalıklardan ve kötülüklerden mesuldür.
Ek olarak şunu da belirteyim ki dinî bir hüküm olan şer‘î tesettür, aslında aşağılık bir şekilde medenileşmeyi ve maksatsız, amaçsız bir şekilde eğlence, zevk ve safaya düşkünlükte ilerleyişi yok edip ortadan kaldırmak için emredilmiştir. Ayrıca tesettürün yerine getirilmesi, üstün medeniyete ve hakiki ilerleyişe hiçbir anlamda engel değildir. Çünkü ilerleyiş ilim, eğitim, sanayi ve ticaret ile meydana gelir. Halbuki şer‘î tesettür bunların hiçbirine engel değildir. Zira,
“Erkek ve kadın tüm müslümanların üzerine ilim öğrenmek farz olduğu gibi hayatını idame ettirebilmek için çaba sarfetmek de farzdır” hadis-i şerifiyle Peygamber Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem], ilmihal derecesinde ilim öğrenmek ile insanlara muhtaç ve onlara yük olmayacak derecede helâlinden rızık kazanmanın her müslüman kadın ve erkek üzerine farz olduğunu beyan buyurmuştur. Böylece herkesi çalışıp çabalamaya ve ilim öğrenmeye mecbur kılmıştır.
Müminlerin annesi Hz. Âişe [radıyallahu anhâ] şer‘î tesettüre azimetle uyduğu halde dinî ilimlerde ve şer‘î hükümlerde ictihad derecesindeydi. Diğer sahabilerin sorunlarının çözümü için başvurduğu ilim ve fazilet sahibi kimselerdendi. Fıkhî hükümlerden olan hicap ve tesettür üstün medeniyete ve hakiki yükselişe gerçekten engel olsaydı, kimsesiz ve fakir kadınların kendi imkânlarıyla çalışıp geçinmeleri dinen farz kılınmazdı. Ayrıca müslüman kadınların içerisinde meşhur olan Hz. Âişe’nin [radıyallahu anhâ] bu şöhreti, ilmi, fazileti ve bilgeliği elde etmesi mümkün olamazdı.
Tesettürün Şer‘î Hikmeti
Peygamber Efendimiz’in [sallallahu aleyhi vesellem] şeriatının hükümleri, insanlar arasında meydana gelmesi muhtemel olan kötülükleri, fesatlıkları ve zararları mümkün olduğunca ortadan kaldırmak ve izale etmek üzere bina kılınmıştır.
Erkekler ile kadınların birbirleriyle karışıp görüşmeleri ve birbirlerine bakmaları, aşk ve muhabbete sebep olup pek çok gayri meşru fiillere davetiye çıkartacağından şer‘î hükümler bu meselenin sınırını net bir şekilde göstermiştir. Bu şekilde İslâm dini, kötülükleri yasakladığı gibi buna ön ayak olacak fiilleri ve sebepleri de menetmiş ve bundan önce beyan olunduğu üzere iki türlü tesettürü farz kılmıştır.
Zina ve gayri meşru işlerin cezası olmak üzere şer‘-i şerif tarafından cezaların uygulanış şekilleri ve uyarı usulleri belirtildiği gibi, kötülüklere sebep olacak şeylere engel olmak üzere tesettür emredilmiş; bahsi geçen hükümlerin tamamı tatbik edilmek şartıyla da müslümanlar arasından kötü işlerin mümkün mertebe izalesi temin edilmiştir.
“İnsanlar arasında kötülüklerin engellenmesi; sınırlar, uyarılar, cezalar ve tesettür ile değildir. Ancak ilim, terbiye ve ahlâk temizliğiyle olabilir” diye ortaya atılan itiraza cevap olmak üzere deriz ki: Kötülüklere sebep olan şeyleri medeniyetin temel gerekliliği olarak geçerli kılan hâkim kültürün aşıladığı ahlâk ve şimdiki yaygın terbiye, insanlar arasında kötülüğün izale edilmesini değil; yaygınlaşmasını ve umumileşmesini zorunlu kılar, kılıyor.
Zaten insan kalbine Allah korkusunu yerleştiremeyen hiçbir ilim ve terbiye, kişileri kötülük ve fenalıklardan alıkoyacak faziletli bir ahlâk vücuda getiremez. Allah korkusunu insanların kalplerine yerleştiren İslâm terbiyesi ve dinî ahlâk, insanlar arasında kötülüklerin izalesi ve bozgunculuğun defedilmesi için yegâne yöntemse de insan fıtratında bulunan gazap ve şehvet dürtülerini (kuvvetini) her fertte dengeye getirip daima o vaziyette bulunmasını büsbütün sağlayamaz. Dolayısıyla her ferdin ahlâkını, çirkin işlerden ve fenalıklardan bu yöntemi kullanarak tamamen temizlemek de mümkün olamaz.
Evet, ahlâkın tasfiyesi kötülüklerin izalesi için bir yoldur. Fakat o, fazilet ile vasıflanmış olanlara münhasır kalır. Tarihteki olaylar bize gösteriyor ki her asırda insanların pek azı ahlâkını tasfiye edebilmiş, ancak çoğunluk bu faziletten mahrum kalmıştır. Onun için fitne ve fesadın olmadığı asır ve zamanlar görülmemiştir.
İşte, ahlâkın tasfiyesi yoluyla faziletli bir hale erişemeyen bu çoğunluğu maddi (apaçık) düzenlemelerle temizlenme yoluna -zorla da olsa- sevketmek üzere Hak Teâlâ, peygamberlere cezaların uygulanış şekilleri ve kınama yöntemlerini emretmiş; daha sonra gelen akıl sahibi önderler ise bunları kanun olarak uygulamıştır. Tesettür de maddi bir düzenleme olarak, kötülüklerin engellenmesi için belirlenmiş bir kuraldır.
Demek oluyor ki İslâm dininde kötülük ve fenalıkların izalesi için hem maddi hem de manevi yöntemler dikkate alınmıştır ki; her iki yöntemin de kemale ermesiyle amaca tamamen ulaşılmış olunsun.