2009’da imzalanan Nahçıvan Antlaşmasıyla kurulan “Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi” Kasım ayında isim değişikliğine giderek “Türk Devletleri Teşkilatı” oldu.
7 Şubat 2012’den bu yana Türkiye’de anormal şeyler oluyor. 2008’de Davos’ta “one minute” çıkışıyla başlayan süreç, peş peşe yaşanan badirelerin ardından bugüne kadar geldi. Karşı karşıya kaldığımız problemler yumağının sebebi, Türkiye’nin kendi kararlarını kendisi alabilen, içerisinde bulunduğu bölgede, dahası bütün mazlum coğrafyalarda örnek alınan bir devlet olması. 1963’te imzaladığımız ortaklık anlaşmasıyla ilk teması kurduğumuz Avrupa Birliği (AB), aradan geçen 60 yıl ve onca iyi niyetli girişime rağmen Türkiye’yi bünyesine dâhil etmiyor. “Stratejik müttefikimiz” diye bildiğimiz Amerika Birleşik Devletleri (ABD) 1950’lerden bu yana askerî darbe girişimleri dahil, Türkiye’nin başını ağrıtacak her türlü girişime ve örgütlenmeye açıktan destek veriyor. Sözün özü şu:
Yüzümüzü Batı’ya döndüğümüzden beri başımıza gelmeyen kalmadı! Söylediğim yanlış anlaşılmasın. Türkiye’nin Batı ile olan ilişkilerini tamamen sonlandırması kendisi açısından felaket olur. Diplomasinin kuralı belli: Dostlar yoktur, çıkarlar vardır! Tabiatıyla kendimizi, bizi dost olarak görmeyen milletler ve devletlerle aynı potada buluşmaya zorlamak anlamsız. Ticarî münasebetleri kesmeden, siyasal ve diplomatik bağlarımızı gururumuzu ayaklar altına alacak hale getirmeden kendimize yeni ortaklıklar tesis etmek zorundayız.
Yıllardır şu soru gündemde: “Bir Türk birliği kurmak mümkün değil mi?” Aynı inancı, kültürü, dili ve medeniyeti paylaştığımız devletler ve milletlerle bir araya gelebilmek hiç şüphe yok ki bu topraklarda yaşayan herkesin gönlünün bir köşesinde yer alıyor. Hatta bu durumu kanayan yara olarak da nitelendirebiliriz. Çünkü, asırlar önce ayrıldığımız ata topraklarımızda yaşayan kardeşlerimizle hukukumuzu belirli bir düzeyin ötesine geçirememek yüreğimizi burkuyordu.
Bir asra yakın Sovyetler Birliği’nin egemenliğinde yaşamak zorunda kalan Türk devletleri, şimdilerde Rusya’nın etkisini yüzde yüz kıramasalar da Türkiye ile münasebetlerini yavaş yavaş ilerletmeye başlamıştı. İkinci Karabağ Savaşı’nda Türkiye’nin kardeş ülke Azerbaycan’a omuz vermesi bir anlamda kırılma noktası oldu. 2009’da imzalanan Nahçıvan Antlaşmasıyla kurulan “Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi” Kasım ayında isim değişikliğine giderek “Türk Devletleri Teşkilatı” oldu.
Teşkilatın amaçları ve görevleri, bütün Türk devletlerinin niçin bir araya gelmeleri gerektiğinin özeti bir bakıma. Şöyle ifade edilmiş bu amaç ve görev:
“Taraflar arasında karşılıklı güvenin güçlendirilmesi; bölge ve bölge dışında barışın korunması; dış politika konularında ortak tutumlar benimsenmesi; uluslararası terörizm, ayrılıkçılık, aşırılık ve sınır ötesi suçlarla mücadele için eylemlerin koordine edilmesi; ortak amaçlarla ilgili her alanda etkili bölgesel ve ikili işbirliğinin geliştirilmesi; ticaret ve yatırım için uygun koşulların yaratılması; kapsamlı ve dengeli bir ekonomik büyüme, sosyal ve kültürel gelişimin amaçlanması; hukukun üstünlüğünün sağlanması, iyi yönetim ve insan haklarının korunması konularının tartışılması; bilim, teknoloji, eğitim ve kültür alanlarında etkileşimin genişletilmesi; kitle iletişim araçlarıyla etkileşimin ve daha yoğun bir iletişimin teşvik edilmesi; hukukî konularda bilgi değişimi ve adlî işbirliğinin teşvik edilmesi.”
Türkiye her zaman alternatif üretebilecek ve kendi rotasını çizebilecek güçlü bir ülke. Batı’nın intikam alırcasına yürüttüğü aleyhte çabalar ancak yeni çözüm yolları ve birlikteliklerle bertaraf edilebilir. Türk Devletleri, kasırga etkisini belki on yıl sonra gösterecek bir rüzgâr oluşturdular. Önümüzdeki günlerde yapılacak çalışmalarla, Türk Devletleri Teşkilatı’nın küresel arenada adından daha çok söz ettireceği günleri inşallah hep birlikte göreceğiz.
Kaynak: Semerkand Dergisi Ocak 2022