Tarih 28 Haziran 1914. Avusturya Arşidükü Franz Ferdinand, eşiyle birlikte Saraybosna’yı ziyaret ediyordu. Üstü açık bir arabayla gezerken, bir Sırp suikastçının tabancasından çıkan tek kurşunla öldü. Bu hadise Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcı olarak kabul edilir. Elbette her yer de güllük gülistanlık değildi. İngiltere, Fransa ve Rusya Almanlara diş biliyor, onlar da Avusturya Macaristan ve İtalya’yı yanına çekmeye çalışarak bir karşı cephe inşa etmeye çalışıyordu. İtalya, savaş başladıktan sonra İngilizlerin safına geçti. Osmanlı İmparatorluğu da İngilizlerin yanında yer almak için diplomasi yapsa da başarılı olamayınca Almanlarla birlikte hareket etti. Sonuçta, adeta fay hattında biriken enerjinin birden depreme dönüşmesi gibi, küresel kriz bir suikastla meydan muharebesi haline geldi. Şimdi de benzeri bir hikâyeyle karşı karşıya olabilir miyiz?
Ukrayna ile Rusya arasındaki ilişkilerin temeli 17. yüzyıla dayanıyor. 1920’de Sovyetlerin Ukrayna’yı ele geçirmesiyle iki ülke arasındaki etkileşim diplomatik düzeyden sınır birliği düzeyine evrildi. 1991’de, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla bağımsızlık elde eden Ukrayna, o zamandan bu yana dönem dönem Moskova yönetimi ile kırılmalar yaşadı. 2010’dan sonra, Ukrayna Cumhurbaşkanı Yanukoviç döneminde ticarî işbirlikleri geliştirilse de 2014’le birlikte Rusya, ülke üzerindeki etkisini artıracak bir hamle yaptı. Rusya Federasyonu Konseyi, Devlet Başkanı Putin’e askerleri Ukrayna topraklarına sokma yetkisi verdi. Ardından da Kırım konusunda anlaşmazlıklar ortaya çıktı. Kırım önce bağımsızlığını ilan etti, sonra da Rusya’ya ilhak oldu. Ukrayna’nın çeşitli şehirlerinde Rus kökenli kişilerin çabalarıyla halk cumhuriyetleri kuruldu. İki ülke arasındaki çekişmeler, gelinen noktada Rusya sınırına yakın bölgelerdeki ayrılıkçı hareketler üzerinden devam ediyor. Ve Putin, ülkenin tamamının kontrolünü ele geçirmeden vazgeçecekmiş gibi durmuyor.
Bir yanda ABD, NATO ve Avrupa Birliği’nin, diğer tarafta Rusya ve destekçilerinin yer aldığı yeni bir ateş çemberi dünyayı sarmak üzere. Ukrayna, Rusya ile Avrupa arasında tampon yahut koruma kalkanı vazifesi görüyor. Haliyle böyle bir ülkenin Rusya’nın eline geçmesi, Avrupa için yakın gelecekte kritik bir tehdit olarak algılanıyor. İkinci Dünya Savaşı’nın acıları henüz tazeyken, Avrupa yeni bir istila ihtimalini düşünmek bile istemiyor. Rusya için ise Sovyetler Birliği’nin yeniden inşasının köşe taşlarından biri olan Ukrayna’daki egemenlik, en az Suriye politikası kadar mühim. Batı’nın yaptırım restini gören Putin, mevkidaşı Biden’a bunun çok büyük hata olacağını söylemekten çekinmiyor. Ülkede asker barındıran NATO’ya da “Ukrayna’daki varlığınız kırmızı çizgimizdir.” sözleriyle gözdağı veriyor.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’den bir Deli Petro çıkar mı, bilinmez. Ancak görünen o ki Avrupa yeni bir Hitler vakasının yaşanmasından endişeli. Ukrayna gerginliğinin dünya savaşına dönüşebileceğini iddia edenler var. Hatta, uluslararası piyasalardaki dalgalanmadan savaş senaryosu yazanlar, “Her şey yeni bir Ferdinand olayının yaşanmasına bakar.” diyenler de!
İşin Türkiye’ye bakan kısmı içinse şunu söylemekle yetinelim: Kavgada ilk ayağa kalkan dayağı yermiş. On yıldır başımıza gelenler bu iddiayı doğruluyor. Tabiatıyla Türkiye’nin uluslararası hamlelerde referans alacağı tek kelime -şimdilik- itidal olmalı.