20. yüzyıla iki dünya savaşı damga vurdu. Milyonlarca insanın hayatını kaybettiği bu akıl dışı savaşların ardından küresel güçler imaj çalışmasına girişerek bir takım uluslararası sivil organizasyonlar kurdu. UNESCO, OECD, BM gibi bu yapılanmalar, sözüm ona yeni gerginlik ihtimallerinin ortaya çıkmasını önleyecek! Fakat bu kuruluşların Müslümanlar söz konusu olduğunda nasıl tavır takındıklarını Bosna’da, Irak’ta, Filistin’de, Suriye’de hep birlikte gördük. Dolayısıyla ne işe yaradıkları sorusunun insanî bir karşılığı pek yok. Bu organizasyonlardan biri de 1948’de kurulan ve temel amacı “Tüm insanların mümkün olan en yüksek sağlık düzeyine ulaşmaları” şeklinde ifade edilen Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ).
“Tüm insanlar” kavramı önemli. Çünkü buna göre örgütün insanlar arasında herhangi bir ayrım yapmaması; ırkı, ten rengi, inancı ne olursa olsun her insanı aynı kategoride değerlendirmesi gerekiyor. Uygulamaya bakıldığında Müslümanlar zaten “tüm insanlar” sınıfına girmiyor. Bir de ten rengi siyah olanlar var. DSÖ Genel Direktörü’nün geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamalar, Batı’nın Afrika’ya bakışında dedeleriyle aralarında hiçbir fark olmadığının işareti gibi. Kendisi de Etiyopyalı olan Genel Direktör Ghebreyesus, ülkenin Tigray bölgesinde yaşananların ten rengi nedeniyle uluslararası kamuoyunun ilgisini çekmediğini söyledi. Bu açıklamalar Etiyopya yönetimi tarafından sert şekilde eleştirildi. Başbakanlık sözcüsü söylenilenleri ahlâk dışı olarak tanımladı.
“Post-modern” çağda her konuda insan hakları kavramının dile dolandığı bir dönemde insanların inançları, dilleri, kültürleri, ırkları ve renkleri nedeniyle ayrıştırılması, dünyanın hiç de iyi bir yerde durmadığını, yaygın ve yoğun bir ifsada duçar olduğunu gösteriyor. Bu zihniyet kırılır mı peki? Müslümanlar hâkim güç haline gelmedikçe zor.