Sözlüklerde; “alışkanlık, ülfet, yakınlık, hafifletmek, rahat ettirmek, samimi olmak” gibi anlamlara gelen “üns”, tasavvufî bir kavram olarak “Allah Teâlâ’ya yakınlığın sonucu kalbin ferahlayıp sevinç duymasıdır.” Üns, kulun Allah’a samimiyetle itaat edip O’nu her şeyden çok sevmesi sonucunda ortaya çıkar. O halde üns makamına eren bir kul Allah’a yakındır. İşte bu yakınlık da kula bir rahatlama verir. Bu sebeple olsa gerek Zünnûn-ı Mısrî hazretleri ünsü; “Sevenin sevdiğine rahatlıkla açılıp sıkılmadan hareket etmesi ve her isteğini ondan istemesi” olarak açıklar.
Ebû Bekir el-Vâsitî hazretleri; “Bütün varlıklardan kaçmayan (onları gönlünden çıkarmayan) kimse ünsiyet mertebesine ulaşamaz.” der. Mâlik b. Dînar rahmetullahi aleyh ise; “Kim insanlarla yakınlıktan kesilip de Allah Teâlâ’nın yakınlığı ile ünsiyet bulmazsa ilmi azalmış, kalbi körelmiş ve ömrü zayi olmuştur.” buyurur. Buradaki yakınlığın insanları terk edip uzlete çekilmek değil, kalbî yakınlık olduğunu hatırlatalım. O halde ünsün alameti kulun insanlara yakın olmaktan değil, sadece Cenâb-ı Hak ile ferahlık ve sevinç duymasıdır. Bu da manevi yalnızlığı gerektirir.
Bişr-i Hâfi kuddise sırruhû hazretleri buyurur ki: “Bir kimse Allah Teâlâ’ya vazifesinde kusur etmeye başlarsa, önce kendisine verilmiş olan huzuru alınır ve ünsiyeti kaybolur.” Allah ile arasındaki ünsiyeti kaybolan kişi ise insanlarla ünsiyet kurmakta mutluluk arar. Bu ise gaflet doğurur. Bu sebeple Ebû Bekir Kettânî rahmetullahi aleyh hazretleri; “Yaratılmışlarla üns ve huzur bulmak bir cezadır. Dünya ehline yakın olmak kazanılan bir günahtır, onlara meyletmek de basitliktir.” buyurur. Bu sebeple sûfîler, kiminle arkadaşlık ettiklerine çok dikkat ederler.
Hâce Abdullah Herevî kuddise sırruhû hazretleri üns makamına erenlerin alametlerini şöyle sıralar: Kulluktan tat almak, bütün yaratılmışlara şefkat duymak, duayı ihlâsla yapmak, Allah’a yalvarmayı sevmek, tefekkür etmekten haz almak, herhangi bir dünyevi beklenti içinde olmamak, bütün yaratılmışlardan özgür olmak ve hayret makamına ermek… İşte bir kulda bu özellikler varsa o kimse Hakk’a yakındır ve bunun sonucu üns nimetine erişmektir.
Hâris b. Muhâsibî rahmetullahi aleyh hazretleri de üns halinin belirtilerini şöyle açıklar: “Hak ile üns halinde olmanın belirtisi insanlardan sıkılmaktır. İnsanlardan sıkılmanın belirtisi de halkın içinde bulunduğu hallerden kaçmak, Hak Teâlâ’nın zikrinin hazzıyla baş başa kalmaktır. Şu halde Allah’ın zikriyle ünsiyet bir kalbe girip yerleştiği ölçüde, o kalpten halkla ünsiyet hali yok olur, gider.”
Yusuf b. Esbat rahmetullahi aleyh hazretleri ise üns halinin belirtilerini söyle açıklar: “Daima halvette bulunmak, halkla devamlı haşır neşir olmaktan rahatsız olmak, zikirden zevk almak, mücahedede rahat bulmak, itaat ve ibadet ipine dört elle sarılmak.”
Ebu Muhammed Ruveym rahmetullahi aleyh hazretleri ünse ulaşan kulun kendinden (nefsinden) bile sıkıldığını söyler ve der ki: “Üns, kendin de dâhil olmak üzere Allah’tan başka her şeyden sıkılma halinin sende ortaya çıkmasıdır.”
Demek ki üns ehlinin kalbi sadece Allah Teâlâ ile mutmain olup huzur bulur. O’ndan gayrı hiçbir şey üns ehlinin kalbinde yer kaplayamaz.
Ebu’l-Hüseyin el-Varrak rahmetullahi aleyh buyurur ki: “Allah Teâlâ ile ünsiyet halinde olan kulda mutlaka O’na tazim duygusu da bulunur. Kendisiyle ünsiyet ettiğin herkesin kabinde büyüklüğü düşer, fakat Allah ile ünsiyet böyle değildir. Allah Teâlâ’ya ünsiyetin arttıkça kalbinde O’nun heybet ve büyüklüğü de artar.” Bu sözler Allah ile ünsiyetin insanlar ile ünsiyetten farkını açıklar.
Ebû Hafs Haddâd rahmetullahi aleyh hazretleri; “Allah Teâlâ ile ülfet etmiş, O’nun muhabbetiyle bütünleşmiş, O’nun sevgisiyle bir araya gelmiş ve zikriyle ünsiyet etmiş kalplerde artık nasıl kin ve benzeri huylar kalır ki?” diye sorar. Böylece üns ehlinin tüm mahlûkata merhamet halinde bulunduğunu açıklar. Çünkü üns Allah’a yakınlığın sonucudur ve bu yakınlığa eren kişi O’nun mahlukatına rahmet ve şefkat nazarıyla bakar. Kalbinde kimseye karşı kin ve nefret kalmaz. Baktığı her şeyde Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellilerini görür.
Seri es-Sekatî kuddise sırruhû hazretleri şu beş şeyin mukarrebûn velîlerin ahlâkından olduğunu söyler:
1. Nefsin sevdiği ve sevmediği hususlarda Allah Teâlâ’dan razı olmak,
2. Bütün sevgisiyle Allah’ı sevmek,
3. Allah’tan utanmak,
4. O’nunla ünsiyet halinde olmak,
5. O’ndan başkasından kalben uzaklaşmak.
İnsan kimi severse onun isteklerini yerine getirmeye çalışır. Hatta kendisini de ona benzetme çalışır. Bu hale ünsiyet kurmak diyebiliriz. Sûfîler ise Allah Teâlâ’yı çok sevdikleri için O’nun ahlâkıyla ahlaklanmaya çalışır ve O’nun sevgisini kaybetmemek için yapabilecekleri her şeyi yaparlar. Bu hal ise sevginin artmasını sağlar. Sevgi arttıkça Hakk’a yakınlık da artar ve kul ünsiyet makamına erer. Artık sadece Allah ile huzur bulur, kalbi yatışır ve sükûnet bulur. Böylece kullardan bir beklentisi kalmaz.