Garibnâme’nin dokuzuncu bölümündeyiz. Bu bölümün birinci destanında Nur-u Muhammedî’nin yaratılışı, sonra dokuz felek ve bütün âlemin ondan yaratılışı, Resûl-ü Kibriya Efendimiz’in bu dokuz felekte nasıl seyr edip dünyayı şereflendirdiği uzun uzun anlatılır. Bir nevi muhtasar siyer olan bu destanda Âşık Paşa, Garibname’de sık sık atıf yaptığı akl-ı kül kavramını da açıklar. Akl-ı kül Peygamber Efendimiz’in aklıdır; Nur-u Muhammedî ile aynı anlamda kullanılır:
“Manide ol akl-ı küldür iy safa / Suret içre adı kimdür Mustafa
Ol-durur pes ilk gelen ol ulu kul / Ahir anun aklıdur ol akl-ı kül”
Veliler bu aklın mirasçısıdır.
İkinci destanda Allah Teâlâ’nın âlemde dokuz tabaka varlık yarattığı anlatılır. Bu varlıklar hem canlı hem cansızdır.
Birincisi madenlerdir. Madenler yerde bulunsa da aslında yıldızların sırrıdır.
İkincisi bitkilerdir. Bitkiler kendi tohumları ile büyüseler de aslında gücünü gökten alır, bu yüzden göğe doğru boylanırlar.
Üçüncüsü hayvanlardır. Hayvanlar can sahibidir, bu can onlara dokuz gökten gelmiştir.
Dördüncüsü insanlardır. Yeryüzünde Allah’ın halifesi olan, içinden nebiler ve veliler çıkan en şerefli mahlûktur.
Beşincisi meleklerdir. Dokuz göğü mekân tutmuşlardır. Daima Allah’ı zikreden güzel huylu varlıklardır.
Altıncısı cinnîler ve şeytandır. Ateşten yaratılan bir cinnî olan İblis, kendisine hayat verilince göğe ilk yükselenlerden oldu ama sonradan dalalet yolunu tutarak isyana kalkıştı. O, dünyada fitnelerin kaynağıdır.
Yedincisi devlerdir. Kaf dağında yaşarlar. Bunlar da cinnî bir taifedir ve kötü huyludur. Hz. Süleyman’a itaat ederek emrine girmiş olsalar da başına buyruk bu taife Hz. Süleyman’ı sevmez, başına bir bela musibet geldiğinde sevinirlerdi.
Sekizincisi perilerdir. Havadan yaratılmışlardır, her yerde bulunurlar. Adları peri olsa da yabanîdirler. Asıl yurtları yeraltı ve viranelerdir. Çok güzel varlıklardır, görenin aklını başından alırlar fakat güzellikleri daimi değildir, çabucak geçer. Ayrıca çok çirkinleri de bulunur. Mümin ve kâfir olanları vardır.
Dokuzuncusu gaybîlerdir. Bunlar insan olup gayb âleminde gezer ve göze görünmezler. Hallerini yalnızca Allah Teâlâ ve kendileri bilir. Fevkalade hususiyetleri vardır; kanatsız uçar, denizleri geçer, sıcaktan ve soğuktan etkilenmezler. Bunlar Cenâb-ı Allah’ın uyandırdığı insanlardır, diğer insanlar uykudadır.
Mertebe Mertebe İnsanlar
Üçüncü destan “Bazılarınızı bazılarınıza derecelerle üstün kıldık.” (Enam, 165 ) ayetinin tefsiri mahiyetinde olup insanların üstün, orta ve aşağı (âlâ, evsat ve ednâ) zümreler olmak üzere dokuz tabakada yaratıldığı, her birinin kendi içinde üçe ayrıldığı anlatılır.
Âlâ makamın en üst mertebesinde ulu’l-azm peygamberler bulunur. Orta mertebesinde mürsel peygamberler bulunur. Alt mertebesinde Cebrail aleyhisselamın gelmediği ve kitap indirilmemiş, rüya yoluyla hakikatin bildirildiği peygamberler bulunur.
Evsat makamının en üst mertebesinde erenler yani veliler bulunur. Orta mertebesinde tefekkür edip ibret alan hükema bulunur. Alt mertebesinde âlimler bulunur.
Ednâ makamının en üst mertebesinde müminler, orta mertebesinde münafıklar, alt mertebesinde kâfirler bulunur.
Değirmen Temsili
Dördüncü destanda temsil yoluyla değirmen ve buğdayın öğütülüp un olması için dokuz nesnenin gerekliliği anlatılır. Değirmen âlemi temsil eder. Diğer nesneler değirmenin unsurları olan çark, iğ, dönen üst taş, su, sabit alt taş, oluk, buğday, sepet ve çakıldaktır.
İnsanlar (buğday) yokluk ülkesinden (sepet) bu âleme (değirmen) gelmişlerdir. Değirmene gelen buğdayın un olması gibi âleme gelen insan da mutlaka ölecektir. Çark ve iğ iki kutup gibi birbirine benzer. Felek, yani gök sürekli deveran halindedir, değirmenin iği (kutup) orta yerde sabit durur, değirmenin taşı ve çarkı bu doğruluk sebebi ile döner, iğe sıkı sıkıya bağlıdırlar. Felek Hakk’ın emriyle döndüğü gibi, çarkı döndüren de sudur. Su Hakk’ın iradesini temsil eden oluktan akar. Yani olup biten işleri irade ve emir buyuran Hak’tır. Sepetteki buğdayı taşlara aktaran çakıldak (nefs), kepçemsi bir ağaçtır, çakıldak buğdayı taşların (yer ile gök) arasına indirince artık buradan kurtuluş yoktur. Hatırlayan olacaktır; Yunus Emre kuddise sirruhu da bir şiirinde “Bu dünyanın misali benzer bir değirmene / Gaflet onun sepeti bu halk öğünen dâne” diyerek aynı temsile başvurur. Zarifoğlu’nun “Bir Değirmendir Bu Dünya” kitabı da bu mesele atıf yapar.
Dokuz Konak
Beşinci destanda sâlikin yol boyunca geçeceği dokuz perde/konak anlatılır. Bunlar talep, aşk, gurbet, kurbet, hayret, vuslat, istiğna, fena ve vahdet konaklarıdır. Salik Hakk’a vasıl olmak için bu dokuz konağı geçmelidir. Kişi Hakk’ın talibi olursa Hak ona aşkını lütfeder, aşk gelince dünyaya meyil kalmaz. Gurbet konağında dünyanın bütün izleri silinir, sâlik bütünüyle garipliğini idrak eder, varlığından soyunur. Bu zorlu konakta aşk insana güç verir, onun yardımıyla kurbet konağına varılır, burası Hakk’a yakınlık konağıdır. Dünya salikten silindikçe Hak ile yakınlık hâsıl olur fakat bu konak tehlikelidir, dikkatli olunmazsa salik Hak’tan uzaklaşıp ayrılabilir; bu yüzden ihlasla, riyasız ibadet ve taat edilmelidir. Aşk sâliki bu konaktan alıp hayret konağına erdirir. Hayret konağında şaşkınlık, sayrılık ve korku hâli çok olur, sâlik kendinden geçer, nereye gideceğini ve ne yapacağını bilemez. Sonra aşk saliki vuslat konağına eriştirir, burada salikin virdi hep Hak olur, gönlü, canı, aklı, fikri Hak iledir. Sonra istiğna makamına ulaşan salik büsbütün hayrete düşer çünkü Hakk’ın bu âlemden istiğna olduğunu, bu istiğna mülkünde âlemin toz kadar değeri bulunmadığını fark eder. Bu farkındalık ve hayretle birlikte salik fena konağına ulaşır, dünya ve benlik kaydından sıyrılıp tamamen Hak ile meşgul olur. Akıl, can, şan ve şöhret kaygısı kalmaz. Salikin gözünde bütün mahlûkat yok hükmündedir, yalnız edebî var olan Allah Teâlâ kalmıştır. Bu konakta fenadan bekaya yol bulunur; ölmeden Hakk’a yol bulunmaz. Son konak vahdettir. Bu konak, damlanın denize karışması, bütün damlaların ve dalgaların denizde bütünlenmesi, birlenmesi misaline benzer. Kesrette vahdet makamıdır. Kesret gibi görünenlerin aslında vahdetten olduğu hakkıyla fark edilir. Evvel, ahir, daim, zahir, batın, kaim… olan yalnızca Allah’tır.
Bu destan Feriddüddin Attar hazretlerinin Mantıku’t-Tayr’ından ilhamla yazılmıştır. Mantıku’t-Tayr’da “talep, aşk, marifet, istiğna, tevhid, hayret, fakr u fena” adında yedi vadi vardır, Âşık Paşa bazı isim değişiklikleri ve iki yeni ekleme ile bu sayıyı dokuza çıkarmıştır.